Anasayfa » Alem-i Misal Nedir?

Alem-i Misal Nedir?

Alem-i Misal Nedir?

Aziz, sıddık kardeşim. Sualinizde “pek büyük fotoğraf makinesi ne olabilir?” hakikatine dair cevaben aşağıdaki manalar ifade edilebilir. Evvelen, Kur’anın ve onun hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur’da geçen tüm mevzuların ekseriyeti mutlakasının dört şey olduğundan ve bu dört mes’elenin haricinde kalan kısmın ise istitradi olduğundan bahsederek sualinizin cevabına geçelim inşaallah. Sual ettiğiniz konuda yine tevhide ve hususan haşre ve âhiretin varlığına delalet etmektedir.

Hem de tahakkuk etmiş: Kur’ân’ın herbir tarafında intişar eden makasıd-ı esasiye ve anasır-ı asliye dörttür. Onlar da, ispat-ı Sâni-i Vâhid ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adalettir. Yani, hikmet tarafından kâinata irad olunan suallere şöyle: “Ey kâinat, nereden ve kimin emriyle geliyorsunuz? Sultanınız kimdir? Delil ve hatibiniz kimdir? Ne edeceksiniz? Ve nereye gideceksiniz?” kat’î cevap verecek, yalnız Kur’ân’dır. Öyleyse, Kur’ân’da makasıddan başka olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ san’atın intizamıyla Sâni-i Zülcelâle istidlâl yolu gösterilsin.

Cenâb-ı Hak, bu kainatta hadsiz âlemleri halk etmiştir. Bu âlemlerin sayısı hakkında muhtelif rivayetler ve tefsirler olmuştur. Bu âlemlerden birisi de âlem-i misaldir.

Saniyen: Mektubunda diyorsun: رَبُّ الْعَالَمِينَ tabir ve tefsirinde “on sekiz bin âlem” demişler. O adedin hikmetini soruyorsun.

Âlem-i ziya, âlem-i hararet, âlem-i hava, âlem-i kehrüba, âlem-i elektrik, âlem-i cezb, âlem-i esîr, âlem-i misal, âlem-i berzah gibi âlemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu âlemler, hepsi de ihtilâlsiz, müsademesiz küçük bir yerde içtima ederler.

Âlem-i misalin ispatı aklen nasıl yapılabilir konusunda aşağıda bahsi geçen yerleri verebiliriz:

Hem anlarsın ki, şu fâni masnuat fena için değil; bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar—belki, vücutta kısa bir zaman toplanıp, matlup bir vaziyet alıp, ta suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, mânâları bilinsin, neticeleri zaptedilsin. Meselâ, ehl-i ebed için daimî manzaralar nesc edilsin. Hem âlem-i bekàda başka gayelere medar olsun.

Meselâ, ehl-i Cennet elbette arzu ederler ki, dünya maceralarını tahattur etsinler ve birbirine nakletsinler. Belki o maceraların levhalarını ve misallerini görmeyi çok merak ederler. Elbette, sinema perdelerinde görmek gibi, o levhaları, o vak’aları müşahede etseler, çok mütelezziz olurlar. Madem öyledir; herhalde, dâr-ı lezzet ve menzil-i saadet olan dâr-ı Cennette, عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ işaretiyle, sermedî manzaralarda, dünyevî maceraların muhaveresi ve dünyevî hâdisâtın manzaraları Cennette bulunacaktır.

Ve o müzeyyen masnuat-ı fâniye, fena ve adem için değildir. Ancak, onların suretleri ve misalleri, mânâları, neticeleri alınır; âlem-i bekàda, ehl-i bekà için ebedî manzaraların yapılmasına medar olurlar.

Şu âlem-i fenâ, sermedî manzaraları teşkil eden levhaları zaman şeridine taktı. O Sâni-i Zülcelâlin hikmet-i sermediyesi ve inâyet-i ezeliyesi, o imtihan neticelerini, o tecrübenin neticelerini, o Esmâ-i Hüsnânın tecellîlerinin hakikatlerini, o kalem-i kader mektubatının hakaikini, o nümune-misal nukuş-u san’atının asıllarını, o vezâif-i mevcudatın faidelerini, gayelerini, o hidemât-ı mahlûkatın ücretlerini ve o kelimât-ı kitab-ı kâinatın ifade ettikleri mânâların hakikatlerini ve istidat çekirdeklerinin sünbüllenmesini ve bir mahkeme-i kübrâ açmasını ve dünyadan alınmış misalî manzaraların göstermesini ve esbab-ı zâhiriyenin perdesini yırtmasını ve herşey doğrudan doğruya Hâlık-ı Zülcelâline teslim etmesi gibi hakikatleri iktiza etti.

Dünyada اَلْحُبُّ فِى اللهِ hükmünce salih ahbaplara muhabbetin neticesi, Cennette عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِلِينَ  ile tabir edilen, karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup, hoş, şirin, güzel, tatlı bir surette, dünya maceralarını ve kadîm olan hatıratlarını birbirine nakledip eğlendirmeleri suretinde, firaksız, sâfi bir muhabbet ve sohbet suretinde ahbaplarıyla görüştüreceği, Kur’ân’ın nassıyla sabittir.

Hadsiz âlem-i misal gibi gayet geniş âlem-i melekût ve gayr-ı mahdut sair uhrevî âlemlere birer mahsulât veya tezyinat veya levazımat gibi onlara münasip şeyleri yetiştirmek için, şu dar mezraa-i dünyada, zemin yüzünün destgâhında ve tarlasında, Hakîm-i Zülcelâl, zerrâtı tahrik edip kâinatı seyyale ve mevcudatı seyyare ederek, şu küçük zeminde o pek büyük âlemlere pek çok mahsulât-ı mâneviye yetiştiriyor. Nihayetsiz hazine-i kudretinden nihayetsiz bir seyli dünyadan akıttırıp âlem-i gayba ve bir kısmını âhiret âlemlerine döküyor.

Şimdi de âlem-i misalin nasıl bir âlem olduğu hususundaki yerleri vermeye çalışalım.

Âlem-i misal, âlem-i ervahla âlem-i şehadet ortasında bir berzahtır. Her ikisine birer vecihle benzer. Bir yüzü ona bakar, bir yüzü de diğerine bakar. Meselâ, âyinedeki senin misalin, sureten senin cismine benzer; maddeten senin ruhun gibi lâtiftir. O âlem-i misal; âlem-i ervah, âlem-i şehadet kadar vücudu kat’îdir. Acaip ve garaibin meşheridir, ehl-i velâyetin tenezzühgâhıdır. Küçük bir âlem olan insanda kuvve-i hayaliye olduğu gibi, büyük bir insan olan âlemde dahi, bir âlem-i misâl var ki, o vazifeyi görüyor. Ve hakikatlidir. Kuvve-i hâfıza, Levh-i Mahfuzdan haber verdiği gibi, kuvve-i hayaliye dahi âlem-i misalden haber verir.

Ve saniyen, âlem-i şehadete, suretiyle ve âlem-i gayba mânâsıyla müşabih ve ikisinin mabeyninde bir berzah olan âlem-i misal, o muammâyı halleder. Kim isterse, keşf-i sâdık penceresiyle veya rüya-yı sadık menfeziyle veya şeffaf şeyler dürbünüyle ve hiç olmazsa, hayalin verâ-i perdesiyle o âleme bir derece seyirci olabilir. Bu âlem-i misalin vücuduna ve onda maânînin tecessüm etmelerine pek çok delâil vardır. Binaenaleyh, bu kürede olan Kaf, o âlemde zi’l-acaip olan Kaf’ın çekirdeği olabilir.

Buraya kadar anlatılan kısımlarda âlem-i misalin varlığının ispatı ve mahiyetinde icmalen bahsedildi. Muhtasaran şunlar denilebilir. Âlem-i misal; âlem-i şehadet ve âlem-i âhiret ya da âlem-i âhiret arasındaki bir berzah tabiri diğerle geçiş âlemidir. Her iki âlemden birbirine geçişler olur. Misal verecek olursak vefat etmiş olan ruhları âlem-i misal vasıtasıyla görebilir veya rüyalar vasıtasıyla çok farklı gaybi alemleri ziyaret edebiliriz.

Evet nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyr ü seyahat suretine geçerler ve o ruhanîler hayal sür’atiyle o meraya-yı nazifede, o menazil-i latifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler…

Dolayısıyla âlem-i misalin birçok vazifelerinden sadece üç tanesinden aşağıda kısaca bahsedilebilir;

1- Âlem-i şehadet ve âlem-i âhiret arasında berzah vazifesini görmektir. Her iki alemden de farklı mahlukatın birbirlerini ziyaret etmelerine vesile olmaktır.

2- Âlem-i şehadette iken rüya vasıtasıyla o âleme girerek hadsiz manzaraları (hayırlı veya musibetli) seyrederek, lezzet veya elem almaktır.

3- Birçok manzaraların suretlerini kaydederek, âlem-i âhirette ebedi manzaralar suretinde ehl-i cennete seyir suretinde izlemelerine vesile olmaktır.

Gördüm ki, âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyâtın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette saadet-i ebediye ashablarına da dünya maceralarını ve eski hâtıratlarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinası olarak bildim.

Sualinizde geçen “büyük bir fotoğraf makinesi” alem-i misale işaret etmektedir. Üstadımızın döneminde diğer kayıt cihazları, cep telefonları veya ileride bu manada çok daha gelişmiş cihazlar henüz olmadığı için alem-i misalin hakikatini ifade etmek ve akla yakınlaştırmak için “fotoğraf makinesi” denilmiştir.

Hem Levh-i Mahfuzun, hem âlem-i misâlin iki hücceti ve iki küçücük nümunesi ve iki noktası, insanın başında olan kuvve-i hafıza ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçüklüğünde iken, hiç karıştırmayarak bir büyük kütüphane kadar, hiç karıştırmayarak kemâl-i intizamla içlerinde yazılması kat’î ispat eder ki, o iki kuvvenin nümune-i ekber ve âzamları olan âlem-i misal ile levh-i mahfuzdur..

Yalnız burada ufak bir nüans var o da şudur; âlem-i ekber olan kainattaki levh-i mahfuz hakikatini, âlem-i asgar olan insandaki kuvve-i hafıza ifade ediyor; aynı şekilde âlem-i misal ise insandaki kuvve-i hayaliye ile fehme takrib ediliyor. Hafıza ile hayalin ise şöyle bir farkı vardır. Hafıza, vücud-u hariciye çıkmış olan suretleri, manaları, sesleri, kokuları vb kaydeder. Hayal ise vücuda gelebilecek ya da gelemeyecek olan tüm suretleri, şekilleri birleştirebilir veya mezcedebilir. Misalen başı at, gövdesi aslan bir acaib-i mahluku tasavvur veya tahayyül edebilir. Vesselam.

Elbette bunların hakikatlerinin tam olarak ne oldukları âhirette tezahür edecektir.  İnşaallah bir parça izah edebilmişizdir.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*