Anasayfa » Onüçüncü Söz Birkaç Biçare Genç

Onüçüncü Söz Birkaç Biçare Genç

Birkaç bîçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risale-i Nur’dan meded isteyen gençlere dediğim gibi dedim ki: (Dersin tesirli olmasının sebebi günahlar içindeki elemler gösterildiğindendir. Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı i’cazıyla hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur; bu dünyada bir manevî cehennemi, dalalette gösterdiği gibi; imanda dahi bu dünyada manevî bir cennet bulunduğunu isbat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde, manevî elîm elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi manevî lezzetler bulunduğunu isbat ediyor. Sefahet ehlini ve dalalete düşenlerini -o cihetle- aklı başında olanlarını kurtarıyor. Hutbe-i Şamiye 8)

(Gençlik tehlikesine karşı gençliğin geçici olduğunu Onbirinci Şua’ın İkinci Mes’elesindeki tarzda ders veriliyor. Elhasıl kısmında ise Beşinci Mes’eledeki gibi gayr-ı meşru gençliğin zararları anlatılmıştır.)

Sizdeki gençlik kat’iyyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız,

  • O gençlik zayi’ olup
  • Başınıza hem dünyada,
  • Hem kabirde,
  • Hem âhirette

kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.

(Hayat tehlikesine karşı hayatın iman dairesinde lezzetle geçebileceğini Onbirinci Şua’ın Üçüncü Mes’elesindeki tarzda ders veriliyor.)

Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse;

(Üstad Hazretleri imanı olmayan kâfir ile isyan ile imanı tesir etmeyen fasığın kâinata bakış açılarının aynı olduğunu İkinci ve Üçüncü Sözlerde şu cümlelerle işaret etmiştir. Fakat kâfir ile fasığın âhiretteki neticeleri aynı değildir.)

(Evvelki adam kâfirdir veya fâsık-ı gafildir. Sözler – 17)

(O iki yolcu; biri muti’-i kanun-u İlahî, birisi de âsi ve hevaya tâbi insanlardır. Sözler – 18)

(İman ilâcı ise, feraizi mümkün oldukça yerine getirmekle tesirini gösteriyor.

Gaflet ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın tesirini meneder. Lemalar – 220)

Hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir.

Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.

İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

(Akıl bir âlettir. Eğer Cenab-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’iç ve muacciz bir âlet olur ki; geçmiş zamanın âlâm-ı hazînanesini ve gelecek zamanın ehval-i muhavvifanesini senin bu bîçare başına yükletecek, yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki: Fâsık adam, aklın iz’ac ve tacizinden kurtulmak için, galiben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Sözler – 27)

Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar. Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatın, İhtiyar Risalesi’nde Yedinci Rica’da izahı var. Ona bakmalısınız. (Yedinci Ricada imanın altı cihetinden gelen nur gösterilmiştir.)

İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. (İmansız hayatta da cüz’i ve elemli dahi olsa bir lezzet vardır. Ama feraizle hayatın kıymeti arttığından feraiz hayatı zinetlendiriyor.)

Hevesat tehlikesine karşı gençliğin geçici olduğunu ve ölümün hakikatını nazara vermekle sakındırarak Onbirinci Şuadan İkinci Mes’eledeki misallerle ders veriyor. Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-ı mevt ise, size -başka gençlere söylediğim gibi- bir temsil ile beyan ediyorum:

Meselâ, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. (darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabir)  Onun yanında bir piyango (fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren) (Piyango; küçük bir şey verip çok büyük şeyler almağa işarettir.) dairesi var. Biz buradaki on kişi alâküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından her dakika, ya “Gel i’dam biletini al, darağacına çık!” (Âhirete inanmayan için) veyahut “Gel, milyonlar altun kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış gel, al!” demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi.

(Yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, hevesatı teşvik ederek ahireti düşünmekten alı koyarak aldatıyor. Hevesatı her zaman kadınlar temsil etmiş.) Biri yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zahiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. (Zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşrua)

(Diğer biri de; hevesatın isteklerinden kurtulmuş, sözü ile ef’ali bir olan ciddi bir adam) Diğer biri de; aldatmaz ve aldanmaz ciddî bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki: “Size bir tılsım, (iman) bir ders getirdim. Bunu okusanız, o helvayı yemezseniz, (günahlara girmezseniz.) o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsım ile, (tılsım-ı Kur’anî olan iman ve feraizi elde etmek) o emsalsiz ikramiye biletini alırsınız. İşte bu darağacında zâten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyorlar ve oraya girinceye kadar o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıktıkları görünüyor. Fakat onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar şahidler var, haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar ve haber veriyorlar ki; o darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüz ile gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şübhesiz gündüz gibi kat’î biliniz.” dedi.

İşte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârane zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zahiren göründüğü gibi düşer ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar farketmeyerek her vakit ecel cellâdı, başını kesmek için gelebilir.

Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşruayı terkedip, tılsım-ı Kur’anî olan iman ve feraizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüzyirmidört bin Enbiya Aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayet ve ehl-i hakikat müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.

Elhasıl, gençlik gidecek.

Sefahette gitmiş ise,

Hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve

  • Öyle gençler ekseriyetle sû’-i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere
  • Ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve
  • manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz;

Hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.

  • Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû’-i istimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar işittiğiniz gibi;
  • Hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz.
  • Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle- ekser azablar, gençlik sû’-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz.
  • Hem nev’-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile “Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi’ ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” diyecekler.

Çünki beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için,

Dünyada çok seneler gam ve keder ve

Berzahta azab ve zarar ve

Âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam,

en acınacak bir halde olduğu halde اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir. Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn…

  * * *

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*