Birinci Söz
(Hele Birinci Söz’de Besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi şâyan-ı takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabın ibtidasında “Besmele, Hamdele, Salvele”nin zikrinin vücubu, hoca efendilerimiz tarafından beyan edilmiş ise de, bu gibi nefsi iskât edecek bir temsil işitilmediğinden bu derece zihinde takarrur ve temerküz etmemişti. Şu temsil, Besmele Sözü olan Birinci Söz’de ne kadar musîb ve manidar olduğunu insan olan takdir eder. Barla Lahikası 44)
(Birinci Söz tevhid miftahıdır. Barla Lahikası 50
Tevhid miftahı olması, insanın kendi acz ve fakrını anlaması mütevazi olmayı netice verip Cenab-ı Hakk nam ve hesabına hareket etmesiyle kâinatta tezahür eden daire-i Rububiyeti görebilmenin ilk adımı olmasındandır.)
(Felillahilhamd sırr-ı temsil dûrbîniyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, en dağınık mes’eleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hasıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefs ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu. Barla Lahikası 20)
(İhtar: Şu risalelerde teşbih ve temsilleri, hikâyeler suretinde yazdığımın sebebi; hem teshil, hem hakaik-i İslâmiye ne kadar makul, mütenasib, muhkem, mütesanid olduğunu göstermektir. Hikâyelerin manaları, sonlarındaki hakikatlerdir. Kinaiyat kabîlinden yalnız onlara delalet ederler. Demek, hayalî hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir. Sözler 48)
(“İşte Risale-i Nur’un sözleri harfleri ki, onlara işaretler eyledik. Sen onların hâssalarını topla ve manalarını tahkik eyle. Bütün hayır ve saadet, onlarla tamam olur.” der. “Harflerin manalarını tahkik et.” karinesiyle manayı ifade etmeyen hecaî harfler murad olmayıp, belki kelimeler manasındaki “Sözler” namıyla risaleler muraddır. Şualar 298
Risaleler tahkik edilerek mütalaa ve tedenni ile okunmalıdır.)
(“Bismillahirrahmanirrahîm” yukarıdan nüzul ile semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musaggarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi arşa bağlar. İnsanî arşa çıkmağa bir yol olur. Sözler 9)
(Birtek âyet iken yüz ondört defa tekerrür eden “Bismillahirrahmanirrahîm” cümlesi, Risale-i Nur’un Ondördüncü Lem’asında beyan edildiği gibi; arşı ferşle bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes ona muhtaç olan öyle bir hakikattır ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç var. Değil yalnız ekmek gibi her gün, belki hava ve ziya gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak vardır. Sözler 453
Milyonlar defa tekrar etmek bir gün için düşünülse en az beş saniye de bir Besmele çekmemiz anlamına geliyor.)
(Herkes, her vakit Kur’ana muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen her vakit bütün Kur’anı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar, Kur’andan mahrum kalmamak için; herbir sure, birer küçük Kur’an hükmüne, hattâ herbir uzun âyet, birer kısa sure makamına geçer. Hattâ Kur’an Fatiha’da, Fatiha dahi Besmele’de münderic olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikata bürhan ise, ehl-i tahkikin icmaıdır. Sözler 398)
(Ayetin Tahlili:
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
قَالَتْ : Söyleyen Belkıs müennes olduğundan “galet” demesi; şefkati ifade ediyor.
يَا اَيُّهَا الْمَلَؤُا : Milletin ileri gelenleri
اِنِّى اُلْقِىَ اِلَىَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ : Kerim olan kitab bana bırakıldı. Âyetin Üstada ve Risale-i Nura bakan ciheti hem şefkati esas alması hem de elindeki kitabın tam kerim bir kitab olmasını düşünebiliriz.
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمنَ وَ اِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ : Süleyman’ın (AS) gönderdiği hüdhüd kuşunun getirdiği mektubun içeriği Bismillahirrahmanirrahim’dir. Bunun içinde çok sırlar vardır.)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَ بِهِ نَسْتَعِينُ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
(Bismillahtaki “b” harfi daire-i ubudiyeti, “Allah’ın ismiyle” tabiri ise daire-i rububiyeti ifade ediyor. Her ismin bir rububiyet dairesi olmasından her ismin gerektirdiği vazifeyi yerine getirmemiz gerektiğini ikaz ediyor. Bismillah denirse; yani; insan acz ve fakrını anlayıp Rububiyete karşı muvafık ubudiyetle mukabele ederse; selamet bulur. Bismillah selameti netice veriyor.
Bismillah ta iki mana var; Cenab-ı Hakkı tanımak ve onun namına hareket etmek. Yani Rububiyyet ile ubudiyyet dairesini ifade ediyor. Allah ismi bir âlem olup bütün isimleri içine alıyor ve bütün isimleri tanımak, bilmek, delillerini görmek ve iktizalarına göre hareket etmek gerektiğini ders veriyor.)
Ey (يَا ile nida edilen insanlar gafil, gaib, hazır, cahil, meşgul, dost, düşman gibi çok muhtelif tabakalara şamildir. Bu muhtelif tabakalara göre يَا nın ifadesi değişir. Meselâ: Gafile karşı tenbihi ifade eder, gaibe ihzarı, cahile tarifi, dosta teşviki, düşmana tevbih ve takri’i gibi her tabakaya münasib bir ifadesi vardır. Sonra makam kurbu iktiza ettiği halde, uzaklara mahsus olan يَا edatının kullanılması birkaç nükteye işarettir:
- Teklif edilen emanet ve ibadetin pek büyük bir yük olduğuna,
- Derece-i ubudiyetin, mertebe-i uluhiyetten pek uzak olduğuna,
- Mükelleflerin, zaman ve mekânca hitabın vakit ve mahallinden ırak bulunduğuna,
- İnsanların derece-i gafletlerine işarettir. İşarat-ül İ’caz 96)
Kardeş! (Risale-i Nur’un mesleğine işaret ediyor. Mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir. Gıbtakârane müzahameye medar olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zahîr olur; hizmetini tekmil eder. Lem’alar 166)
Benden birkaç nasihat istedin. (İnsan fıtraten nasihatı (yani dini) istiyor. Hem sizde ve müstemiînde iştiyak olduğu zaman okuyunuz. Barla Lahikası 250
Hakaiki beyan etmeden önce o hakaikten istifade etmeye vesile olacak bazı düsturları nazara veriyor. Başka risalelerde de nümuneleri var.)
Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle. (Askerlik; İnsanın hayatı askerliğe benziyor. Acemilik, ustalık; dünya (talim) sonra âhiret (terhis) gibi..)
(Besmele ayinesinde içine almak itibariyle Fatiha suresi göründüğü gibi; Fatiha Suresi Besmele ile beraber sekiz âyet olması bir işarettir ki, Birden Sekize kadar Sözlerin her biri Besmeleye ve Fatiha-i Şerife’nin herbir âyetine bakmaktadır.)
Çünki ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum. (“Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, şimdiye kadar belki yüz defa okumuşum. Fakat, şimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumağa ihtiyaç ve iştiyakım var.”
Hem yine der ki: “Ben başkaları için kitab yazmamışım. Kendim için yazmışım. Kur’andan bulduğum bu devalarımı arzu edenler okuyabilir.” Evet, Bedîüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: “Ben derse, terbiyeye ve nefsimi ıslaha muhtacım.” Bedîüzzaman gibi bir zât böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduğumuz artık kıyas edilsin. Sözler 760)
Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.
(Basit avamın fehmine gelecek bir muhavere-i temsiliye ve bir münazara-i faraziye tarzında ve lisan-ı hali, lisan-ı kal suretinde söylemiştim. Sözler 590)
(İ’caz-ı Kur’anın bir esası olan îcaz, hem hidayet-i Kur’anın bir nuru olan lütf-u irşad ve hüsn-ü ifham, iktiza ediyorlar ki: Kur’anın muhatabları içinde ekseriyeti teşkil eden avama karşı küllî hakikatları ve derin ve umumî düsturları, me’luf ve cüz’î suretler ile gösterilsin ve fikirleri basit olan umumî avama karşı, muazzam hakikatların yalnız uçları ve basit bir sureti gösterilsin. Sözler 247)
(Muhterem Üstadım! Şu söz öyle bir hakikatı ders veriyor ki, daha insana yabancı ve bilinmesi mümkün olmayan bir şey kalmıyor. Her gördüğü munis bir arkadaş oluyor ve susuz vâdiler ve geniş sahralar ve koca küre-i arz bir bahçe hükmünde Hâlık-ı Rahîm tarafından ihzar edilmiş ve tılsımı da “Bismillahirrahmanirrahîm” olduğu ve tılsımı bulunmazsa ve alınmazsa, o bahçede yaşamak mümkün olmadığı ve yaşasa da her tarafta yabancı olarak ve her hatvesinde istiskal edilerek, hayat değil, belki camid olarak bulunacağını izah buyuruyorsunuz. Hele bizi her zaman, günde kırk defa havsalamız almayarak “ah!” ile geri dönen mi’rac-ı mü’min olan namazda اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ sırrı öyle bir düğme olarak gösteriliyor ki; her mü’min kendi vücud âleminde bir elektrik fabrikası görüyor. Ve düğmesini açınca bütün dünyayı ziya ile gösteriyor.
Sevgili Üstadım! Cenab-ı Hak bu kıymetli eserleri kıyamete kadar mü’min kullarına yetiştirsin, duasıyla hatm-i kelâm eylerim efendim. Kusurlu Talebeniz Hâfız Ali Barla Lahikası ( 186 )
Birinci Söz
(“Bismillah” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu Arab çöllerinde seyahat eden Bedevi temsilî hikâyeciğiyle anlatıyor. Mütevazi olmayı ders veriyor. Hakikatında ise “Bismillah’ın” mübarek bir define olduğunu; definenin içerisinde insanın nihayetsiz aczi ve fakrı bulunduğunu; eğer insan aczine karşı nokta-i istinad olarak nihayetsiz kudrete, fakrına istimdad olarak da nihayetsiz rahmete dayanırsa o nihayetsiz acz ve fakr, Kadîr-i Rahîm’in dergâhında en makbul bir şefaatçı olduğunu anlatıyor. Bütün mevcudatın aczlerine binaen nokta-i istinad bulup Besmeledeki estain manası ile bir kuvvet bularak Kadir-i Zülcelalin kudretine dayanıp düşmanlarından emin olmasından ve fakrına binaen nokta-i istimdad bulup teyemmenü manası ile bereket ve uğur bularak Rahman-ı Rahimin rahmetine dayanıp ihtiyaçlarının yerine getirilmesinden selamette kalmaları Bismillah dediklerine delil olduğu gibi aynı zaman da birer İslâm nişanı oluyor.)
“Bismillah” her hayrın başıdır. (Hayrın ne olduğunun Nurun ilk kapısında tarifi; Hayır o vakit hayır olur ki Allah için ola… Eğer Allah için olsa, o vakit kat’î onun izniyledir. Tevfik onundur. Minnet onadır. Senin hakkın şükürdür, fahr değildir. Nur’un İlk Kapısı 45)
Biz dahi başta ona başlarız. (Sünnet-i Seniyye edebdir. Sünnet-i Seniyedeki edeb, o Sâni’-i Zülcelal’in esmalarının hududları içinde bir mahz-ı edeb vaziyetini takınmaktır. Lem’alar 54
Esmayı tanımak ve esmanın dairesini doğru tayin etmek ve ona muvaffık hareket etmek Allah nam ve hesabına başlamak demektir ki, Peygamberimiz (A.S.M.) her hal ve akvalinde Allah nam ve hesabına hareket etmiştir.)
Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudatın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır.
(Başta bu kelâm olarak sair bâkiyat-ı sâlihat ünvanını taşıyan “Sübhanallah” ve “Elhamdülillah” ve “Lâ ilahe illallah” gibi şeairden çok kelâmlar vardır. Şeair-i İslâmiye: dinî minarat, İlahî maabid, kandil geceleri, şer’î maalim, hutbe, ibadet, ezan, kamet, namaz ve ümmetin birbirine اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ demeleridir.
Harfler ve cüzlerinden evvelâ ( بَا ) nın fenn-i sarfça bir manası istianedir. Bir mana-yı örfîsi teberrük manası olmasından, bu ( بَا ) nın merci-i müteallikı kendi manasından çıkan اَسْتَعِينُ ve اَتَيَمَّنُ fiillerine bağlanıyor. Veyahut Bismillah’taki perdesinde قُلْ (söyle) den çıkan اِقْرَاْ (oku) fiiline bakar. Yani: “Ya Rabbi, ben senin isminin yardımıyla ve onun bereketiyle okuyacağım. Her şey senin kudretinle ve icadınla ve tevfikinle olduğu gibi, yalnız ve yalnız senin isminle başlıyorum.” Demek Bismillah’tan sonra اقرأ okumak lafzı, âhirinde mukadder olmasından hem ihlas, hem tevhidi ifade eder. Emirdağ Lahikası-2 96 – 97
Bütün mevcudatın aczlerine binaen nokta-i istinad bulup Besmeledeki estain manası ile bir kuvvet bularak Kur’anın bütün surelerinin başlarında kendini Rahman-ur Rahîm sıfatıyla bize takdim eden Kadir-i Zülcelalin Kudretine dayanıp düşmanlarından emin olmasından ve fakrına binaen nokta-i istimdad bulup teyemmenü manası ile bereket ve uğur bularak Rahman-ı Rahimin Rahmetine dayanıp ihtiyaçlarının yerine getirilmesinden selamette kalmaları Bismillah dediklerine delil olduğu gibi aynı zaman da birer İslâm nişanı oluyor.)
“Bismillah” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak dinle. Şöyle ki:
Bedevi Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabîle reisinin ismini alsın (İsmi almak devamlı ismini anmak değil emir ve nehiylerine riayet etmek demektir.) ve himayesine girsin. (Emirlerine uyup nehiylerinden sakınmak insanı selamette tuttuğundan himayesine girmiş olunuyor.) Tâ şakilerin şerrinden kurtulup hacatını tedarik edebilsin. Yoksa tek başıyla hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. İşte böyle bir seyahat için iki adam, sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi. Diğeri mağrur… Mütevazii, bir reisin ismini aldı. Mağrur, almadı… Alanı, her yerde selâmetle gezdi. Bir katı-üt tarîke rast gelse, der: “Ben, filan reisin ismiyle gezerim.” Şaki defolur, ilişemez. (Nefer diyor: “Ben padişahın askeriyim, onun hizmetindeyim; sonra onun yanına gideceğim. Siz neci oluyorsunuz? Eğer onun izin ve rızasıyla gelmiş iseniz, göz ve baş üstüne geldiniz, emrini gösteriniz; yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz. Lem’alar 117)
Bir çadıra girse, o nam ile hürmet görür. (Hem insan olan bir insan diyebilir ki: “Benim Hâlıkım bu dünyayı bana hane yapmış, güneş benim bir lâmbamdır, yıldızlar benim elektriklerimdir, yeryüzü çiçekli-miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir” der, Allah’a şükreder. Sözler 502)
Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu. (Düşmanlarına karşı zelil, ihtiyaçlarını yerine getiremediği için de rezil oldu.)
İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. (Dünya çölünde seyahat ederken; mesela güneşi kim yandırabilir? Kameri kim başımızda takvimci olarak tutabilir? Bunların hem zarar hem menfaat ciheti var.)
Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hacatın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelî’sinin ismini al. Tâ, bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın. (İnsan ihtiyaçlarını yerine getirip menfaatleri celb etmek noktasında fakir olduğundan dilenci, Düşmanlarından korunup zararları def etmek noktasında aciz olduğundan her hâdisatın karşısında titrer vaziyette olur.)
Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki: Senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki: Askere kaydolur. Devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervası kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, (Her işi yapmak, ihtiyaçlarına karşı nokta-i istimdadı bulmaya bakıyor.) her şeye karşı dayanır. (Her şeye karşı dayanmak, düşmanlarına karşı nokta-i istinad bulmayı ifade ediyor.)
(Yani: “Ya Rabbi, ben senin isminin yardımıyla ve onun bereketiyle okuyacağım. Her şey senin kudretinle ve icadınla ve tevfikinle olduğu gibi, yalnız ve yalnız senin isminle başlıyorum.” Emirdağ Lahikası-2 97)
(Bu itibarla, بِسْمِ اللّٰهِ kudret-i ezeliyenin taalluk ve tesirini celbeder. Ve o taalluk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyle ise hiç kimse, hiçbir işini besmelesiz bırakmasın! İşarat-ül İ’caz 15
Bismillahtaki “b” harfi daire-i ubudiyeti, “Allah’ın ismiyle” tabiri ise daire-i rububiyeti ifade ediyor. Bismillah denirse; yani; rububiyete karşı muvafık ubudiyetle mukabele edilirse; selamet bulunuyor. Bismillah selameti netice veriyor.
Buraya kadar Otuzuncu Söz’ün Birinci Mebhasindeki Ene bahsinin icmali tarzda izahı yapıldı. Buradan sonra ise İkinci Mebhadeki, Zerrenin harekatına dair bahsin icmali tarzda izahı yapılacak.)
Başta demiştik: Bütün mevcudat, lisan-ı hal ile Bismillah der. Öyle mi?
Evet, nasılki görsen: Bir tek adam (Bir tek adam, bütün mevcudata işarettir.) geldi. Bütün şehir ahalisini (Şehir ahalisi, bütün kâinata işarettir.) cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı. (Bütün esbab-ı maddiye toplansa, onların ihtiyarları da olsa, bir tek sineğin vücudunu ve o vücudun cihazatını mizan-ı mahsusla toplayamazlar. Toplasalar da, o vücudun mikdar-ı muayyenesinde durduramazlar. Durdursalar da, daima tazelenmekte olan ve o vücuda gelip çalışan zerratı, muntazaman çalıştıramazlar. Öyle ise; bilbedahe esbab, bu eşyaya sahib çıkamazlar. Demek sahib-i hakikîleri başkadır. Lem’alar 241)
Yakînen bilirsin;
Birinci Hüküm: O adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor.
İkinci Hüküm: Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder. Bir padişah kuvvetine istinad eder. (İmdad-ı Vahidiyet)
(Herbir zerre mebde’-i hareketinde lisan-ı hal ile بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ der. Yani: “Ben, Allah’ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.” Sözler 558)
(Öyle de her şey, Cenab-ı Hakk’ın namına hareket eder; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, herbir ağaç, her bir bostan, herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar, herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, “Bismillah” der. “Vezaif-i Eşya” tabir edilen hidemat-ı meşhude, onların ubudiyetlerinin ünvanlarıdır. Mektubat 394)
(Bütün misalleri İnsanlık âleminde manevi rızıkların gelişinde Nübüvvet mesleğinin vazifeleri itibariyle de düşünebiliriz.)
- Öyle de her şey, Cenab-ı Hakk’ın namına hareket eder ki; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. (Kâinat fabrikasını işletmek noktasında bakıldığında, bir tek ağacın inşası için bütün mevcudatın ağacın imdadına gönderilmesi hakikatından gaflet eden insan, ağacın vücuda gelişini ya esbaba, ya ağacın kendine ya da tabiata vermiştir. Çekirdeğe baktığımızda içinde kaderden gelen ince programı çekirdek kendisi yazamaz ve sümbül vermek zamanında neşv-ü nemasında gerekli olan kudret onda bulunmaz.)
(Kur’anî tarlaya “Bismillah” diyerek Sözler tohumunu ekiyor, Furkanî bahçeye “Bismillah” diyerek, Nurlu Mektublar çekirdeğini dikiyor. Emr-i İlahîye imtisalen ekilen tohum ve dikilen çekirdeklerin inkişaf ve intişarları şübhesiz hârika-âsâ olur. Barla Lahikası 243)
Demek (Herbir çekirdek, “Bismillah” der. Bu cümle mukadder olarak akla geliyor. Bu yüzden bu cümle atlanarak akla havale edilidi.)
(“En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kâmilleridirler.” Başta Hazret-i Eyüb Aleyhisselâm, enbiyalar sonra evliyalar ve sonra ehl-i salahat çektikleri hastalıklara birer ibadet-i hâlisa, birer hediye-i Rahmaniye nazarıyla bakmışlar; sabır içinde şükretmişler. Hâlık-ı Rahîm’in rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nev’inden görmüşler. Lem’alar 213)
- Herbir ağaç, “Bismillah” der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. (Ağaca baktığımızda ağaç, içindeki meyvenin vücuda gelmesi için gerekli olan zerratı kâinattan celbedemez ve celbetse de o zerrata farklı farklı sıfatlar verip meyve gibi bir neticedeki rengi, kokuyu, tadı veremez.)
(O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikatı ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Mektubat 350)
(Ağaca takılan meyve gibi insanda kendisine takılan güzel ahlâk gibi meyveleri insanların menfaati için onlara ulaştırması gerekiyor. İşte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâşifi ve ilâncısı Sözler 23)
- Her bir bostan, “Bismillah” der. Matbaha-i Kudret’ten bir kazan olur ki; çeşit çeşit pekçok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. (Bostana baktığımızda bostan, içinde bulunan muhtelif tohum ve çekirdekleri birbirinden ayırıp herbirisinin vücuda gelmesinde lâzım olan maddeleri celb edemez. Farklı farklı ağaç ve nebatatı vücuda getiremez.)
(Bostan temsili ile düşündüğümüzde âlem-i İslâm içindeki cemaatlerin birbiri içinde karışık vaziyette bulunmakla beraber tek bir maksad için birleşmekle farklı hizmet tarzlarıyla İla-yı kelimetullah vazifesini yerine getirmelerini düşünebiliriz.
Said Nur ve Talebeleri için düşündüğümüzde; Bahtiyar bir ihtiyar var. Etrafı, sekiz yaşından seksen yaşına kadar bütün nesiller tarafından sarılmış. Yaşlar ayrı, başlar ayrı, işler ayrı… Fakat bu ayrılıkta gayrılık yok! Hepsi bir şeye inanmış… Allah’a!.. Âlemlerin Rabbı olan Allah’a… Onun ulu Peygamberine.. Onun büyük kitabına.. Kur’an henüz yeni nâzil olmuş gibi, herkes aradığını bulmuş gibi bir hal var onlarda. Said Nur ve talebelerini seyrederken, insan kendini âdeta Asr-ı Saadet’te hissediyor. Yüzleri nur, içleri nur, dışları nur… Hepsi huzur içindeler. Temiz, ulvî, sonsuz bir şeye bağlanmak; her yerde hazır, nâzır olana, âlemlerin yaratıcısına bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak… Evet!.. Ne büyük saadet! Tarihçe-i Hayat 631)
- Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar “Bismillah” der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en latif, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. (Hayvanata baktığımızda hayvan, kâinat fabrikasında hayatının devamı için gerekli olan maddeleri kendine celbedemez. Celbetse de bunları menfaattar bir vaziyete getiremez. Görsen ki maddeleri celb edip menfaattar bir vaziyete getiriyor. Yakinen bilirsin ki o mübarek hayvanlar Allah namına hareket ediyor. Böylelikle Allah gerekli olan maddeleri onlara celbederek menfaatleri onlara takıyor.)
(Peygamberler ve asfiyanın içinde bulunduğu şartlar kan ve fışkı gibi iken, Allah bulaştırmadan, bulandırmadan hakikatları onların eliyle göndermiş. Peygamberler ve asfiya birer mürşiddir. Âlim-i mürşid, koyun olmalı; kuş olmamalı. Koyun, kuzusuna süt; kuş, yavrusuna kay verir. Mektubat 71)
- Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, “Bismillah” der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona müsahhar olur. (Her bir unsurun tabiatına, vasıflarına baktığımızda unsurlar, bu vasıfları kendi üstünde bulunduramaz. Hariçte başka unsurların vasıfları üstünde de tasarrufta bulunamaz.)
(Bir tek mu’cize-i Musa’ya (A.S.) karşı koca taşlar yumuşar, parçalanır. Ya haşyetinden veya sürurundan ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla bütün mu’cizat-ı Museviyeye (A.S.) karşı temerrüd ederek ağlamayıp, gözünüz cümud ve kalbiniz katılık ediyor. Sözler 250)
Evet havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemal-i sühuletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi; (Tebliğ hususunda Cenab-ı Hakka dayanmakla muhtelif akvamın akıllarını, ruhlarını, kalblerini, nefislerini fetih ve teshir edip def’aten devlet kurması, diğer devletlere galib getirmesi ve manevî hizmetlerinin neticesi olarak maddî ve manevî hâkimiyet ile bir saltanat kurması, bir şahs-ı manevî oluşturması risaletinin hakkaniyetine bir delil olmakla beraber Allah namına hareket ettiğine de bir delildir. O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikatı ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. Mektubat 350)
- Hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması; tabiiyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. (Büyük devletler ve büyük dinler, hattâ kavim ve kabîlesi ve amucası ona şiddetli adavet ettikleri halde, zerre mikdar bir eser-i tereddüd, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslâmiyeti dünyanın başına geçirmesi Allah namına hareket ettiğine delildir. Biz de Allah namına hareket edersek harici ve enfüsi düşmanlarımızın zararlarından emin oluruz. Üstadımız Allaha dayanmakla yedi sınıf inayetlere mazhar olduğu gibi Mahkemelerde de hasbünallahü veni’mel vekil diyerek beraatlere mazhar olmuştur.)
- Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salabet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar ki; o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yı Musa (A.S.) gibi فَقُلْنَا اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ emrine imtisal ederek taşları şakk eder. (Bu âyet-i kerime 19 harf olup ebced değeri 1689) Ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yapraklar, birer aza-yı İbrahim (A.S.) gibi ateş saçan hararete karşı يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا âyetini okuyorlar. (Bu âyet-i kerime de 19 harf olup ebced değeri 693)
(Birinci Söz İman, İkinci Söz ise İslâm’ın neticelerini izah etmektedir.
Risale-i Nur’da tevafuk suretinde görünen lafzındaki güzellik ve kuvvet, manasındaki güzellik ve kuvveti göstermektedir. Sahabeler, çendan mebdede az ve zaîf görünecekler. Fakat çekirdekler gibi neşvünema bularak yükselip kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffarın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılınçlarıyla nev’-i beşeri kendilerine müsahhar edip, reisleri olan Peygamber’in (A.S.M.) ise, âleme reis olduğunu isbat edecekler. Lem’alar 32 )
Madem her şey manen “Bismillah” der. Allah namına Allah’ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi “Bismillah” demeliyiz. Allah namına vermeliyiz. Allah namına almalıyız. Öyle ise, Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız… (Her şeyin Allah namına hareket ettiğini gören insan kendisinin de Allah namına hareket etmesi gerektiğine intikal eder. İnsanın Allah namına hareket ettiğinin emaresi ise alıp vermesiyle ve Allah namına vermeyen gafil insanlardan almamasıdır.)
(وَلاَ تَاْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ âyetinin mana-yı sarihinden başka bir mana-yı işarîsi şudur ki: “Mün’im-i Hakikî’yi hatıra getirmeyen ve onun namıyla verilmeyen nimeti yemeyiniz!” demektir. O halde hem veren Bismillah demeli, hem alan Bismillah demeli. Eğer o Bismillah demiyor fakat sen de almaya muhtaç isen; sen Bismillah de, onun başı üstünde rahmet-i İlahiyenin elini gör, şükür ile öp, ondan al. Yani nimetten in’ama bak, in’amdan Mün’im-i Hakikî’yi düşün. Bu düşünmek bir şükürdür. Lem’alar 133
Mün’im-i Hakikî’yi hatıra getirmemek bizim kusurumuzdur. Bu kusurumuzdan dolayı Cenab-ı Hakk bizi nimetleri yalanlamakla ittiham ederek alltaki İ’lem ile bizleri ikaz ediyor.
İ’lem Eyyühel-Aziz! Kur’an-ı Kerim nimetleri, âyetleri, delilleri ta’dad ederken فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ âyet-i celilesi tekrar ile zikredilmekte olduğundan şöyle bir delalet vardır ki: Cin ve insin en çok isyanlarını, en şedid tuğyanlarını, en azîm küfranlarını tevlid eden şöyle bir vaziyetleridir ki; nimet içinde in’amı görmüyorlar. İn’amı görmediklerinden Mün’im-i Hakikî’den gaflet ederler. Mün’imden gafletleri saikasıyla o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad ederek, Allah’tan o nimetlerin geldiğini tekzib ediyorlar. Binaenaleyh herbir nimetin bidayetinde, mü’min olan kimse Besmeleyi okusun. Ve o nimetin Allah’tan olduğunu kasdetmekle, kendisi ancak Allah’ın ismiyle, Allah’ın hesabına aldığını bilerek, Allah’a minnet ve şükranla mukabelede bulunsun. Mesnevi-i Nuriye 95)
(Birinci Söz’de anlatılan İslâm nişanı olan Bismillah ile Allah namına hareket eden Risale-i Nur ve eczaları, zulümatlı perdelerin altından kendilerini gösterip neşr-i envâr ettikleri gibi, İkinci Söz’de anlatıldığı gibi iman nazarıyla eşya ve hadisata bakmakla da zulümat perdelerini yırtarak Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın mu’cize-i bahiresini isbat etmek noktasından Risale-i Nur Kuran-ı Kerime tevafuk etmektedir.
Birinci, İkinci Sözler çok ellerde dolaştıkları için, okunmaz bir halde idiler. Keza istinsah ettim. Kalbime geldi ki: “Acaba şu İslâm ve iman hücceti olan Sözler’de bir sırr-ı tevafuk var mı?” diye baktım, gördüm, اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى dedim. Barla Lâhikası 240)
Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?
(İnsanın Allah namına hareket edip Allah namına alıp verdiğinin ve Allah namına vermeyen gafil insanlardan almadığının diğer bir emaresi de nimetin fiyatını vermektir.)
Elcevab: Evet o Mün’im-i Hakikî, bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir’dir. Başta “Bismillah” zikirdir. (zikir ile nimetin miskin adamdan değil Allah’tan olduğu bilinir.) Âhirde “Elhamdülillah” şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san’at olan nimetler Ehad-i Samed’in mu’cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir. (Buradaki Ehad ismi Cenab-ı Hakkın Zâtını ifade etmekle hediyeyi veren Zâtı nazara veriyor. Böylelikle hediyenin kıymeti birden bine çıkar.)
Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zahirî mün’imleri medih ve muhabbet edip, Mün’im-i Hakikî’yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir. (Kendini nimet içinde tanıttırmak isteyen Cenab-ı Hakkın bin esmasını görmemekten gelen bir belâhettir.)
(Mukadder bir Sual: Mün’im-i Hakikî’yi unutmak nasıl olur?
Elcevab: Mün’im-i Hakikî’yi unutma o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmemek, o çok kıymetdar olan nimetleri kıymetsiz zannetmek, nimetlerin kıymetini takdir etmemek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmemekle olur.)
(Madem esbab içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle hakikî icaddan eli bağlansa, sair cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl hakikî mutasarrıf olabilirler?
Yalnız o esbab, birer zarftır ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıftırlar ve hedaya-yı Rahmaniyeye birer tablacıdırlar. Elbette bir padişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o padişahın saltanatına şerik olamazlar. Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahiyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubudiyetten başka nasîbleri yoktur. Sözler 608)
Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle. Vesselâm. (Birinci Sözde selamette gitmenin yolu gösterilmesinden risale vesselâm kelimesiyle bitmiş olabileceği gibi Allah namına akrabanı ziyaret et, Allah namına ye, Allah namına iç, Allah namına vesaire manasında da kullanılmış olabilir. Vesselâm kelimesini İkinci Sözle birlikte düşündüğümüzde selâmette olan insanın imandan gelen saadetini nazara vermektedir.)
* * *
VAKTİYLE SEKİZ ÂYETTEN İSTİFADE ETTİĞİM SEKİZ SÖZ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Birinci Söz :“Bismillah” ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir berekettir.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
İkinci Söz: İmandaki saadet ve nimeti, lezzet ve rahatı ihsan eden Rabb-ül Âlemîne hamd olsun.
اَلرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
Üçüncü Söz: Kendisine İbadet ettirmekle bizim için büyük bir ticaret ve saadeti bahşeden; fısk ve sefahetten men etmekle bizleri büyük bir hasaret ve helâketten kurtaran Errahmanurrahîm’in rahmet ve merhametidir.
مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
Dördüncü Söz: Dinin direği olan Namaz, ne kadar kıymetdar ve mühimdir, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlıdır.
اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
Beşinci Söz: Bütün ibadetlerin fihristesi olan Namazı kılmak ve büyük günahları işlememeğe ancak Cenab-ı Hakkın yardımıyla muvaffak olunur ve Namazı kılmak ve büyük günahları işlememek hakikî vazife-i insaniye ve fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-ı beşeriyedir.
اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
Altıncı Söz: İnsanın kendisine verilen nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satması ancak Cenab-ı Hakkın hidayet vermesiyle sırat-ı müstakimde gitmekle mümkündür .
صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
Yedinci Söz Şu kâinatın tılsım-ı muğlâkını açan آمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ بِالْيَوْمِ اْلآخِرِ ruh-u beşer için saadet kapısını fetheden ne kadar kıymetdar iki tılsım-ı müşkil-küşa olduğunu bilmek ve sabır ile Hâlıkına tevekkül ve iltica etmek ve şükür ile Rezzakından sual ve dua etmek ve Kur’an’ı dinlemek, hükmüne inkıyad etmek, namazı kılmak, kebairi terk etmek; Cenab-ı Hakkın bizlere ihsan ettiği en büyük bir nimetidir.
غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ
Sekizinci Söz Şu dünya ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini ve eğer din-i hak olmazsa, dünya bir zindan olması ve dinsiz insan, en bedbaht mahlûk olduğunu ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümattan kurtaran يَا اَللّٰهُ ve لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ olduğunu bilmemekle insan gazaba uğrar ve dalalete düşer.
* * *
Allah ismi bir âlem; tüm isimleri düşündürüyor; onları tanımak, bilmek, delillerini görmek ve iktizalarına göre hareket etmek gerektiğini ders veriyor.
BU NE DEMEKTİR, NASIL YAPILMALI
Her ismin kâinattaki tecellilerini görmekte cüz’iyetten külliyete, zılliyetten asliyete geçmekle Esma-i İlahiye azamî mertebede tanınmakla iman-ı billah, marifetullah ve muhabbetullahta terakki eden insan Peygamber Efendimizin Aleyhissalatü Vesselam sünnet-i seniyyesini tatbik etmekle hem marifet-i kamile hemde huzur-u etemm elde edilebilir.
Esma-i İlahiye nasıl okunur?. Görenler, neyi görüyor?.
Bakanlar, neye bakıyor?. Müşahhas, mukni misalleri nasıl tefekkür edilmeli?. Ki esma-i İlahiye alemimizde yer etsin!.
Otuzüçüncü Söz ve bir cihette Otuzüçüncü Mektub olan Pencereler Risalesinde elli beş lisanla esma-i İlahiye talim edilmiş. Bu risale ezber derecesinde tahkik edilmekle esma-i İlahiyenin talimi meleke haline gelebilir.
Maşallah
Berakallah