Anasayfa » Yirmisekizinci Mektub Birinci Mes’ele

Yirmisekizinci Mektub Birinci Mes’ele

Yirmisekizinci Mektub

Şu Mektub sekiz mes’eledir.

Birinci Risale olan Birinci Mes’ele

Rüya hakikatının tahlilidir

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّؤْيَا تَعْبُرُونَ

Sâniyen: (Hulusi abinin Üstadla görüşmeden çok evvel gördüğü bir rüyanın tabiri hakkındadır. Görülen rüya Risale-i Nur Hizmetinin mebdei ve neticesi hakkındadır. Çekirdek hükmünde olup yeni teşekkül edecek olan Risale-i Nurun şahs-ı maneviyesinde Hulusi Abi kendisinin de dahil olduğunu rüyasında görmüş. Rüyanın devamında ise çekirdek hükmünde olan Risale-i Nurun şahs-ı maneviyesinin sühuletle intişar edip dal budak saran büyük bir ağaç olacağını görmüş. Hulusi abinin dışında da Risale-i Nur daha yazılmadan evvel bir çok kimse keşfiyatlarında veya rüya-ı sadıkalarında görüp bu hizmetten haber vermişlerdir.)

Üç sene evvel benimle görüştükten üç gün sonra tabiri çıkmış, tevili tezahür etmiş eski bir rü’yanızın, şimdi tabirini istiyorsunuz. Şimdilik o güzel, mübarek,  (Rüyanın güzel, mübarek olması hizmetin berekete mazhar olduğuna işarettir.) müjdeli rü’ya mürur-u zamana uğramış, manasını göstermiş olan o rü’yaya karşı böyle desem hakkım yok mu:

نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ ٭ غُلاَمِ شَمْسَمْ اَزْ شَمْسْ مِى گُويَمْ خَبَرْ

İmam-ı Rabbani (R.A.) demiş ki; Ben gece değilim (Yani hakikatı karanlıklar içinde arayanlardan değilim. Çünkü rüyalar tevili veya tabiri bilinmiyorsa veya bazı ihatasız keşfiyatlar gibi hakikatı olduğu gibi göstermiyorsa, gece gibi karanlıktırlar.) geceyi sevenlerden de değilim. Peki, ben neyim? Ben güneşin kölesiyim size ondan haber veriyorum. (Yani Kur’andan aldığım hak ve hakikat dersinin dışında size bir şey söylemiyorum. Onaltıncı Sözde geçen manalarla düşünecek olursak İmam-ı Rabbanî (R.A.) der ki: Ben size Kur’andan çok hakikatları hem akla vazıh hem kalbe nurani olan temsilat yolu ile ders veriyorum. Zira ben  hakikatları karartanlardan veya hakikatları karartanları sevenlerden değilim.  Üstadımızda İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi Kur’andan çok hakikatları hem akla vazıh hem kalbe nurani olan temsilat yolu ile ders verir.)

آنْ خَيَالاَتِى كِه دَامِ اَوْلِيَاسْتْ ٭ عَكْسِ مَهْرُويَانِ بُوسْتَانِ خُدَاسْتْ

Mevlana Hazretleri demiş ki; Evliyaların hayal tuzağı ile avladıkları, Mehruyanın bostanındaki güzellerin akisleridir. (Yani Evliyaların rüyayı sadıkada veya keşfiyatlarında gördükleri hakikatlar, Cenab-ı Hakkın kainat bostanında tecelli eden esmasının akisleridir. Evliyalar rüyayı sadıkalarını veya keşfiyatlarını kâinatta Kur’an ve Sünnet-i Seniyyenin düsturları ile yerlerini tayin edip gösterebilirlerse asfiya makamına çıkmışlar demektir.)

Evet kardeşim, senin ile mahz-ı hakikat dersini müzakereye alışmışız.  (Risale-i Nurda hakikatlar rüyalar veya keşfiyatlar üzerine bina edilmemiş. Kâinat kitabında herkesin gözüyle gördüğü, aklıyla tasdik ettiği, kalbiyle zevk ettiği hakikatlar üstüne bina edilmiş. Hakikatın zıddına olabilecek bütün tereddütler, evhamlar vesveseler izale edilmiş. Herkes kendi derecesine göre mahz-ı hakikat dersini bir derece öğrenmiş. Böylece bu islam yazılarını okumaya meleke kazanmıştır. Yani Risale-i Nurun verdiği Kur’an dersi ile eşyanın ve hadisatın esmayı ilahiyeyi ne vecihle gösterdiğini öğrenmiştir.) Hayalâtlara karşı kapısı açık olan rü’yaları, tahkikî bir surette mevzubahs etmek, tahkik mesleğine tam uygun gelmediğinden; o cüz’î hâdise-i nevmiye münasebetiyle, mevtin küçük bir kardeşi olan nevme ait ilmî ve düsturî olarak altı nükte-i hakikatı, âyât-ı Kur’aniyenin işaret ettiği vecihte beyan edeceğiz. Yedincisinde, senin rü’yana kısa bir tabir verilecek.

(Bu yedi nüktede Kur’an da geçen rüya ile alakalı ayetlerin tefsiridir.)

Birincisi: Sure-i Yusuf’un mühim bir esası, rü’ya-yı Yusufiye olduğu gibi;

(Yusuf suresinde geçen ilk rüya yusuf (AS) kendi rüyasıdır.

4- Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya’kub’a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.

Bu rüyanın tabirini Yakup (AS) yapmıştır.

İkincisi hapisteki iki kişinin rüyasıdır.

36- Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.

41 – Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.

Üçüncüsü kralın rüyasını tabir etmesidir.

46- Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.

47 – Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.)

 وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyeti misillü çok âyetlerle, rü’yada ve nevmde perdeli olarak ehemmiyetli hakikatlar var olduğunu gösterir.)

İkincisi: Kur’an ile tefe’üle ve rü’yaya itimada ehl-i hakikat tarafdar değiller. Çünki Kur’an-ı Hakîm, ehl-i küfrü kesretle ve şiddetli bir tarzda vuruyor. Tefe’ülde, kâfire ait şiddeti, tefe’ül eden insana çıktığı vakit, yeis veriyor; kalbi müşevveş ediyor. (Kur’an Seb’a-l Mesani hakikatını sena etmiştir. Seb’a-l Mesani, ikişerli, çift taraflı olarak hakikatları ders vermesidir. Seb’a-l Mesani hakikatı Kur’anda kesretle görüldüğünden hem tehdit hem teşvik ayetleri birbiri içinde bulunuyor. )

Hem rü’ya dahi hayr iken, bazı aks-i hakikatla göründüğü için şerr telakki edilir, yeise düşürür, kuvve-i maneviyeyi kırar, sû’-i zan verir. Çok rü’yalar var ki: Sureti dehşetli, zararlı, mülevves iken; tabiri ve manası çok güzel oluyor. (Üstadın Ağrı Dağının parçalandığını gördüğü rüyası gibi) Herkes rü’yanın suretiyle manasının hakikatı mabeynindeki münasebeti bulamadığı için; lüzumsuz telaş eder, me’yus olur, keder eder.

(Peki, insan neden kendi rüyasını tabir etmek ister. Çünkü Allah katındaki kendi yerini veya istikbalde başına gelecek hadisatı bilmek için rüyasını tabir etmek ister. Hâlbuki insan Risale-i Nur hakikatlarını yaşadığı nisbette Allah katındaki kendi yerini Kur’an güneşi ile görür. Başka bir tabire ihtiyaç kalmaz.)

İşte yalnız bu cihet içindir ki, ehl-i hakikat gibi ve İmam-ı Rabbanî misillü başta نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ dedim.

(Hadîsçe sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rü’yada şeytan o rü’yaya karışamıyor. Bu rü’ya-yı sadıkadan herbiri, -gerçi rü’yadır, delil ve hüccet olamaz- fakat herbirinin aynı mealde ittifakları, bir müjde veriyor ve Risale-i Nur’un makbuliyetine ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın daire-i rızasında bulunduğuna bizlere kanaat veriyor. Sikke-i Tasdik-i Gaybi 21)

Üçüncüsü: Hadîs-i sahih ile nübüvvetin kırk cüz’ünden bir cüz’ü nevmde rü’ya-yı sadıka suretinde tezahür etmiş. Demek rü’ya-yı sadıka hem haktır, hem nübüvvetin vezaifine taalluku var. Şu üçüncü mes’ele, gayet mühim ve uzun ve nübüvvetle alâkadar ve derin olduğundan, başka vakte talik ediyoruz; şimdilik o kapıyı açmıyoruz.

(Üstadımıza da rüyada hakikatlar ders verildiğine misal olarak:

Hakikatlı bir rü’ya-yı hayaliyede, Birinci Harb-i Umumî’nin beşinci senesinde, bir acib rü’yada benden soruldu:

Dördüncüsü: Rü’ya üç nevidir:

İkisi, tabir-i Kur’anla اَضْغَاثُ اَحْلاَمٍ da dâhildir; tabire değmiyor. Manası varsa da ehemmiyeti yok. (Tabire değmeyen iki kısım rüyayı kuvve-i hayaliye görür. Hayaline göre suret dokur.)

Birinci kısım Ya mizacın inhirafından (Mizacın korku, endişe, hüzün, mutluluk ve ümit gibi hallere sapmış olmasından) kuvve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat yapıyor;

İkinci kısım yahut gündüz veya daha evvel, hattâ bir-iki sene evvel aynı vakitte başına gelen müheyyic hâdisatı, hayal tahattur eder; ta’dil ve tasvir eder, başka bir şekil verir. İşte bu iki kısım اَضْغَاثُ اَحْلاَمٍ dır, (yani yaşla kuru otun birbirine karışması demektir.) tabire değmiyor.

Üçüncü kısım ki, rü’ya-yı sadıkadır.

(Kalbden âlem-i gayba açılan bir menfez bulunur. Bu menfeze en yakın bulunan latife ise latife-i Rabbaniyedir. Rü’ya-yı sadıkada latife-i Rabbaniye bazen vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere aynen görür. Bazen de latife-i Rabbaniye görür fakat hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir o vakıayı farklı bir surette gösterir.)

O doğrudan doğruya mahiyet-i insaniyedeki latife-i Rabbaniye, âlem-i şehadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla, âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar. O menfez ile, vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin nümuneleri nev’inden birisine rastgelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür. Ve o vakıatta, bazan hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir. Bu kısmın çok enva’ı ve tabakatı var. Bazı aynen gördüğü gibi çıkar, bazan bir ince perde altında çıkıyor, bazan kalınca bir perde ile sarılıyor.

Hadîs-i şerifte gelmiş ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bidayet-i vahiyde gördüğü rü’yalar; subhun inkişafı gibi zahir, açık, doğru çıkıyordu.

(Gecelerde gördüğüm yılanlar ise; hıyanet niyetiyle her ne vakit bir memur yanıma gelse, onu yılan suretinde görüyordum. Mektubat 361),

Beşincisi: Rü’ya-yı sadıka, hiss-i kabl-el vukuun fazla inkişafıdır.

(Rüyayı sadıka latife-i rabbaniyenin alem-i misal ve alem-i manaya açılması ile görülen rüyadır.) Hiss-i kabl-el vuku ise, herkeste cüz’î-küllî vardır. (Meseleye Cenab-ı Hak canibinden bakarsak sevk-i tabiî veya bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevkediyor. İnsan canibinden bakarsak hiss-i kabl-el vuku denilebilir. Hakikatta birbirinin aynı iken bakış açısına göre isim alıyor diyebiliriz.)

  • Hattâ hayvanlarda dahi vardır.
  • Hattâ bir zaman ben, bu hiss-i kabl-el vukuu, zahirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak, insanda ve hayvanda “saika” ve “şaika” namıyla aynı “sâmia” ve “bâsıra” gibi iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum.

Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe, o gayr-ı meşhur hislere; -hata ederek- ahmakçasına “sevk-i tabiî” diyorlar. Hâşâ sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i İlahî sevkediyor. Meselâ:

  • Kedi gibi bazı hayvan; gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu (şuuru taalluk etmeden hiss-i kabl-el vuku ile) bulur, gözüne sürer, iyi olur.
  • Hem rûy-i zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevi hayvanatın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkil-ül lahm kuşlara bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kabl-el vuku ilhamıyla ve o saika-i İlahî ile bildirilir ve bulurlar.
  • Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu; yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o saika ilhamıyla döner, yuvasına girer.
  • Hattâ herkesin başında çok defa tekerrür ediyor ki, birisinden bahsediyorken, âni kapı açılarak tahminin fevkınde aynı adam gelir.
  • Hattâ Kürdce durub-u emsaldendir: نَاڤِگُرْبِينَه پَالاَنْدَارْ لِى وَرِينَه Yani: “Kurdun bahsini ettiğin zaman topuzu hazırla, vur; çünki kurt geliyor.” Demek bir hiss-i kabl-el vuku’ ile, latife-i Rabbaniye icmalen o adamın gelmesini hisseder. Fakat aklın şuuru ihata etmediği için; kasden değil, ihtiyarsız olarak bahsetmeye sevkeder. Ehl-i feraset bazan keramet gibi geldiğini beyan eder.
  • Hattâbir zaman bende şu nevi hassasiyet fazla idi.

(“Hem Üstadımızın hârika hâlâtı ve şâyan-ı hayret garaib-i ahvali, başta Risale-i Nur olarak pek çoktur.” Tarihçe-i Hayat 328’de hatırat-ı kalbiyi okumaya, hiss-i kabl-el vuku’ ve ihbarat-ı gaybiyeye dair misaller verilmiştir.

Yirmisekizinci Mektub Dördüncü Risale olan Dördüncü Mes’elede geçtiği gibi “Fena niyetle geldiğin vakit seni yılan suretinde görüyorum, dikkat et!” demiştim. Zâten selefini çok vakit öyle görüyordum. Mektubat 361)

Bu hali bir düstur içine almak istedim, fakat yakıştıramadım ve yapamadım. Fakat ehl-i salahatta ve bahusus ehl-i velayette bu hiss-i kabl-el vuku’ fazla inkişaf eder, kerametkârane âsârını gösterir.

İşte umum avam için dahi bir nevi velayete mazhariyet var ki, rü’ya-yı sadıkada, evliya gibi, gaybî ve istikbalî olan şeyleri görüyorlar.

Uykunun Gören Kişilere Göre Çeşitleri

  • Evet uyku nasılki avam için rü’ya-yısadıka cihetinde bir mertebe-i velayet hükmündedir;
  • Öyle de umum için, gayet güzel ve muhteşem bir sinema-i Rabbaniyenin seyrangâhıdır. Fakat güzel ahlâklı güzel düşünür. Güzel düşünen, güzel levhaları görür. Fena ahlâklı fena düşündüğünden, fena levhaları görür.

(Misal olarak Otuzbirinci Söz Üçüncü Esasın sonunda geçtiği gibi “Çünki sen gündüz uyanık iken güzel bir söz söylersin; bazan rü’yada güzel bir elma şeklinde yersin. Gündüz çirkin bir sözün, gecede acı bir şey suretinde yutarsın. Bir gıybet etsen, murdar bir et suretinde sana yedirirler. Öyle ise, şu dünya uykusunda söylediğin güzel sözlerin ve çirkin sözlerin; meyveler suretinde uyanık âlemi olan âlem-i âhirette yersin ve yemesini istib’ad etmemelisin.” Sözler – 581)

  • Hem herkes için, âlem-i şehadet içinde, âlem-i gayba bakan bir penceredir.
  • Hem mukayyed ve fâni insanlar için, saha-i ıtlak bir meydan ve bir nevi bekaya mazhar (Uykuda rüya vasıtasıyla bir nevi bekaya mazhariyet var ki zaman genişliyor.)ve mazi ve müstakbel, hal hükmünde bir temaşagâhtı
  • Hem tekâlif-i hayatiye altında ezilen ve meşakkat çeken zîruhların istirahatgâhıdı

İşte bu gibi sırlar içindir ki, Kur’an-ı Hakîm وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا nev’indeki âyetlerle, hakikat-ı nevmiyeyi ehemmiyetle ders veriyor.

Altıncısı ve en mühimmi: Bu Nükte-i Hakikat Kader Risalesinin Zeyli gibidir. Bu yüzden ehemmiyetlidir. Kur’ana ve imana ait herşey kıymetlidir, zahiren ne kadar küçük olursa olsun kıymetçe büyüktür. Evet saadet-i ebediyeye yardım eden küçük değildir. Öyle ise, “şu küçük bir nüktedir, şu izaha ve ehemmiyete değmez” denilmez.

Rü’ya-yı sadıka benim için hakkalyakîn derecesine gelmiş ve pek çok tecrübatımla, kader-i İlahînin her şey’e muhit olduğuna bir hüccet-i katı’ hükmüne geçmiştir. Evet bu rü’yalar, benim için hususan bu birkaç sene zarfında o dereceye gelmiştir ki;

Meselâ yarın başıma gelecek en küçük hâdisat ve en ehemmiyetsiz muamelât ve hattâ en âdi muhaverat yazılı olduğunu ve daha gelmeden muayyen olduğunu ve gecede onları görmekle, dilim ile değil, gözüm ile okuduğum bana kat’î olmuştur. Bir değil, yüz değil, belki bin defa; gecede, hiç düşünmediğim halde gördüğüm bazı adamlar veyahut söylediğim mes’eleler, o gecenin gündüzünde az bir tabir ile aynen çıkıyor. Demek en cüz’î hâdisat vukua gelmeden evvel hem mukayyeddir, hem yazılmıştır. Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.

(Kastamonu Lahikası sayfa 115’te ayının yağını toplama rüyası kaderin bir delilidir. “Latif bir rü’yanın, kadere ait bir mes’eleyi şuhud derecesinde bize kanaat verdiği gibi, o latif rü’yanın ciddî ikinci parçası, bizlere manevî bir müjde ve beşaret verdiği cihetle, siz kardeşlerimize beyan ediyoruz.)

Yedincisi: Senin müjdeli, mübarek ve güzel rü’yanın tabiri,

  1. Kur’an için (Çünkü Kur’an hakikatlarının her yerde intişar edeceğinin işareti var.) ve bizim için (Çünkü Kur’ana hizmet edecek Nur Talebelerinden haber verdiğinden bizim içinde) çok güzeldir.
  2. Hem zaman tabir etti ve ediyor, tabirimize ihtiyaç bırakmıyor.
  3. Hem kısmen tabiri güzel olarak çıkmış. Sen dikkat etsen anlarsın.

Yalnız bir-iki noktasına işaret ederiz. Yani bir hakikat beyan ederiz. Senin hakikat-ı rü’ya nev’inden olan vakıalar, o hakikatın temessülâtıdır.

(Risale-i Nurun hakikatını daha şahs-ı manevisi teşekkül etmeden evvel alem-i gayba bakıp temessülâtını gören çok zatlar olmuştur.)

Şöyle ki:

  • O vasi’ meydanlık, âlem-i İslâmiyettir. (İslam alemi camiyede benzetilmiştir.)
  • Meydanlığın nihayetindeki mescid, Isparta vilayetidir. (Meydalığın nihayetinde olması son müceddid olduğunada bir işarettir.)
  • Etrafı bulanık çamurlu su, hal ve zamanın sefahet ve atalet ve bid’atlar bataklığıdır. (Onüçüncü Mektub Üçüncü Sualde geçtiği gibi “Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’anın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider.” Mektubat – 48)
  • Sen selâmetle, bulaşmadan, sür’atle mescide eriştiğin; herkesten evvel envâr-ı Kur’aniyeye sahib çıkıp, kalbini bozmadan sağlam kaldığına işarettir.
  • Mesciddeki küçük cemaat ise; Hakkı, Hulusi, Sabri, Süleyman, Rüşdü, Bekir, Mustafa, Ali, Zühdü, Lütfü, Hüsrev, Re’fet gibi Sözler’in hameleleridir.
  • Ufak kürsü ise, Barla gibi küçük bir köydür.
  • Yüksek ses ise, Sözler’deki kuvvet ve sür’at-i intişarlarına işarettir.

(Risale-i Nurun süratle intişarına dair Barla Lahikasında Hulusi abinin sayfa 242’de bir mektubu vardır. “Nurların intişarında berk gibi bir sür’at lâzım gelirken, cüz’î bir betaetten her zaman esefle bahsettiğim, malûm-u âlîleridir. Yakın vakitte bazı müştaklar daha, söz dairesine iltihak ettiler. Kalbime gelen bir ihtarla keyfiyet-i intişarı düşündüm ve şu hakikatları hissettim.”

Bu Sözler ve Mektublar hakikaten Nur isminin tecellileridir ki, sühuletle intişar Kur’anî tarlaya “Bismillah” diyerek emr-i İlahîye imtisalen ekilen Sözler tohumu ve Furkanî bahçeye “Bismillah” diyerek, dikilen Nurlu Mektublar çekirdeğinin inkişaf ve intişarları şübhesiz hârika-âsâ olur.

Bu bid’atların kesreti ve muharriblerin bolluğu devrinde “Bismillah” ile gars olunan Nur fidanının yaprakları olan diğer Sözler ve Mektublarla, bu kudsî fidanın dal ve budakları olan Hizb-ül Kur’an ve bu hizbin esası ve seyyidi olan muhterem Üstad da bir hıfz-ı gaybîye mazhar bulunuyorlar. (Güneş emr-i ilahi ile yaprağı yakmadığı gibi bütün bid’atların kesreti ve muharriblerin bolluğuda hıfz-ı ilahi ile nurların intişarına mani olamamıştır. Üstad ağacın gövdesi gibi Talebelerde bu kudsî fidanın dal ve budakları olarak hıfz-ı ilahiyeye mazhardır.)

Şems-i Risalet’ten gelen Kur’anî Nurların evvelen üstada ve buradan da biz bîçarelere, bizlerden de diğer müştaklara ilh.. intikal etmekte olduğunu tasavvur ettim. Elhamdülillah dedim. Mühim bir rü’yamda arzettiğim vecihle, Sözlerinizin mü’minlere intişarına küçük cemaatınız inayet-i İlahî ile âhize, vasıta olmuşlar. كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِاِذْنِ اللّٰهِ sırrına mazhariyetle manevî galebeyi temin, merkezdeki mürşidlerine müteveccih ve murakıb küçük bir halka-i tevhidi teşkil edenler gibi; bu küçük cemaatinizin herbiri arkasında, bir nisbet-i mütezayide-i muntazama ile artan, mahrut şeklinde zümre-i muvahhidîni görür gibi oldum. “Allahü Ekber” dedim.

(H. G. Abi’den bir rivayette; Her bir nur talebesi yılda sadece bir kişi ile ilgilense ve o ilgilenen kişilerde bir sene sonra başkaları ile ilgilense 33 senede 7,5 milyar nur talebesi olacağı mantıksal olarakta makuldür.)

Ondokuzuncu Mektub Ondokuzuncu Nükteli İşaret sayfa 194’te sesin yüksek olması sür’at-I intişarına bir delildir.

Sekizinci Esas: İşte mezkûr sıfatlarla muttasıf ve her cihet ile sarsılmaz kuvvetli istinad noktalarına dayanan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, âlem-i şehadete müteveccih olarak, âlem-i gayb namına, cinn ü insin başları üzerine ilân ederek; istikbalde gelecek asırlar arkasında duran akvama ve milletlere hitab edip öyle bir nida eder ki; umum cinn ü inse, umum yerlere, umum asırlara işittiriyor. Evet, işitiyoruz!..

Dokuzuncu Esas: Hem öyle yüksek, kuvvetli hitab ediyor ki; bütün asırlar onu dinler. Evet aks-i sadâsını herbir asır işitiyor.

Onbirinci Esas: Hem bütün kuvvetiyle öyle kuvvetli davet edip çağırır ki: Yarı yeri ve nev’-i beşerin beşte birini sesine karşı “Lebbeyk” dedirtti.)

(Kastamonu Lahikası sayfa 133’te geçtiği gibi “Ahmed’in rü’yası çok mübarek ve güzeldir. Hazret-i İsa’nın (A.S.) kuvvetli sadâsını işitmek, İsevîlerden kuvvetli bir imdad Hizb-ül Kur’an’a iltihak etmeye işaret olabilir.”)

  • Birinci safta sana tahsis edilen makam ise, Abdurrahman’dan sana münhal kalan yerdir.
  • O cemaat; telsiz âletlerin âhizeleri hükmünde, bütün dünyaya ders işittirmek istemek işareti ve hakikatı ise inşâallah tamamıyla sonra çıkacak. Şimdi efradı birer küçük çekirdek iseler de, ileride tevfik-i İlahî ile birer şecere-i âliye hükmüne geçerler ve birer telsiz telgrafın merkezi olurlar. (Herbir nur talebesi merkez hükmüne geçip risaleleri eşine dostuna duyurur. Ve diğer nur talebeleri ile görüşüp görüştürür.  Böylece hizmet intişar etmiştir. Yedinci Lem’a sayfa 32’de geçtiği gibi Sahabeler, çendan mebdede az ve zaîf görünecekler. Fakat çekirdekler gibi neşvünema bularak yükselip kalınlaşıp kuvvetleşerek, küffarın gayzlarını onlara yutkundurup boğduracak vakitte, kılınçlarıyla nev’-i beşeri kendilerine müsahhar edip, reisleri olan Peygamber’in (A.S.M.) ise, âleme reis olduğunu isbat edecekler.)
  • Sarıklı küçük genç bir zât ise;

Birinci sıfat: Hulusi’ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, naşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. (Meslektaş veya meşreb olarak benzeyen biri olabilir.) Bazılarını zannederim, fakat kat’î hükmedemem.

İkinci sıfat: O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır. Sair noktaları sen benim bedelime tabir et.

(Safranboludaki abiler Mehmet Feyzi Abiyi velayetiyle, İstanbuldaki abiler Zübeyir Abiyi tarz ve usuluyle sarıklı genç olarak görmüşlerdir. Ayrıca gayri münteşir mektublarda Üstad Hazretleri Hüsrev Abinin sarıklı genç olduğunu söylüyor.)

Senin gibi dostlarla uzun konuşmak hem tatlı, hem makbul olduğundan; şu kısa mes’elede uzun konuştum, belki de israf ettim. Fakat nevme ait olan âyât-ı Kur’aniyenin bir nevi tefsirine işaret etmek niyetiyle başladığımdan, inşâallah o israf afvolur veya israf olmaz.

* * *

(Bu uzun fıkra Hulusi Bey’indir)

Yirmisekizinci Mektub’un Sekiz Mes’elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi’lerine ve kari’lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz. Barla Lahikası 61)

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*