Onbeşinci Söz Zeyline Ek Şeytanın itirazı

  ŞEYTANIN İKİNCİ KÜÇÜK BİR İTİRAZI

Sure-i ق وَ الْقُرْآنِ الْمَجِيدِ i  okurken

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ وَجَاءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذلِكَ مَا كُنْتَ مِنْهُ تَحِيدُ وَ نُفِخَ فِى الصُّورِ ذلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ وَ جَاءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَائِقٌ وَ شَهِيدٌ لَقَدْ كُنْتَ فِى غَفْلَةٍ مِنْ هذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ وَ قَالَ قَرِينُهُ هذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ اَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ

Şu âyetleri okurken şeytan dedi ki: “Kur’anın en mühim fesahatını, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz.

Fesahat belagatın bir şubesidir. Akıcı ve açık konuşmak demektir. Ayrıca Yirmibeşinci sözde fesahatı şöyle açıklıyor. “Fesahatin kat’î vücuduna, usandırmaması delildir.” Ve “Kur’anda huruf-u hecaiyenin vaziyetiyle hasıl olan bir selaset ve fesahat-i lafziyesi vardır.”

Halbuki şu âyette nereden nereye atlıyor? Sekerattan tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i Sur’dan muhasebenin hitamına intikal ediyor. Ondan Cehennem’e idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selaset kalır? Kur’anın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak mes’eleleri birleştiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selaset ve fesahat nerede kalır?”

Elcevab: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın esas-ı i’cazı, en mühimlerinden belâgatından sonra îcazdır. Îcaz, i’caz-ı Kur’anın en metin ve en mühim bir esasıdır. Kur’an-ı Hakîm’de şu mu’cizane îcaz o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki; ehl-i tedkik, karşısında hayrettedirler. (25. Söz Birinci Şule İkinci Şuada 13 sayfa içerisinde Kur’anın câmiiyet-i hârikulâdesi Beş Lem’ada misaller verilerek anlatılmıştır. Kur’anın câmiiyeti, başka bir ifade ile Kur’anın icazı yani az kelime ile çok hakikatların anlatılmasıdır.)

Meselâ:

وَ قِيلَ يَا اَرْضُ ابْلَعِى مَاءَكِ وَيَا سَمَاءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ الْمَاءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

Kısa birkaç cümle ile, Tufan hâdise-i azîmesini netaiciyle öyle îcazkârane ve mu’cizane beyan ediyor ki; çok ehl-i belâgatı, belâgatına secde ettirmiş. (İşte şu âyetin bahr-i belâgatından bir katreye işaret için bir üslûbunu bir temsil âyinesinde göstereceğiz. Nasıl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra ateş eden bir ordusuna (ateş eden ordu semadır.) “Ateş kes!” ve hücum eden (hücum eden ordu arzdır.) diğer bir ordusuna “Dur!” der, emreder. O anda ateş kesilir, hücum durur. “İş bitti, istila ettik. Bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kal’alarının başında dikildi. (yani gemi cebel-i cuda dikildi.) Esfel-üs safilîne giden o edebsiz zalimler cezalarını buldular.” der.

Aynen öyle de: Padişah-ı Bîmisal, kavm-i Nuh’un mahvı için Semavat ve Arz’a emir vermiş. Vazifelerini yaptıktan sonra ferman ediyor: Ey Arz! Suyunu yut. (Yut kelimesi üç harftir. Be, lam, ayn, sırasıyla dudak, damak, boğaz harfleridir. Bu yut kelimesinde kullanılan harflerin sırası suyun ağızdan mideye gidiş sırasınıda ince bir mana olarak ders veriyor.) Ey sema! Dur, işin bitti. Su çekildi. Dağın başında memur-u İlahînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular. İşte şu üslûbun ulviyetine bak. “Zemin ve gök iki muti’ asker gibi emir dinler, itaat ederler” diyor. İşte şu üslûb işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor. Semavat ve Arz hiddete geliyorlar. Ve şu işaretle der ki: “Yer ve gök iki muti’ asker gibi emirlerine bakan bir zâta isyan edilmez, edilmemeli.” Dehşetli bir zecri ifade eder. İşte tufan gibi bir hâdise-i umumiyeyi bütün netaiciyle, hakaikıyla birkaç cümlede îcazlı, i’cazlı, cemalli, icmalli bir tarzda beyan eder. Şu denizin sair katrelerini şu katreye kıyas et. Sözler – 376)

Hem meselâ:

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَيهَا اِذِ انْبَعَثَ اَشْقَيهَا فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيَيهَا فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوَّيهَا وَلاَ يَخَافُ عُقْبَيهَا

İşte, Kavm-i Semud’un acib ve mühim hâdisatını ve netaicini ve sû’-i akibetlerini, böyle kısa birkaç cümle ile îcaz içinde bir i’caz ile selasetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda beyan ediyor.

Hem meselâ:

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

İşte اَنْ لَنْ نَقْدِرَعَلَيْهِ cümlesinden فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler ise, fehmi ihlâl etmiyor, selasetine zarar vermiyor. Hazret-i Yunus’un kıssasında mühim esasları zikreder, mütebâkisini akla havale eder. (Hazret-i Yunus Aleyhisselâm’ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ

münacatı, ona sür’aten vasıta-i necat olmuştur. Lemalar – 5)

(Bu münacatla Hazret-i Yunus’un kıssasının mühim esasları zikredilmiştir. Bu münacatın akabinde akla havale edilen mana ise istikbalimize, dünyamıza ve nefsimize nazar-ı merhametini nasıl celbede bileceğimizi göstermektedir. Kur’an bu manayı camiiyeti ile bize ders vermiştir. Şöyle ki لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ cümlesiyle istikbalimize, سُبْحَانَكَ kelimesiyle dünyamıza, اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ fıkrasıyla nefsimize nazar-ı merhametini celbetmeliyiz. Lem’alar 7)

Hem meselâ:

Sure-i Yusuf’ta اَرْسِلُونِ kelimesinden يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدِّيقُ ortasında yedi-sekiz cümle îcaz ile tayyedilmiş. Hiç fehmi ihlâl etmiyor, selasetine zarar vermiyor. Bu çeşit mu’cizane îcazlar Kur’anda pek çoktur, hem pek güzeldir.

(Ortasında şu manalar vardır:   اِلَى يُوسُفَ ِلاَسْتَعْبَرَ مِنْهُ الرُّؤْيَا فَاَرْسَلُوهُ فَذَهَبَ اِلَى السِّجْنِ وَ قَالَ يُوسُفُ 

Demek beş cümleyi bir cümlede icmal edip îcaz ettiği halde vuzuhu ihlâl etmemiş, fehmi işkal etmemiş. Âyet, Yusuf ‘un A.S. hapiste iken rüyasını tabir ettiği arkadaşının onun yanına gönderilmesi ve Yusuf A.S. Sıddıkinlerden olduğunu izah ediyor. Yirmibeşinci Söz Birinci Şule İkinci Şua Beşinci Lem’a Üçüncü Işık sayfa 400)

(Diğer bir misal Sözler sayfa 606’de şöyledir. İşte şu silsileye mebde’ ve müntehayı zikrederek işaret eden şu âyete bak:  وَمِنْ آيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ اِنَّ فِى ذلِكَ َلآيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ Sözler – 606)

Amma Sure-i Kaf’ın âyeti ise; ondaki îcaz pek acib ve mu’cizanedir. Çünki kâfirlerin pek müdhiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehşetli inkılabatında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim hâdisata birer birer parmak basıyor. Şimşek gibi fikri, onlar üstünde gezdiriyor. (Sekerattan sûra, sûrun üflenmesinden muhasebeye, muhasebeden kafirlerin cehenneme idhaline kadar hadisat üstünde fikri gezdiriyor.) O pek çok uzun zamanı, hazır bir sahife gibi nazara gösteriyor. Zikredilmeyen hâdisatı hayale havale edip, âlî bir selasetle beyan eder.

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

(Kur’anın gün kavramının göreceli olduğunu göstermek için ayetlerde Ellibin sene, Bin sene gibi zamanlar nazara verilmiştir. Bu hakikat Barla Lahikası sayfa 325’de şöylece zikredilmiştir. “Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tulû’ mabeyninde dört saat günden ve bu yerlerde kışta sekiz-dokuz saatten ibaret eyyamlardan tut, tâ Güneş’in mihveri üstünde bir aya yakın yevminden, hattâ Kozmoğrafya’nın rivayetine göre tâ “Rabb-üş Şi’ra” tabiriyle Kur’an’da namı ilân edilen ve şemsimizden büyük “Şi’ra” namında diğer bir şemsin belki bin seneden ibaret olan gününden, tâ Şems-üş Şümus’un mihveri üstündeki ellibin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır.”)

İşte ey şeytan! Şimdi bir sözün daha varsa söyle…

Şeytan der: Bunlara karşı gelemem. Müdafaa edemem.

Fakat (Şeytanı dinleyenler üç sınıftır.)

  1. Çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve
  2. İnsan suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar ve
  3. Feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okşayan mes’eleleri benden ders alıyorlar.

Senin bu gibi sözlerin neşrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem!

  * * *

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir