Kudüs ne zaman feth olacak?
Kur’an’da bahsi geçen İsrailoğulları’nın başlarına gelmiş ve gelecek olan haberlerin tespiti için, “Müfessir-i Kur’ân olan ehâdis-i sahiha bize kifayet eder. Ve mantığın mizanıyla tartılmış olan tevarih-i sahihaya kanaat ederiz. (Muhakemat)” bizler de geçmiş tarihe bu nazarla bakacağız. Bu sayede Kur’an’ın bu konudaki mebahisini yine Kur’andaki ayetleri (özellikle 25. Söz’de geçen) yer yer vererek daha da iyi anlamaya çalışacağız.
Tarih boyunca çeşitli Yahudi devletleri kurulmuştur. Başlangıçta, Hz Musa önderliğinde Mısır’dan çıkan İsrailoğulları Kenan topraklarına yerleşti. Bu yerleşim noktasında Hz Yuşa’nın büyük payı olmuştur. Uzun yıllar yan yana yaşayan İsrailoğulları’nın on iki kavmi birbirlerinden bağımsız olarak yaşıyordu. Dışarıdan gelen tehditler karşısında Şaul’un krallığı altında bu on iki kavim birleşip MÖ 1050’de İsrail Krallığı adında tarihte ilk defa bir Yahudi devleti kurdu. Hz Davud ve Hz Süleymanın’da krallığını yaptığı bu devlet, Hz Süleyman’ın MÖ 930’da ölümünden sonra (Yaklaşık 120 yıl hüküm sürmüş) ikiye bölündü. Hz Süleyman, ilk Yahudi tapınağını (Beyt-i Makdis-Süleyman Mabedi) inşa ettirerek Kudüs’ü İbranilerin kutsal şehri haline getirmiştir.
وَقَضَيْنَٓا اِلٰى بَن۪ٓى اِسْرَٓائ۪يلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى اْلاَرْضِ مَرَّتَيْنِ وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَب۪يرًا{٤}
İsra ﴾4﴿ Biz kitapta İsrâiloğulları’na şöyle bildirmiştik: “Yeryüzünde mutlaka iki defa fesat çıkaracak, çok böbürleneceksiniz.”
Kuzeydeki on kabile Jeroboam önderliğinde (Rehoboam’ın kral olmasını kabul etmeyerek) İkinci İsrail Krallığı‘nı kurarken, güneydeki iki kabile ise Hz Süleyman’ın oğlu Rehoboam liderliğinde Yehuda Krallığı‘nı devam ettirdi. İkinci İsrail Krallığı, MÖ 720’de Asur İmparatorluğu’nun işgaliyle (Yaklaşık 210 yıl hüküm sürmüş) son buldu.
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اُو۫لٰيهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَٓا اُو۬ل۪ى بَاْسٍ شَد۪يدٍ فَجَاسُوا خِلاَلَ الدِّيَارِۜ وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولاً{٥}
İsra ﴾5﴿ Bu iki fesattan ilkinin zamanı gelince üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşıp köşe bucak her tarafı aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi.
Zâlim, yeryüzünde Allah’ın adâletidir (kılıcıdır). Allah onunla (başkalarından) intikâm alır. Sonra (döner), ondan da intikâmını alır. (Keşfu’l-Hafâ, 2/64)
Azîz ve celîl olan Allah şöyle buyurdu; ‘Buğzettiklerimle buğzettiklerimden intikâm alırım. Sonra da döner, hepsini cehenneme döker, sürer, atarım.’ (Mecmeu’z-Zevâid)
Yehuda Krallığı’nın varlığı ise MÖ 586 yılında Nebukadnezzar (Buhtünnasr) önderliğindeki Babil İmparatorluğu’na yenik düşünce (Yaklaşık 350 yıl hüküm sürmüş) son buldu. Babillilerin bölgeyi fethiyle Beyt-i Makdis yıkıldı ve Yahudiler bölgeden sürüldü (Yeryüzünde fesad çıkarmaları, tevratın hükümlerini değiştirmeleri ve işledikleri diğer günahlar sebebiyle). Bundan sonra Yahudilerin göçe mecbur (diaspora) bırakıldıkları dağılma dönemleri başlamış, bu olaylar Yahudilerin tarihinde “Bâbil Sürgünü Devri” olarak yerini almıştır.
ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ وَاَمْدَدْنَاكُمْ بِاَمْوَالٍ وَبَن۪ينَ وَجَعَلْنَاكُمْ اَكْثَرَ نَف۪يرًا{٦}
İsra ﴾6﴿ Bir zaman sonra onlara karşı size tekrar üstünlük verdik, servet ve oğullarla gücünüzü arttırdık; adamlarınızın sayısını daha da çoğalttık.
Buhtünnasr, Kudüs’ü ele geçirdiği zaman Beyt-i Makdis’i yıktığı gibi, Tevrat nüshalarını da yakmıştı. Üzeyir aleyhisselâm ile Danyal aleyhisselâm’ı da diğer İsraîl alimleri ile beraber Babil’e götürmüştü. Yahudilerin Bâbil esareti yaklaşık 70 yıl sürmüştür. Daha sonra İran’daki Pers İmparatoru (Keyhüsrev) Babil’i ele geçirip Geldaniye hükümetini yok edince, İsraîloğulları esaretten kurtularak vatanlarına geri dönmüşlerdir. Hz Üzeyir de, Tevrat’ı ezber okuyup yeniden yazdırmış ve böylece çoktan beri unutulmuş olan Hz Musa peygamberin şeriatı yeniden meydana çıkmış oldu. Pers Hükümdarı II. Dara zamanında refah ve hürriyete sahip olarak özerk bir yönetime kavuşan Yahudiler, Kudüs’te Babilliler tarafından yıkılan tapınağın yerine MÖ 515’te yeniden ikinci bir tapınak inşa etmişlerdir.
Zaman içerisinde Pers’ler de yenik düşmüşler ve Büyük İskender’in Filistin’in de içinde olduğu Suriye topraklarını hâkimiyeti altına alması sonrasında Yahudi tarihinin Helenistik dönemi başlamış, MÖ II. Yüzyıla kadar Yahudi dini ve kültürü üzerindeki Yunan etkisi, İslamiyet’in doğacağı VII. yüzyıla kadar devam etmek mecburiyetinde kalmıştır. Büyük İskender’in ölümü ile de imparatorluğu parçalanmış, Filistin ve Mısır, General Batlamyus’un hâkimiyetine girmiş, bu dönemde Yahudilere Mısır’da yeni kurulan İskenderiye şehrine göç için teşvikte bulunulmuştur.
Yahudiler üzerinde, Yunan hâkimiyetinden sonra Romalıların hâkimiyeti kuruldu. MÖ 64 – MS 324 yılları arasında Filistin Romalıların elindeydi. Roma İmparatorluğu Suriye üzerine yürüyerek Yahudileri hâkimiyeti altına almıştır. Roma egemenliği döneminde başlangıçta Yahudilere iyi davranılmış, hatta hoşgörülü kanunlarla korunarak sınırlı bir yetki verilmiş, Yahudi halkının cemaat işlerinin tanzimi, Kudüs’te oturan büyük rahiplere bırakılmıştı.
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓى اَعْلَمُ مَالاَ تَعْلَمُونَ{٣٠}
Bakara ﴾30﴿ Yani, “Düşün o zamanı ki, Rabbin melâikeye hitaben ‘Ben yerde bir halifeyi yaratacağım’ dedi. Melâike de ‘Yerde fesat yapacak, kan dökecek kimseleri mi yaratacaksın? Halbuki biz, hamdinle Seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Rabbin de ‘Sizin bilmediğinizi Ben biliyorum’ diye onlara cevap verdi. (İşarat-ül İ’caz)
Her ne kadar yukarıdaki ayet-i kerimede geçen arzda fesad çıkaracak, kan dökeceklerden kastedilen bütün milletler olsa da kendilerine gönderilen peygamberleri inkar etmeleri, özellikle Hz İsa’yı öldürmeye teşebbüs etmeleri, Hz Zekeriyya ve Allah’ın bizzat ismini verdiği peygamberi Hz Yahya’yı katletmeleri nedeniyle bu âyetin hususi ferdi olmaları da (ileride verilecek olan âyet-i kerimelerle de bu teyit edilmektedir) maalesef bu dönemde gerçekleşmiştir.
اِنْ اَحْسَنْتُمْ اَحْسَنْتُمْ ِلاَنْفُسِكُمْ وَاِنْ اَسَاْتُمْ فَلَهَاۜ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ اْلاٰخِرَةِ لِيَسُٓوُ۫ٔا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُوا مَا عَلَوْا تَتْب۪يرًا{٧}
İsra ﴾7﴿ Eğer iyilik ederseniz kendiniz için iyilik etmiş olursunuz; kötülük ederseniz yine kendinize edersiniz. Nihayet ikinci cezalandırma vakti gelince, düşmanlarınız onurunuzu çiğnesinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yakıp yıksınlar istedik.
Ancak zamanla Roma idaresinde Yahudilere uygulanan vergilerin ağırlığı, feodal yöneticilerin zulmü ve dini gerekçeler yeni isyanları beraberinde getirmiş, Yahudiler arasında bağımsız bir Yahudi devleti kurma girişimleri yoğunlaşmıştır. Bütün bu gerekçeler ile Yahudiler, MS 66-73 tarihleri arasında tekrar ayaklandılar. Bu ayaklanma nedeniyle Roma orduları Kudüs’e yönelerek Bâbil sürgünü dönüşünde inşa edilmiş olan ikinci tapınağı da yıkmışlardır. Ayet-i kerime’de (İsra-7) bahsi geçen 2. defa mescide (Beyt-i makdis) girip her tarafın yakılıp yıkılması hadisesi de gerçekleşmiş oldu.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَۢا وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ حَص۪يرًا{٨}
İsra ﴾8﴿ Umulur ki rabbiniz size acır. Ama eğer yine fesatçılığa dönerseniz biz de cezayı tekrarlarız. Biz cehennemi kâfirler için ebedî bir ceza yeri yaptık.
İslamiyet’in doğuşu Yahudiler için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Romalıların yaptığı katliam ve sürgünlerden sonra dünyanın her tarafına yayılmış olmaları (diaspora) ile Yahudilerin Filistin ile bağları kalmamıştı. Yahudilerin büyük bir kısmı Arabistan yarımadasına ve Arap topraklarına göç etmişler, yoğun olarak Medine şehri ve çevresine yerleşmişlerdi.
لَقَدْ رَضِىَ اللّٰهُ عَنِ الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا ف۪ى قُلُوبِهِمْ فَاَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ عَلَيْهِمْ وَاَثَابَهُمْ فَتْحًا قَر۪يبًۙا{١٨}
Fetih ﴾18﴿ Hakikaten Allah, (Hudeybiye’de) ağacın altında sana biat etmekte oldukları vakit, o müminlerden razı oldu. Böylece kalblerinde olan sadakatı bildi de, üzerlerine manevî huzuru indirdi. Kendilerine de yakın bir zafer (Hayber’in fethini) verdi.
622 yılında Mekke’den Medine’ye hicret eden Hz. Muhammed, Medine halkının birbirleriyle anlaşmazlık yaşayan Arap ve Yahudi kabilelerini bir arada tutacak bir sözleşme yaptı. Medine sözleşmesi olarak adlandırılan bu vatandaşlık anlaşması sayesinde Yahudiler dinlerini uygulamada serbestlik kazanmışlardır. Bunun yanında bu anlaşmada düşmana karşı birlik olma mecburiyeti vardı. Dolayısıyla bu anlaşma kabilelere iç işlerinde kendi örflerini uygulama serbestliği, dış ilişkilerinde ortak hareket etme şartı getiriyordu. Ancak Yahudilerin anlaşmayı ihlal etmeleri, Medine’yi terk ederek Hayber ve Şam’a yerleşmelerini mecburi kılmıştır. Fakat Yahudiler tekrar arzda fesat çıkarmaya, hak din peygamberini bildikleri ve tanıdıkları halde yine onun aleyhinde müşriklerle birlikte hareket etmeye başladılar. Bunun cezası olarak yine Hayber’in fethiyle ilahi cezayı almışlardır.
Nakl-i sahihle, Yahudiler, suikast niyetiyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın oturduğu yere, üstünden büyük bir taş atmak ânında, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm o dakikada hıfz-ı İlâhî ile kalkmış; o suikast de akîm kalmış. (Mektubat)
وَاِذْ نَجَّيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ى ذٰلِكُمْ بَلآَءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ{٤٩}
Bakara ﴾49﴿ Hani sizi, size en kötü işkenceleri uygulayan, erkek çocuklarınızı öldürüp kadınlarınızı sağ bırakan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Başınıza gelen bu durumda sizin için Rabbinizin büyük bir imtihanı vardı.
Benî İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir Firavun zamanında yapılan bir hadise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddit katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihânede oynadıkları rolü ifade eder. (Sözler)
قُلْ اِنْ كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ اْلاٰخِرَةُ عِنْدَ اللّٰهِ خَالِصَةً مِنْ دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ{٩٤}
Bakara ﴾94﴿ (Ey Resulüm!) Onlara de ki: Eğer Allah katında ahiret yurdu, başka insanların değil de, sadece size tahsis edilmiş ise, (ve bu iddianızda) sadık ve samimi iseniz, (o halde bunu ispatlamak üzere haydi) hemen ölümü temenni edin (ve ahirete gitmeyi isteyin).
“Eğer doğru iseniz mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte, meclis-i Nebevîde, küçük bir cemaatin, cüz’î bir hadise ünvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehudun tâ kıyamete kadar lisan-ı hâlleri mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder. (Sözler)
وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا يَوَدُّ اَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ اَلْفَ سَنَةٍۚ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِه۪ مِنَ الْعَذَابِ اَنْ يُعَمَّرَۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ۟{٩٦}
Bakara ﴾96﴿ Andolsun, onları (Yahudileri ve Yahudileşmiş kimseleri) hayata (dünya rahatına ve çıkarına) karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulacaksın. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın arzusundadır; oysa bunca yaşaması (bile) onu azaptan kurtarmayacaktır. Allah, onların yapmakta olduklarını Görendir (ve kayıt altına almaktadır).
Hem Yahudi milleti hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefaletli, gayr-ı meşru ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması ve sahrânişinlerin, yani bedevîlerin, kanaatkârâne vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfi rızkı bulması, yine mezkûr dâvâmızı kat’î ispat eder. (Lem’alar)
وَتَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ{٦٢}
Maide ﴾62﴿ (Bu münafık insanların) Çoğunluğunu günah işlemek, (İslami harekete) düşmanlık etmek ve (faiz ve rüşvet gibi) haram yemek hususunda adeta koşuşturup yarış ettiklerini göreceksin. (Bu) Yaptıkları ne kadar kötü bir şeydir.
وَاِذْ قُلْتُمْ يَامُوسٰى لَنْ نَصْبِرَ عَلٰى طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَارَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَامِمَّا تُنْبِتُ اْلاَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّٓائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَاۜ قَالَ اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذ۪ى هُوَ اَدْنٰى بِالَّذ۪ى هُوَخَيْرٌۜ اِهْبِطُوا مِصْرًا فَاِنَّ لَكُمْ مَاسَاَلْتُمْۜ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَٓاؤُ۫بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيّ۪نَ بِغَيْرِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ۟{٦١}
Bakara ﴾61﴿ Siz (ise şöyle) demiştiniz: “Ey Musa, biz (böyle) bir çeşit yemeğe sabredip katlanamayacağız, Rabbine yalvar da bize yerin bitirdiklerinden: Bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın!” (O zaman Musa:) “Siz hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır’a (geri) inin, zira (orada) kendiniz için istediğiniz vardır” demişti. (Çünkü Yahudiler, Mısır’daki kölelik hayatını ve ahlâksızlık ortamını özlemekteydi. Bu nedenle) Onların üzerine zillet ve meskenet (yoksulluk damgası) vurulmuş ve Allah’tan bir gazaba uğramışlardı. Bu, kuşkusuz Allah’ın ayetlerini inkâr ve nankörlük etmeleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) Bu (belaları), isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerinden (dolayı hak etmişlerdi).
Yahudi milleti hubb-u hayat ve dünyaperestlikte ifrat ettikleri için, her asırda zillet ve meskenet tokadını yemeye müstehak olmuşlar. Fakat bu Filistin meselesinde; hubb-u hayat ve dünyaperestlik hissi değil, belki enbiya-yı Benî İsrailiyenin mezaristanı olan Filistin, o eski peygamberlerin kendi milliyetlerinden bulunması cihetiyle, bir cihette bir ehemmiyetli hiss-i millî ve dinî olmasından, çabuk tokat yemiyorlar. Yoksa, koca Arabistan’da az bir zümre hiç dayanamayacaktı, çabuk meskenete girecekti. (Şualar)
Şu ünvanla, o milletin mukadderât-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder. İşte, şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderiç olan şöyle müthiş desatir içindir ki, Kur’ân onlara karşı pek şiddetli davranıyor, dehşetli sille-i tedip vuruyor. (Sözler)
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌۜ غُلَّتْ اَيْد۪يهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُۢوا بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ وَلَيَز۪يدَنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًۜا وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِى اْلاَرْضِ فَسَادًۜا وَاللّٰهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ{٦٤}
Maide ﴾64﴿ Yahudiler: “Allah’ın eli sıkıdır” diyerek (iftira attılar ve haddi aştılar. Bu yüzden) Onların elleri bağlansın! (Ve bağlandı; cimri, bencil ve rezil insanlar yapıldı) ve söylediklerinden dolayı Allah’ın lanetine uğrasınlar! Hayır, bilakis; O’nun (Allah’ın) iki eli açıktır, nasıl dilerse (ve Keremine yakışır şekilde) infak eder. Andolsun Rabbinden Sana indirilen (Kur’an-ı Kerim), onlardan çoğunun taşkınlıklarını ve inkârlarını ziyadeleştirir. Biz de onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kin salıverdik. Her ne zaman savaş çıkarmak amacıyla bir fitne ateşini alevlendirmek isterlerse, Allah-u Teâlâ, onların yaktıkları ateşi (sonunda) söndürecektir (ve Yahudiler şeytani amaçlarına erişemeyecektir). Halbuki onların âdetleri her zaman yeryüzünde fesada gayret etmektir. (Oysa) Allah-u Teâlâ, fesat çıkaranları asla sevmemektedir.
وَاِذِ اسْتَسْقٰى مُوسٰى لِقَوْمِه۪ فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَۜ فَانْفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًاۜ قَدْ عَلِمَ كُلُّ اُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْۜ كُلُوا وَاشْرَبُوا مِنْ رِزْقِ اللّٰهِ وَلاَتَعْثَوْا فِى اْلاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ{٦٠}
Bakara ﴾60﴿ (Yine) Hatırlayın; Musa kavmi için su aramıştı, o zaman Biz ona: “Asanı taşa vur!” demiştik de ondan on iki pınar fışkırmıştı, böylece (on iki aşiretten) herkes içeceği yeri bilmiş (ve rahatlamıştı. Onlara) Allah’ın verdiği rızıktan yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk (fesat) yaparak karışıklık çıkarmayın (demiştik).
Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y-u ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi; mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor. (Sözler)
Yahudiler, kutsal tapınağın ikinci kez yıkılışı (70) ile İsrail Devleti’nin kuruluşu (1948) arasında geçen zamanı “Yabancıların Hâkimiyeti Dönemi” olarak adlandırmışlardır. Bu olaydan sonra Yahudiler bölgeden göç etmeye zorlanmışlar, başta Mısır olmak üzere Romalıların hâkimiyeti altındaki farklı ülkelere sürülmüşlerdir. Roma zulmünden kaçmayı başarabilen Yahudiler başka ülkelere dağılmışlar ancak direnişlerini sona erdirmemişlerdir. Babil sürgünlerini de göz önüne alırsak bu dönemi Yahudi tarihindeki “İkinci Diaspora (ya da Büyük Diaspora) Dönemi” olarak adlandırmak yanlış olmayacaktır. Bu dönem boyunca bölge, farklı uygarlıkların ve devletlerin hâkimiyeti altına girmiştir. Tekrar bir Yahudi devleti kurma hayaliyle yaşayan Yahudiler bu rüyaları için yaklaşık iki bin sene beklemek zorunda kaldılar ve bu hayalleri 14 Mayıs 1948’de İsrail’in kurulmasıyla gerçekleşti.
Buraya kadar olan kısımda özellikle yahudi milletinin tarihi seyrini, devletlerinin kurulmaları ve yıkılmalarını, yeryüzünde iki defa büyük fesat çıkarmalarından dolayı Allah’ın kullarıyla (zalimin kılıncıyla) mahv-ı perişan edilmelerini, sonrasında eğer yine aynı şekilde devam ederlerse yine bu cezalara müstehak olacaklarını, ki Peygamber efendimiz zamanında da perişan edilmişlerdir, arzda fesat çıkaran en büyük kavimlerden olduklarını el’an da bunu devam ettirdikleri, seciyelerinin (dünya hırsı, riba, vb) ne oldukları, neden çabuk tokat yemediklerinin sırlarını ifade etmeye çalıştık.
Bundan sonraki kısımda ise ilk önce bunların hangi komite oldukları, kime hizmet ettikleri, bunların ne zaman ve kimin eliyle tekrar perişan edileceklerini, perişan edecek olan şahsın ya da onun şahs-ı manevisinin ne zaman zuhur edeceğini izah etmeye çalışacağız. Bu nedenle ilk önce Hz Mehdi’nin vazifesinin ne olduğunu, kiminle mücadele edeceğini, Hz İsa’nın vazifesinin ne olduğunu ve kiminle ya da kimlere karşı mücadele edeceğini anlamamız gerekiyor. Özellikle kıyamet alametlerinden olan Deccal, (hem İslam Deccali olan Süfyan hem de Büyük Deccal), Dabbetü’l Arz, Hz İsa, Ye’cüc ve Me’cüc gibi büyük olanların emareleri görünmeye başladığını ve bir kısmının da geçiyor olduğunu bilmemiz önemlidir.
On alamet meydana gelmedikçe kıyamet kopmaz. Duhanın çıkması, Deccal‘ın çıkması, Dabbetü’l Arz‘ın çıkması, Güneşin batıdan doğması, Hz. İsa‘nın yeryüzüne inmesi, Ye’cüc ve Me’cücün çıkması, Doğuda, Batıda ve Arap yarımadasında meydana gelmek üzere üç yerin – yere- batması ve insanları mahşer yerine sürecek olan ve Aden çukurundan çıkan bir ateşin zuhuru.” (Müslim)
Hazret-i Mehdi’nin cemiyet-i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid’akârânesini tamir edecek, Sünnet-i Seniyyeyi ihyâ edecek, yani âlem-i İslâmiyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) inkâr niyetiyle şeriat-ı Ahmediyeyi (a.s.m.) tahribe çalışan Süfyan komitesi, Hazret-i Mehdi cemiyetinin mucizekâr mânevî kılıcıyla öldürülecek ve dağıtılacak. (Mektubat)
Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl-i beyt-i Nebevîden olacaktır. Cenâb-ı Hak bir dakika zarfında beyne’s-semâ ve’l-arz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin nümunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden Kadîr-i Zülcelâl, Mehdi ile de âlem-i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır. (Mektubat)
Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli hasep ve asil neseple mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beytten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar ve ehl-i kemâlin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-i azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyiç edecek ve uyandıracak hâdisât-ı azîme vücuda geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecek. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlâhiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız. (Mektubat)
Mehdi’nin vazifesi alem-i İslam üzerinde yani islami devletler üzerinde Süfyan (İslam Deccalı) tarafından gerçekleştirilmiş olan birçok tahribat (Halifeliğin kaldırılması, İslami gelenek ve göreneğin tahribatı vb) yeniden tesis edilmesi olacaktır. (Ve bizdeki mâni ise, istibdad-ı mütenevvi ve ahlâksızlık ve müşevveşiyet-i ahval ve atâleti intaç eden yeistir ki, şems-i İslâmiyetin küsufa yüz tutmasına sebep olmuşlardır (Muhakemat)). Hz Mehdi bu manileri bertaraf edecek ve özellikle alem-i İslam üzerine çökmüş olan yes’i ortadan kaldıracaktır.
Peki Hz Mehdi’nin hizmeti sadece bununla mı sınırlı kalacaktır? “Hazret-i İsâ aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdiye namazda iktida eder, tâbi olur” diye rivayeti ile şu anlaşılabilir. Hz Mehdi’nin yapacağı hizmet öyle bir çığır açacak ki onun yapmış olduğu tecdid-i din vazifesi ile eserleri; ortaya çıkmış olan dinsizlik fikirlerini kökünden kazıması nedeniyle Hz İsa’nın elindeki elmas kılıç olacak onunla Deccal’le yapacağı mücadelede istimal ederek muzaffer olacaktır.
Ahirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. (Kastamonu Lahikası)
Burada hâdisât-ı azîme efradından bir ferdi de Kudüs mevzuu olması kuvvetle muhtemeldir. Bu hadisenin verdiği kuvvetli hissiyat ile alem-i İslam’da bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hz Mehdi’nin hizmetinin çıktığı ve 1000 yıldır İslamiyet’in bayrağını şanlı bir şekilde dalgalandıran, yaklaşık 400 sene halifeliği elinde tutup diğer İslam toplumlarını sancağı altına almış olan Türkiye, etrafında bir ittihada doğru gidişatın da liderliğini yaparak onların başına geçip tarik-i hak ve hakikate sevk edecektir. Belki henüz maddeten kısmen olsa da manen ittihad-ı İslama doğru bir gidiş başlamış bulunmaktadır.
Ey benim şu kitabıma im’ân-ı nazar ile nazar eden zât! Malûmun olsun, bu kitapla istediğim hizmet budur: İslâmiyette olan tarik-i müstakîmi göstermekle ehl-i tefrit olan a’dâ-yı dinin teşkîkâtını red ve yüzlerine vurmakla beraber; tarik-i müstakîmin öteki cânibini ve sadîk-ı ahmak ünvanına lâyık olan ehl-i ifrat ve zahirperestlerin tevehhümlerini tard ve asılsızlığını göstermek ve asıl rehber-i hakikat ve âlem-i İslâmiyetin ikbal ve istikbaline yol açan ve sırat-ı müstakîmde kemâl-i ümid-i zaferle çalışan muhakkikîn-i İslâm ve âkıl sıddıklara yardım etmek ve kuvvet vermektir. Elhasıl, maksadım, ol elmas kılınca saykal vurmaktır. (Muhakemat)
Gelgelelim bu milletin hangi komite oldukları, hangi şahs-ı maneviye veya kime hizmet ettikleri konusuna;
Rivayette var ki, “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar.” Allahu a’lem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça te’vili Rusya’da çıkmış. Çünkü, her hükûmetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusya’nın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Lenin’den sonra Rus hükûmetinin başına geçirerek Rusya’nın başını patlatıp bin senelik mahsulâtını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükûmetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.
Her fitnenin başı olan bu millet aslında Deccal’in de mühim bir kuvveti olması ve özellikle birçok gizli dinsizlik komitesinin kurucuları ve sermayedarları olması ile bütün insanlık üzerindeki tahribatların da kaynağı ve akrep yuvası olanlar da bunlardır. Mehdi’nin görevi alem-i İslam üzerindeki tahribatı kaldırmak olacaksa alem-i insaniyette Deccal komitelerinin (Sermaye baronları, faiz lobileri, şahsi çıkarları için dünyayı çekinmeden ateşe atan bu uğurda kendi medya kuruluşlarını kullanarak sefahati ve dinsizliği yaymaya çalışan zalim aileler, din düşmanları olan gizli komiteler vb) dehşetli dinsizlik tahribatlarını kim kaldıracak? Bu sualin cevabı; semavi muavenet yani Hz İsa’nın gelişi ve manevi kılıcı olan İslamiyetteki hak ve hakikatları göstererek tıpkı Hz Mehdi’nin yaptığı gibi, diğer dinlerdeki ve dinsizlikteki ebatılın (O mâniler ise, ecnebilerde taklit ve cehalet ve taassup ve kıssîslerin riyaseti, (Muhakemat)) ref’iyle olacaktır.
“Hazret-i İsâ (a.s.) Deccal’la mücadelesi zamanında, Hazret-i İsâ (a.s.) onu öldüreceği vakitte, on arşın yukarıya atlayıp sonra kılıcı onun dizine yetiştirebilir derecesinde, vücutça o derece Deccalın heykeli Hazret-i İsa’dan büyüktür” diye meâlinde rivayet var. Demek Deccal, Hazret-i İsa aleyhisselâmdan on, belki yirmi misli yüksek kametli olmak lâzım gelir.
Din-i İsevînin hakikîsini esas tutan İsevî ruhanîlerin cemaati ve onlara karşı dinsizliği tervice başlayan cemaat tecessüm etseler, bir minare yüksekliğinde bir insanın yanında, bir çocuk kadar da olamaz.
Kat’î ve sahih rivayette var ki, “İsâ aleyhisselâm Büyük Deccalı öldürür.”
Vel’ilmü indallah, bunun da iki vechi var:
Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi istidracî harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve mu’cizatlı ve umumun makbulü bir zât olabilir ki, o zât, en ziyade alâkadar ve ekser insanların peygamberi olan Hazret-i İsâ aleyhisselâmdır.
İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsâ aleyhisselâmın kılıncıyla maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı mânevîsini öldürecek ve inkâr-ı ulûhiyet olan fikr-i küfrîsini mahvedecek ancak İsevî ruhânileridir ki, o ruhâniler din-i İsevînin hakikatini hakikat-i İslâmiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, mânen öldürecek. Hattâ, “Hazret-i İsâ aleyhisselâm gelir, Hazret-i Mehdiye namazda iktida eder, tâbi olur” diye rivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kur’âniyenin metbuiyetine ve hâkimiyetine işaret eder. (Şualar)
Hem âlem-i insaniyette inkâr-ı ulûhiyet niyetiyle medeniyet ve mukaddesât-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden Deccal komitesini, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın din-i hakikîsini İslâmiyetin hakikatiyle birleştirmeye çalışan hamiyetkâr ve fedakâr bir İsevî cemaati namı altında ve “Müslüman İsevîleri” ünvanına lâyık bir cemiyet, o Deccal komitesini, Hazret-i İsâ aleyhisselâmın riyaseti altında öldürecek ve dağıtacak, beşeri inkâr-ı ulûhiyetten kurtaracak. (Mektubat)
Hz İsa’nın Deccal’i öldürmesi mutlaka her türlü habisatın menbaı tabiri diğerle akrep yuvasını yok etmesiyle mümkün olacaktır. Ahirzamanda kutsal mekanımız olan Kudüs’te bunların toplandığı bir meydan olması hasebiyle onların tekrar mağdur ve perişan edilmesi ve yine İsra Sure’sinde (İsra-8: Ama eğer yine fesatçılığa dönerseniz biz de cezayı tekrarlarız.) bahsi geçen tekrar cezalandırmanın artık vakti gelmiş ve yine anlaşıldı ki bu yok ediş Hz İsa’nın kılıcıyla olacaktır.
“Müslümanlarla Yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Yahudi taşın, ağacın arkasına saklanacak, bunun üzerine o taş, o ağaç Yahudiyi kovalayan kimseye, ‘Ey Müslüman! Arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür!’ diyecek. Yalnız garkad ağacı bir şey söylemeyecek; çünkü o Yahudilerin ağaçlarındandır.” (Buhârî, Cihâd 94, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 82)
Hz İsa’nın gelmesi ile Hristiyanlık İslamiyet’e inkılap edecek ve bundan büyük bir kuvvet doğacak bu güç sayesinde Müslümanlar, Yahudilerle savaşacak ve onları mağlup ederek onları tekrar zillet ve meskenete sokacaklardır. Hadiste geçen taş ve ağacın mecaz olması nedeniyle bundan kasdın yeryüzünde bulunan milletler, toplumlar ve devletler olduğu anlaşılabilir. Nasıl ki Filistin topraklarını Osmanlı’nın elinden koparıp onların eline veren ve 1948’de devletlerinin kurulmasına sebebiyet veren İngiliz Devleti olmuştur ve el’an da Amerika (Evanjelistlerin desteklemesi nedeniyle) en kuvvetli savunucusu ve himayetkarı olması hasebiyle Garkad ağacı olmuşlardır. Yakın gelecekte mazlumun sesine kulak veren bu milletler ve devletler Hz İsa’nın onları tekrar İslamiyet’le şereflendirmesiyle birer birer desteklerini çekmeye başlayacaklardır.
Peki Hz İsa’nın gelişi veya zuhuru ne zaman olacaktır veya gelmiş midir? Bunu anlamak için Hz İsa’nın gelmesiyle ilgili alametlere bakmamız ve bunlardan teşhis etmemiz gerekmektedir? (Nasıl küçük küçük cüzdanlar büyük bir kütüğün vücudunu ihsas eder; ve küçük küçük senetler bir defter-i kebirin bulunduğunu iş’ar eder; ve küçük, kesretli tereşşuhatlar büyük bir su menbaını işmam eder. Sözler). Bizler de alametlere ve işaretlere bakarak tespit etmeye çalışacağız.
Yalnız ehemmiyetli bir endişe ve bir tesellî kalbime geliyor ki:
Bu geniş boğuşmaların neticesinde, eski Harb-i Umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin istinadı, menbaı olan Avrupa’da, deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyi tesellîye medar, âlem-i İslâmın tam intibahiyle ve Yeni Dünyanın, Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve İncil, Kur’ân’a ittihad edip tâbi olması, o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semâvî bir muavenetle dayanıp inşaallah galebe eder. (Emirdağ Lahikası)
Yukarıda bahsi geçen Lahika’da aslında vukua gelecek olan hadiselerin de bir nevi sıralaması verilmektedir. Umumi harplerden daha dehşetli deccalene bir vahşetten dinsizlik cerayanının yaygınlaşması yani tamim görmesi ve sefahetin iyice yaygınlaşması ve bunların neticesiyle anarşi ve bozgunculukların iyice ortaya çıkması anlaşılabilir.
Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.
Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:
O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.
On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (a.s.) mensup Hristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zaifler, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum. (Kastamonu Lahikası)
Bahsi geçen tesellileri sıralamaya koyacak olursak;
1- Alem-i İslâmın tam intibahı (henüz tam gerçekleşmedi fakat alametleri başladı)
2- Yeni Dünyanın (Amerika), Hristiyanlığın hakikî dinini düstur-u hareket ittihaz etmesi (henüz gerçekleşmedi)
3- Yeni Dünyanın (Amerika), âlem-i İslâmla ittifak etmesi (henüz gerçekleşmedi)
4- İncil, Kur’ân’a ittihad edip tâbi olması (âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek fakat henüz gerçekleşmedi)
5- O dehşetli gelecek iki cereyana (Deccal’in getirmiş olduğu dinsizlik ve onun neticesinde ortaya çıkacak olan anarşi, bozgunculuk, terör vb) karşı semâvî bir muavenetle (Hz İsa’nın gelişi)
Yukarıda bahsedilen işaretlere göre dünya hadiselerine bakacak olursak Hz İsa’nın daha henüz ya gelmediği ya da gelmiş olup hizmetlerine bu sıralar başlayacağını anlayabiliriz. Dolayısıyla vazifelerini yerine getirmesi ile ortaya çıkacak olan çok büyük inkişafatın vukua gelmeleri ve malum devletin inkırazının da henüz zamanın gelmediğidir. Teklif ve hikmet dünyasında biraz daha süreye ihtiyaç bulunduğu görülmektedir. Bu arada Türkiye’nin de henüz tam bağımsız hale (askeri anlamda) maddeten gelmediğidir. Bunun için en az 5-10 sene gibi bir süreye ihtiyaç bulunmaktadır.
Rivayetlerde (Keşşaf Tefsiri’nde de geçmektedir) Hz İsa’nın göğe yükselişinden önceki yaşının 33 olduğundan ve dünyaya tekrar döndükten sonra 40 yıl daha yaşayacağından bahsedilmektedir. Dolayısıyla Hz İsa’nın hizmet süresi (Allah-u a’lem bissavab) 40 yıldır. Bu süre zarfında bahsedilen inkişaflar gerçekleşecektir.
Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette bin beş yüz altı (1506)’dan tâ ‘42‘ye, tâ ‘45‘e kadar üç inkılâb-ı azîmin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. (Kastamonu Lahikası)
Yine ahirzamanda vukua gelecek olan hadiselerin önemli tarihlerine bakacak olursak (bu tarihe (1506) kadar zahir ve âşikârâne, belki galibane, sonra tâ ‘kırk iki (42)’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içinde vazife-i tenviriyesine devam edeceğine remze yakın ima eder. Kastamonu) galibane bir şekilde İslamiyet’in bütün dünyada yaşanması miladi 2082 yılına kadar sürecektir.
Hem de şu gelen mukaddeme her kemâli mahveden ye’si öldürür. Ve her bir saâdetin mâyesi olan ümidi hayatlandırır. Ve mazi başkalara ve istikbal bize olacağına beşaret verir. Taksime razıyız. İşte mevzuu, ebnâ-yı mâzi ile ebnâ-yı müstakbeli muvazene etmektir. (Muhakemat)
Eşhastan kat-ı nazar, nev’î ve umumî hüsn ve hakkın meydan-ı galebesi istikbaldir. Biz ölsek, milletimiz bâkidir. Kırk sene ile razı değiliz; en ekall bin sene galebeyi isteriz. (Muhakemat)
Muhakemat’ta bahsi geçen istikbalin bize ait olacağı ve 40 sene galibiyet şeklinde bir yükselmenin olacağı hadislerden gelen bir rivayet veya Bediüzzaman’ın ayet ve hadislerden çıkardığı bir istinbat olması kuvvetle muhtemeldir. Bu 40 sene 2082 senesinden çıkarıldığı takdirde hicri-miladi farklılığı nedeniyle yaklaşık olarak yükselişin zahir bir şekilde ortaya çıkması miladi 2040’lara denk gelmektedir. Hz Mehdinin vefatından sonraki inkişaflar ancak 30-40 sene sonrasında yani 1995 – 2000 li yıllardan sonra başladığı düşünüldüğünde Hz İsa’nın da vazife-i tenviriyesinin de artık çok yakın olduğunu veya gelmiş olduğunu anlamamıza yeterli bir işarettir. Fakat henüz yukarıda geçen teselliler henüz tam manasıyla aşikar olmadığı için gelmiş olduğu konusunda da bir şey söyleyemiyoruz. Fakat bu 20 sene zarfında çok külli inkılapların ve dönüşümlerin olacağının da mutlaka farkında olmalıyız. Bu asrın evladı olan bizler bu manada bu davaya sahip çıkıp Allah’ın (cc) nurunu tamamlamasında mutlaka bir nebze de katkıda bulunmak uğrunda çalışmalıyız. Yoksa Allah’ın (cc) nurunu tamamlaması için zaten bizlere hiç ihtiyacı yoktur.
يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَاللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ{٨}
Saff ﴾8﴿ Onlar, Allah’ın nurunu ağızlarıyla (kuru laf kalabalığıyla) söndürmek istemektedir. Oysa Allah, Kendi nurunu tamama (başarıya) eriştirecektir; kâfirler hoş görmese (istemese) bile (Kur’an’ın Adil Düzenini getirecektir).
وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
Üstteki Ayetin manası, “kafirler istemese dahi Allah cc nurunu tamamlayacaktır” manası ve ebced hesabıyla (eğer gayr-ı melfuz olan elifler sayılmazsa) 1505 etmekle 1506 rakamını bir farkla teyid etmekte ve galibane mücahedenin son tarihine işaret ederek bu süreye kadar Allah’ın nuru parlak bir şekilde sürecektir ve 1505-6 tarihinde nurunu tamamlayacaktır manasına da remz ederek mutabakat sağlamaktadır.
Ve madem İslâmiyet noktasında bu asır, gayet ehemmiyetli ve dehşetlidir. Kur’ân ve Hadis, ihbar-ı gaybîyle, ehl-i imanı onun fitnesinden sakınmak için şiddetle haber vermiş. Ve madem hesab-ı cifrî ve ebcedî ve riyazî eskiden beri sağlam bir düsturdur ve kuvvetli bir emare olabilir. (Kastamonu Lahikası)
Madem Kur’an her asra bakıyor ve her asrın insanlarının istikbalde başlarına gelecek olan mühim hadisatın şifrelerini de kendinde derc ediyor. Ve bu zamanın insanlarına kuvvetli bir işaret göstererek kendi asırlarındaki en büyük fitne olan Deccal fitnesinin mühim kuvveti olan çıyan yuvasını tabiri diğerle Yahudi Devleti’ni yok edecek olan Hz İsa’nın kılıcını vurmasının tarihini de bizlere remz suretinde işaret edecektir.
عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يَرْحَمَكُمْۚ وَاِنْ عُدْتُمْ عُدْنَۢا
İsra suresinde Yahudilerin başlarına gelecek olan dehşetli iki hadiseden bahsettikten sonra devamı olan bu ayetin, “Umulur ki Rabbiniz size acır. Ama eğer yine fesatçılığa dönerseniz biz de cezayı tekrarlarız. İsra-8” makam-ı ebcedisi şedde ve gayr-ı melfuzlar sayılmazsa hicri 1456 tarihini (m. 2034), eğer şedde sayılır gayr-ı melfuzlar dahil edilirse hicri 1469 (m. 2046) tarihini göstererek Allah’ın cc büyük gazabına uğrayacaklarının tarihlerine kuvvetli bir şekilde işaret ederek devletlerinin yok edileceğini nasıl ki yine Kur’anın da ihbarıyla bir seferinde Babil’lilerin diğer sefer de Roma’lıların hakimiyetine giren Kudüs tekrar Selahaddin-i Eyyubi’nin torunları olan ve İslam’a hizmet eden dava adamlarının yurdu, yani İslam memleketi olacağını mu’cizane bildirmektedir.
Buraya kadar olan kısımda tarihi seyrini de ifade ederek bir nebze Kudüs’ün ne zaman İslam diyarı olacağını Kur’an ve Hadisler’den anladığım manalarla ifade etmeye çalıştım. İşin en doğrusunu Rabbimiz cc bilir. Âyât, Hadisler ve Risale-i Nur’dan iktibas edilen yerler haricinde eğer kusurlar ve hatalar varsa bize aittir. Allah cc kusurlarımızı bağışlasın, bizleri razı olacağı kullarından eylesin. Allah’a emanet olunuz. Vesselam.
Sen ki bir ulu mâbed orda Kâbe burda Aksa,
Adn cennetinde pınar olsa oluk oluk aksa,
Kehkeşanın en yüce yıldızı O gönüllere çakılsa,
Furkan, nazenin elini açsa ne dur ne duraksa!
Öp onu koy başına işte İsra işte ayet-ül Kübra!
Garip değil yetim hiç değil her ne kadar uzaksa,
Hilal-i savmdır müjdedir ümmete eğer onu kucaklasa,
Gül-ü Muhammeddir reyhan kokar tutsa baksa,
Nerdesin Ey Salahaddin! Korkma utanma sıkılma!
Yeşert bahçende goncalar açsın, uzansın değsin başı arşa.
Kubbesini tekbirler çınlatsın sadasıyla sütunları kuvvet bulsun,
Coşsun onun damlasıyla denizler taşsın, Nuh’un tufanı olsun,
Onsuz zaman dursun! Güneş dönmesin, mihveri bozulsun,
Neyleyeyim ben dünyayı ister zelzele ister kıyameti kopsun,
Bu kalp dayanmaz yeter ki O yar olsun. Yeter ki O benim olsun!
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Sedad
3 Şevval 1442