Anasayfa » Onüçüncü Söz Dört Teselli Mektubu

Onüçüncü Söz Dört Teselli Mektubu

Risale-i Nur mizanlarından Onüçüncü Söz’ün İkinci Makamının Haşiyesidir

Mahpuslara dört teselli mektubudur.

Ondördüncü Şua Sayfa 479:

  بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

Risale-i Nur’daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar.

(Teselliye muhtaç birinci sırada mahpuslar gençlik darbesini yiyenlerdir. İkinci derecede bize de bakıyor. Bizde hayatımızda maddi ve manevi kayıtlar içerisinde hapisteyiz. Maişet, ihtiyarlık, hastalık veya heves ve nefsin hücumları bizi kayıtlıyor. Hayatımıza kayıtlar getiriyor. Bu kayıtlardan kurtaracak teselliye bütün insanlık muhtaçtır. Başta Peygamber Efendimiz (A.S.M.) olarak bütün nebiler ve müctehidler nev-i beşer için gönderilen tesellicilerdir.)

Hususan gençlik darbesini yiyip, taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var. Evet gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler… His ve heves ise kördür, akibeti görmez. (Süfyanın gözünün kör olması işarettir ki; Süfyan his ve hevesi elinde tutarak beşeri yoldan çıkarmış.  Şimalde bir devletin gençlerin hevesatını uyandırması deccaliyetin icraatına bir nevi işarettir.) Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder.

(Birinci misal;) Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker.

(İkinci misal;) Ve bir saat sefahet keyfiyle bir namus mes’elesinde; binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.

Bunlara kıyasen bîçare gençlerin çok vartaları var ki: En tatlı hayatını, en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar ve bilhâssa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. (Sosyalizm ile Avrupa’nın sefahatini karşılaştırdığımızda sosyalizm daha evladır. Sosyalizm İslâmiyete daha yakın fakat sosyalizmin bolşevizme dönmesi ile bolşevizmin dini tanımaması neticesinde zararları faydalarını geçti.)

Çünki akibeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, (Gençlerdeki bu kör hissiyat, nur talebelerinde mecazi nefs-i emmareye benzer. Bizlerde mecazi nefs-i emmareye bazen mağlub olabiliyoruz. Bu mağlubiyet neticesinde günahlara girmek imanın zaafindan ileri gelmiyor. Anlık hissiyatlarımıza mağlub olabiliyoruz. Üstadımızında bazen bir bazen on dakika nefsi ile mücadele etmistir. Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhâssa İhlas Risaleleri o iki nefsin bütün desaisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on dakikadaki haletleri birden izale etti. Ve manevî bir istiğfar olan kusurumu bildim. O hatanın muaccel cezası olan içindeki elemden ve azabdan kurtuldum. Kastamonu Lahikası sayfa 134)

  • Ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibahe eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder.
  • Hem serseri ve fakir olanlara, zenginlerin mallarını helâl eder ki; bütün beşer bu musibete karşı titriyor.

İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanane davranıp iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı, Risale-i Nur’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir.

(Keskin kılınçın mukabele tarzı

  • Hissi mağlup ediyor
  • Hakiki istikbal olan ahireti düşündürüyor. )

Yoksa o bîçare genç,

  • Hem dünya istikbalini,
  • Hem mes’ud hayatını,
  • Hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azablara, elemlere çevirip mahveder
  • Ve sû’-i istimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatın taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer. Eyvahlar, esefler ile ihtiyarlığında çok ağlayacak.

Eğer terbiye-i Kur’aniye ve Nur’un hakikatlarıyla kendini muhafaza eylese,

  • Tam bir kahraman genç
  • Ve mükemmel bir insan
  • Ve mes’ud bir müslüman ve sair zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.

Evet bir genç, hapiste yirmidört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarfetse ve ekser günahlardan hapis mani olduğu gibi o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tövbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse;

  • Hem hayatına,
  • Hem istikbaline,
  • Hem vatanına,
  • Hem milletine,
  • Hem akrabasına büyük bir faydası olması gibi
  • O on-onbeş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını,

Başta Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan, bütün Kütüb ve Suhuf-u Semaviye kat’î haber verip müjde ediyorlar.

Evet o şirin, güzel gençlik nimetine istikametle, taatle şükretse;

  • Hem ziyadeleşir,
  • Hem bâkileşir,
  • Hem lezzetlenir.

Yoksa hem belalı olur, hem elemli, gamlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasına, hem vatanına, hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeğe sebebiyet verir.

(Teselliye muhtaç ikinci sıradaki mahpuslar zulmen mahkûm olanlardır.)

Eğer mahpus, zulmen mahkûm olmuş ise, farz namazını kılmak şartıyla,

  • Herbir saati, bir gün ibadet olduğu gibi,
  • O hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevi sâlihlerden sayılabilirler.

(Teselliye muhtaç üçüncü sırada mahpuslar fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlarına müştak olanlardır.)

Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlarına müştak ise; farzını yapmak ve tövbe etmek şartıyla

  • Herbir saatleri yirmişer saat ibadet olup
  • Hapis ona bir istirahathane
  • Ve merhametkârane ona bakan dostlar için bir muhabbethane,
  • Bir terbiyehane,
  • Bir dershane hükmüne geçer.

O hapiste durmakla hariçteki müşevveş, her taraftaki günahların hücumuna maruz serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir. Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman bir katil, bir müntakim olarak değil, belki tövbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zâtların az zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zâtlar demişler ki: “Terbiye için onbeş sene hapse atmaktan ise, onbeş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.”

Madem ölüm ölmüyor ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir ve madem kabir kapanmıyor, kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında i’dam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-ı Kur’aniye ile gösterilmiş ve ehl-i dalalet ve sefahet hakkında göz ile göründüğü gibi bir i’dam-ı ebedîdir; bütün mahbubatından ve mevcudattan bir firak-ı lâyezalîdir. Elbette ve elbette hiç şübhe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki; sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikamet dairesinde, imanına ve Kur’ana hizmete çalışmaktır.

Ey zevk ve lezzete mübtela insan! Ben yetmişbeş yaşımda binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki: Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi hayatın lezzetini kaçırır.

Ey hapis musibetine düşen bîçareler!. Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı; çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın, hapisten istifade ediniz. Nasıl bazan ağır şerait altında düşman karşısında bir saat nöbet, bir sene ibadet hükmüne geçebilir. Öyle de, sizin bu ağır şerait altında herbir saat ibadet zahmeti; çok saatler olup, o zahmetleri rahmetlere çevirir.

  * * *

Ondördüncü Şua Sayfa 478 (Emirdağ hapis mektublarından)

  بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Hapis musibetine düşenlere ve onlara merhametkârane, sadakatle, hariçten gelen erzaklarına nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselliyi “Üç Nokta”da beyan edeceğim.

Birinci Nokta: Ehl-i iman için hapis musibeti farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek ve sabır içinde şükretmek şartıyla hapiste geçen ömür günleri, her bir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir. Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle manen bâki saatlere çevirebilir ve beş-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olabilir. (Dünyada şer’i olmayan beşeri kanunlarla uygulanan cezaların haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olacağı Üstadımızın bir içtihadıdır. Ancak farz namazının kılınması ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe edilmesi ve sabır içinde şükredilmesi şartıyla ahiret mesuliyetlerinden kurtuluna bilinir.)

İşte ehl-i iman için bu pek büyük ve çok kıymetdar kazanç şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tövbe etmek ve sabır içinde şükretmektir. Zâten hapis çok günahlara manidir, meydan vermiyor.

İkinci Nokta: Musibete karşı sabır kuvvetini hazır zamana tahşid etmek gerektiğini izah ediyor. Zeval-i lezzet elem olduğu gibi, zeval-i elem dahi lezzettir. Evet herkes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşünse; teessüf ve tahassür elem-i manevîsini hissedip “Eyvah” der ve geçmiş musibetli, elemli günlerini tahattur etse; zevalinden bir manevî lezzet hisseder ki: “Elhamdülillah şükür, o bela sevabını bıraktı gitti” der. Ferah ile teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, ruhta bir manevî lezzet bırakır ve lezzetli saat, bilakis elem bırakır. Madem hakikat budur ve madem geçmiş musibet saatleri, elemleri ile beraber madum ve yok olmuş ve gelecek bela günleri, şimdi madum ve yoktur ve yoktan elem yok ve madumdan elem gelmez. Meselâ, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün o niyetle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri -ki hiç ve madum ve yok olmuşlar- şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp, Allah’tan şekva etmek gibi “Of, of” etmek divaneliktir. Eğer sağa-sola yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir. Sıkıntı ondan bire iner. Hattâ şekva olmasın, ben bu üçüncü Medrese-i Yusufiyede, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve manevî sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, hususan Nur’un hizmetinden mahrumiyetimden gelen me’yusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inayet-i İlahiye bu mezkûr hakikatı gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden razı oldum. Çünki benim gibi kabir kapısında bir bîçareye, gafletle geçebilir bir saatini, on aded ibadet saatleri yapmak büyük kârdır diye şükreyledim.

Üçüncü Nokta: Farz namazını kılmak, sadakat, şefkat, sevinç ile ve minnet ettirmemek şartıyla; Hasta, ihtiyar, garip, fakir mahpuslara hizmet eden gardiyanlar için sadaka hükmüne geçtiğini izah ediyor. Mahpuslara şefkatkârane hizmetle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve manevî yaralarına tesellilerle merhem sürmekte az bir amel ile büyük bir kazanç var ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek, aynı o yemek kadar o gardiyan ve gardiyan ile beraber dâhilde ve hariçte çalışanların -bir sadaka hükmünde- defter-i hasenatına yazılır. Hususan musibetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garib olsa, o sadaka-i maneviyenin sevabı çok ziyadeleşir.

İşte bu kıymetli kazancın şartı, farz namazını kılmaktır. Tâ ki o hizmeti, Lillah için olsun. Hem bir şartı da, sadakat ve şefkat ve sevinç ile ve minnet etmemek tarzda yardımlarına koşmaktır.

1-) Emirdağ Lahikası-1 sayfa 286-287 :

Birden bize bu yeni taarruzun sebebi; matbu’ Gençlik Rehberi’nin âhirinde “Nur şakirdleri, hükûmetin müsaadesine binaen, mümkün olduğu kadar Nur dershaneleri açılmak münasibdir” diye bizim gizli düşmanlarımız maarif dairesini aleyhimize çevirmeğe çalışması bir vesile oldu.

2-) Emirdağ Lahikası-2 sayfa 67 :

Gizli dinsizler, resmî bazı memurları aldatıp Nur’un mahrem büyük risaleleri içinde yalnız Rehber’i musırrane medar-ı ittiham tutmaları ve bir buçuk seneden beri bana sıkıntı vermelerinin sebebi Rehber’deki “Hüve Nüktesi” olduğunu kat’iyyen bildim. Çünki bu Hüve’nin keşfettiği sırr-ı tevhid, pek kat’î ve bedihî bir surette küfr-ü mutlakı kırıyor. Hattâ bir kısmında hiç vesvese ve şübhe bırakmıyor. Gizli dinsizler buna karşı çare bulamadıklarından, intişarına resmî yasak ile sed çekmek için çalıştılar.

* * *

  • Ondördüncü Şua Sayfa 487:

  بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

  اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Ey hapis arkadaşlarım ve din kardeşlerim!

Size hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikati beyan etmek, kalbime ihtar edildi. O da şudur:

Meselâ: Birisi birinin kardeşini veya bir akrabasını öldürmüş. Bir dakika intikam lezzetiyle bir katl, milyonlar dakika hem kalbî sıkıntı, hem hapis azabını çektirir ve maktulün akrabası dahi intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle, hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır. Hem korku, hem hiddet azabını çekiyor. Bunun tek bir çaresi var. O da Kur’anın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktiza ve teşvik ettikleri olan, barışmak ve musalaha etmektir.

Evet, hakikat ve maslahat sulhtur.

(Birinci Vecih;) Çünki ecel birdir, değişmez.

(İkinci Vecih;) O maktul, herhalde ecel geldiğinden daha ziyade kalmayacaktı.

(Üçüncü Vecih;) O katil ise, o kaza-i İlahiyeye vasıta olmuş.

(Biz Mazide Cebriye ile barışırız. Müstakbelde ise Mutezile ile barışırız. Yani Cebriye Mazide başa gelen hadisede Ehl-i Sünnet gibi ” Her şey kader ile takdir edilmiştir.  der. Ehl-i Sünnetle aynı fikri paylaşır. Mutezile ise Müstakbelde ortaya çıkacak bir hadisede Ehl-i Sünnet gibi “Esbaba müracaat edilmeli.” der. Ehl-i Sünnetle aynı fikri paylaşır. MN129)

Eğer barışmak olmazsa, iki taraf da daima korku ve intikam azabını çekerler.

Onun içindir ki; “Üç günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek” İslâmiyet emrediyor.

(Ne için İslamiyet küsmemeyi emrediyor. Denilse buradaki makam itibari ile iki tarafında korku ve intikam azabından kurtulması için denir. Aynı Hadis Uhuvvet Risalesinde ise Müslümanların birbirleri arasında çok kuvvetli bağların bulunduğunu ve bir kalbde iki zıt şeyin bulunamayacağını dolayısıyla mü’minler arasında küslük olmaması gerektiğini izah ediyor. Şeriatta müsaade edilen üç gün mühlet ise fıtratta bulunan kin ve adavet hissinin tadil edilmesi için verilmiştir.)

Eğer o katl,

  • Bir adavetten ve bir kinli garazdan gelmemişse ve
  • Bir münafık o fitneye vesile olmuş ise; çabuk barışmak elzemdir.

Yoksa o cüz’î musibet büyük olur, devam eder.

Eğer barışsalar ve öldüren tövbe etse ve maktule her vakit dua etse, o halde her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel, birkaç dindar kardeşleri kazanır. Kaza ve kader-i İlahîye teslim olup düşmanını afveder ve bilhâssa madem Risale-i Nur dersini dinlemişler, elbette mabeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmağa hem maslahat ve istirahat-ı şahsiye ve umumiye, hem Nur dairesindeki uhuvvet iktiza ediyor.

(Neden bilhâssa Risale-i Nur dersini dinleyenlerin küsmemesi gerektiği sorulsa cevaben Nur Talebeleri arasındaki bağlar Risale-i Nurda anlatılan hakikatlar adedincedir. Mesela Birinci Sözde anlaşılan hakikatlar kadar ortak bağlar vardır.)

Nasılki Denizli hapsinde birbirine düşman bütün mahpuslar, Nurlar dersiyle birbirlerine kardeş oldular ve bizim beraetimize bir sebeb olup, hattâ dinsizlere, serserilere de o mahpuslar hakkında “Mâşâallah, bârekâllah” dedirttiler ve o mahpuslar tam teneffüs ettiler. Ben burada gördüm ki: Birtek adamın yüzünden yüz adam sıkıntı çekip beraber teneffüse çıkmıyorlar. Onlara zulüm olur. Mert ve vicdanlı bir mü’min, küçük ve cüz’î bir hata veya menfaatle yüzer zararı ehl-i imana vermez. Eğer hata etse verse, çabuk tövbe etmek lâzımdır.

  * * *

  • Ondördüncü Şua Sayfa 490:

  بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar!

(Risale-i Nur Hastalığın, İhtiyarlığın hikmetlerini ders verdiği gibi bu mektubta da Hapse girmenin hikmetleri üzerinde durulmuştur.)

Benim kat’î kanaatım gelmiş ki; buraya girmemizin inayet-i İlahiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz. Yani, Nurlar tesellileriyle ve imanın hakikatlarıyla sizi bu hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşuboşuna gam ve hüzün ile giden hayatınızı faydasızlıktan, bâd-i heva zayi’ olmasından ve dünyanızın ağlaması gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli size vermektir.

Madem hakikat budur. (Yani, bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz.)

Elbette siz dahi, Denizli mahpusları ve Nur talebeleri gibi birbirinize kardeş olmanız lâzımdır. (Denizli hapsindeki zâtların az bir zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zâtlar demişler ki: “Terbiye için onbeş sene hapse atmaktansa, onbeş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.” Şualar – 481)

Görüyorsunuz ki: Bir bıçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek için dışarıdan gelen bütün eşyanız ve yemek ve ekmeğinizi ve çorbanızı karıştırıyorlar. Size sadakatla hizmet eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar. Hem siz, beraber teneffüse çıkmıyorsunuz. Güya canavar ve vahşi gibi birbirinize saldıracaksınız. İşte şimdi sizin gibi fıtrî kahramanlık damarını taşıyan yeni arkadaşlar, bu zamanda manevî büyük bir kahramanlık ile heyete deyiniz ki: “Değil elimize bıçak, belki mavzer ve rovelver de verilse, hem emir de verilse, biz bu bîçare ve bizim gibi musibetzede arkadaşlarımıza dokunmayacağız. Eskiden yüz düşmanlık ve adavetimiz dahi olsa da, onları helâl edip hatırlarını kırmamağa çalışacağımıza, Kur’anın ve imanın ve uhuvvet-i İslâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşadıyla karar verdik.” diyerek, bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.

  * * *

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*