Anasayfa » Yirmibeşinci Söz

Yirmibeşinci Söz

  Yirmibeşinci Söz

  Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi

Elde Kur’an gibi bir mu’cize-i bâki varken, başka bürhan aramak aklıma zaid görünür.

Elde Kur’an gibi bir bürhan-ı hakikat varken, münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?

  İHTAR

(Yirmibeşinci Söz’ün Yirmidördüncü Sözle olan münasebeti; Bütün ehli velayetin gitmek istediği iki kemal nokta var; Biri; Cenab-ı Hakkı bütün esması ile tanımak ki buna marifet-i kamile deniyor. Diğeri; her bir şeyde Allahın birliğini görmek ki buna da huzur-u etemm deniyor. İşte bu iki noktaya mazhariyet Yirmidördüncü Söz’de beyan edilmiş. Bu iki noktaya Peygamberimiz (A.S.M.) tam mazhar olduğu gibi Kur’anda da bu mazhariyet var. Bu nokta-i nazarla bakıldığında Yirmidördüncü Söz’de esma-i İlahiyenin talimi ve ism-i a’zama mazhar Zât-ı Ahmediyenin (A.S.M.) nübüvvet nazarı gösterildi. Yirmibeşinci Söz’de ise ism-i a’zamdan ve her isminin a’zami mertebesinden nazil olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın i’cazı gösterilecektir. Hem Yirmibeşinci Söz’de Kur’andan mana, nükte, hakikatlar nasıl çıkartılacağına dair usüller, yöntemler ders veriliyor. Başka risalelerde usullerin doğrudan tatbikatı beyan edilmiş. Bu usül noktasında diğer risaleler; İşarat’ül İ’caz ve Muhakemattır. Üstadın Kur’an için uyguladığı  usûlleri; bizde Risale-i Nur’daki ince manaları anlamak, mana çıkartmak, karanlık ve kapalı kalan noktaları açmak için tatbik edebiliriz. Buradaki Kur’an kelimeleri yerine Risale-i Nur konsa mevzu daha iyi anlaşılıyor. Hem Âyet-ül Kübra’da; Yirmibeşinci Söz için Risale-i Nur’un güneşi diye ifade ediyor. Yani güneş, eşyayı ziyasıyla gösterdiği gibi Yirmibeşinci Söz’de Risale-i Nur’un içindeki hakikatların en ince nokta, nükte ve temsillerini anlamaktaki usûlü gösteriyor. Bu makamda Yirmibeşinci Söz’deki Şuleler anahtar gibi; iyice anlaşılsa başka yerlerinde açılmasına vesile oluyor. Başka yerlerde külli ve geniş olarak geçen hakikatlar cüzi bir tarzda numune gibi gösterilmiş olduğundan çok istifadeye medar olabilir.)

(Şu Söz’ün başında beş şu’leyi yazmak niyet ettik. Fakat Birinci Şu’le’nin âhirlerinde eski hurufatla tab’etmek için gayet sür’atle yazmağa mecbur olduk. Hattâ bazı gün yirmi-otuz sahifeyi iki-üç saat içinde yazıyorduk. Onun için üç şu’leyi ihtisaren, icmalen yazarak iki şu’leyi de şimdilik terkettik. Bana ait kusurlar ve noksaniyetler ve işkal ve hatalara nazar-ı insaf ve müsamaha ile bakmalarını ihvanlarımızdan bekleriz.)

Bu Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medar-ı tenkid olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şübhelerine maruz olmuş âyetlerdir. İşte bu “Yirmibeşinci Söz” öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlarını ve nüktelerini beyan etmiş ki, ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar i’cazın lemaatı ve belâgat-ı Kur’aniyenin kemalâtının menşe’leri olduğu, ilmî kaideleriyle isbat edilmiş. Bulantı vermemek için onların şübheleri zikredilmeden cevab-ı kat’î verilmiş. وَ الشَّمْسُ تَجْرِى ٭ وَ الْجِبَالَ اَوْتَادًا gibi. Yalnız Yirminci Söz’ün Birinci Makamı’nda üç-dört âyette şübheleri söylenmiş.

Hem bu Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi gerçi gayet muhtasar ve acele yazılmış ise de, fakat ilm-i belâgat ve ulûm-u Arabiye noktasında, âlimlere hayret verecek derecede âlimane ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyan edilmiş. Gerçi her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz, istifade etmez. Fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve müşevveş haletler içinde te’lif edildiğinden ifade ve ibaresinde kusur var olmasıyla beraber ilim noktasında çok ehemmiyetli mes’elelerin hakikatını beyan etmiş.

  Said Nursî

  Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi

  بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

  قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هذَا اْلقُرْآنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا

(Bu âyet Kur’an’ın istikbale ait ihbarat-ı gayb cihetinden mu’cizeliğini göstermekte olup Yirmibeşinci Söz Birinci Şu’le Üçüncü Şua Birinci Cilve İkinci Şavkında izah edilecektir.)

Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra-yı Ahmediye (A.S.M.) olan Kur’an-ı Hakîm-i Mu’ciz-ül Beyan’ın hadsiz vücuh-u i’cazından kırka yakın vücuh-u i’caziyeyi arabî risalelerimde ve arabî Risale-tün Nur’da ve “İşarat-ül İ’caz” namındaki tefsirimde ve geçen şu yirmidört Sözlerde işaretler etmişiz. Şimdi onlardan yalnız beş vechini bir derece beyan ve sair vücuhu içlerinde icmalen dercederek ve bir mukaddeme ile onun tarif ve mahiyetine işaret edeceğiz.

(Yirmibeşinci Söz’ün Üç Şulesi içinde 36 başlık vardır, zeyilleriyle beraber dört tane mucizelik dahi ilave edildiğinde kırk vecihle mu’cize oluyor. Kur’anın kırk vech-i i’cazını icmalen isbat eden Yirmibeşinci Söz, zeyilleriyle beraber Sözler 455

Hem Sözlerin fihristinde; Birinci Şule’nin Üç Şua’ı içinde Kırk vecihle mu’cize olduğunu zikredilmiş. Üç Şua içinde kırk vücuh-u i’caziyeyi beyan ve tefsir ediyor ki; Kur’an, kelâmullah olduğunu; gündüzdeki ziya, güneşin vücudunu gösterdiği gibi, öylece gösterir ve isbat eder. Sözler 786

Hem Yirmidokuzuncu Mektub Üçüncü Risalede Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ikiyüz aksam-ı i’caziyesi var olduğu zikredilmiş. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın ikiyüz aksam-ı i’caziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda Mektubat 405

Hem Lemaatta i’caz-ı Kur’an bahsinde Yedi menabi-i külliyeden tecelli, hem yedi anasırdan terekküb eden İ’caz-ı Kur’anî beyan edilmiş. Yedi menabi-i külliyeden tecelli, hem yedi anasırdan terekküb eder. Sözler 733

Hülasa Risale-i Nur’da ve Yirmibeşinci Söz’de Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın yedi, kırk, iki yüz vücuhu icazı gösterilmiştir.)

Mukaddeme

Mukaddeme üç cüz’dür.

(Yirmibeşinci Söz’ün Mukaddimesinin birinci cüz’ünde kâinatın şehadeti ile ikinci cüzde Cenab-ı Hakkın esması ile üçüncü cüz’ünde meyveleri ile Kur’anın tarifi yapıldı. Burada ise birinci cüz’deki gibi kâinatın şehadeti ile tarifi yapılmıştır. Aslında bu tarif içeresinde tenkid edilen noktaların da mu’cizeliği isbat edilmiştir.)

Birinci cüz’:

Kur’an nedir? Tarifi nasıldır?

Elcevab: Ondokuzuncu Söz’de beyan edildiği ve sair sözlerde isbat edildiği gibi (Kâinatın şehadeti ile Kur’anın tarifi yapılıyor.)

Kur’an,

  1. Şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi.. (Kur’an, Cenâb-ı Hakkın ezeli ilminden gelen kelamıdır. Kâinat kitabı, Kur’an olmaksızın tercüme edilemez. Tercüme bir dilden diğer bir dile çevirmektir. Kur’an Kudret dilini kelam diline çevirdiği gibi lisan-ı hali de lisan-ı kal’a çevirmiştir. Onun için Kur’anın tercümesi muhal denilmiş. Kur’an, Cenab-ı Hakkın kelam sıfatından geldiği için ezelidir. )
  2. Ve âyât-i tekviniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi.. (Kur’an, mücessem âyet olan her bir mahlukun mütenevvi dillerinin ebedi tercümanıdır. Tercüman: kendisinden bir şey katmadan manayı olduğu gibi verendir. Kur’an ise cevv-i semanın yaptığı zikri ve Canab-ı Hakkı tanıttırmak itibariyle lisan-ı hal ile yaptığı şehadeti lisan-ı kal’a çevirmiştir. Sınırlı olan mahlukatın tercümanı olmasından ezeli değil ebedi tercüman denildi. Evet Kur’an-ı Hakîm, şu Kur’an-ı Azîm-i Kâinatın en âlî bir müfessiridir ve en belig bir tercümanıdır. Evet o Furkan’dır ki; şu kâinatın sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders verir. Yani kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi tercüme ediyor. Sözler – 131)
  3. Ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri… (Kur’an-ı Hakîm, âlem-i gayb ve şehadetin sahifelerinde ve zamanların yapraklarında kalem-i kudretle yazılan âyât-ı tekviniyeyi cin ve inse ders vermekle tefsir ediyor.)
  4. Ve zeminde ve gökte gizli esma-i İlahiyenin manevî hazinelerinin keşşafı.. (Nitekim Muhyiddin-i Arabî,كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى hadîs-i şerifinin beyanında: “Mahlukatı yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim” demiştir. İşarat-ül İ’caz 17)
  5. Ve sutur-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftahı.. (Deprem ve hastalık gibi hadisatın hakaikının anahtarı olduğuna bir misal; Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyanından, kâinat ve anasır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semavat dahi, değil hususî bir rububiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rububiyetin daire-i külliyesinde nev’-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri kâinat sultanını tanıttırmak için emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev’-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adaletini, kayyumiyetini, iradesini ve hâkimiyetini pek zahir bir surette gösterdiğini Kur’an bize anahtar gibi açıp gösteriyor. Sözler – 174)
  6. Ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı.. (Cennet ve Cehennemin vaziyetini ve bizlerden ne istediklerini bize bildirmesi)
  7. Ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı ebediye-i Rahmaniye ve hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi.. (İşarat-ül İ’cazda geniş olarak izahı var.)
  8. Ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi.. (Kur’an sarih beyan etmediği içtihada dair mes’elelerde hendese gibi ölçüler göstererek İslâm âlemine içtihad yapacak yolu açmıştır.)
  9. Ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası… (Cennet ve Cehenneme giden yolu gösterir hemde yerlerini tayin eden bir haritasıdır.)
  10. Ve zât ve sıfât ve esma ve şuun-u İlahiyenin kavl-i şârihi (şerh etmek), tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı katı’ı, tercüman-ı satı’ı (yükselerek parlıyan tercüman)
  11. Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi.. (İnsanlık âlemini zararlardan uzaklaştırarak menfaatli şeyleri de celb ettirerek nokta-i kemali göstermekle terbiye ediyor.)
  12. Ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ ve ziyası.. (İnsanın mâ ve ziyaya ihtiyacı ne ise İslam âleminin de Kur’ana ihtiyacı o derecededir.)
  13. Ve nev’-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.. (İnsaniyet âlemine, Cenab-ı Hakkın eşyayı yaratmasındaki kudsi maksadlarını ders vererek manevi kirlerden temizliyor.)
  14. Ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşidi ve hâdîsi… (İşarat-ül İ’cazda Kur’anın ebedi bir rehber olması ve âhirette de rehberliğinin devam edecek olmasının izahı var.)
  15. Ve insana hem bir kitab-ı şeriat (1), hem bir kitab-ı dua (2), hem bir kitab-ı hikmet (3), hem bir kitab-ı ubudiyet (4), hem bir kitab-ı emir (5) ve davet (6), hem bir kitab-ı zikir (7), hem bir kitab-ı fikir (8), hem bütün insanın bütün hacat-ı maneviyesine merci’ olacak çok kitabları tazammun eden tek, câmi’ bir Kitab-ı Mukaddes’tir (9).

(Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat,  (Hikmet ile bütün asırlarda Cenab-ı Hakkın eşyada görünen esmasını ders vermiş ve Her esmanın içerisinde o esmanın koyduğu kanununa muvafık hareket etmenin yolunu göstermiştir. Şeriatın Kanun manası olduğu gibi geniş olarak din manası da vardır.)

Hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet, (Her vaziyetimizde hangi esmanın dairesinde bulunduğumuzu gösterip o esma ile istemenin yolunu gösteriyor.)

Hem bir kitab-ı emir ve davet,

Hem bir kitab-ı zikir (Zikir de hatırlamak manası vardır.) ve marifet gibi; bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer kitab)

16. Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefa ve muhakkikînin muhtelif meşreblerine ve ayrı ayrı mesleklerine, her birindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütübhane hükmünde bir Kitab-ı Semavî’dir.

İkinci cüz’ ve tetimme-i tarif:

(Kur’an hangi makamdadır? Nasıl bir Zâtın sözüdür? İkinci cüz’de Cenab-ı Hakkın esması ile Kur’anın tarifi yapılıyor.)

Kur’an, arş-ı a’zamdan, ism-i a’zamdan, her ismin mertebe-i a’zamından geldiği için, (Onikinci Söz’de beyan ve isbat edildiği gibi)

  1. Kur’an, bütün âlemlerin Rabbi itibariyle Allah’ın kelâmıdır.
  2. Hem bütün mevcudatın İlahı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır.
  3. Hem bütün Semavat ve Arzın Hâlıkı namına bir hitabdır.
  4. Hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir.
  5. Hem saltanat-ı âmme-i Sübhaniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir.
  6. Hem rahmet-i vasia-i muhita nokta-i nazarında bir defter-i iltifatat-ı Rahmaniyedir.
  7. Hem uluhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır. (Şifre: Haşmet ve azameti ifade ediyor. Padişah ordu komutanları ile şifreli konuşur. Huruf-u mukattaa: Peygamberimizin zekavetine de işaret ediyor.)
  8. Hem ism-i a’zamın muhitinden nüzul ile arş-ı a’zamın bütün muhatına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir Kitab-ı Mukaddes’tir. (İsm-i a’zam; Zâtına bakıyor,  arş-ı a’zam; mahlukata bakıyor.)

Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı kemal-i liyakatla Kur’ana verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’andan sonra sair enbiyanın kütüb ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz Kelimat-ı İlahiyenin ise bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvan ile, hususî bir tecelli ile, cüz’î bir isim ile ve has bir rububiyet ile ve mahsus bir saltanat ile ve hususî bir rahmet ile zahir olan ilhamat suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvanatın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibariyle çok muhteliftir.

 Üçüncü Cüz’:

(Kur’anın hakkaniyetinin isbatı iki cihetle yapılmıştır. Evvelen insanlık âleminde kendilerine kitab, suhuf ve eser verilen zâtların eserlerini icmalen tazammun etmesi cihetiyle; sâniyen cihat-ı sittesinin parlak ve evham u şübehatın zulümatından musaffa olması cihetiyledir.)

Kur’an,

  1. Asırları muhtelif bütün enbiyanın kütüblerini
  2. Ve meşrebleri muhtelif bütün evliyanın risalelerini
  3. Ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini İcmalen tazammun eden (Altda geçen tüm hususiyetler ve sıfatlar tüm enbiya, asfiya ve evliyanın kitablarında da vardır. Fakat en azami masadak, en kemal noktada Kur’andır.)

Ve cihat-ı sittesi parlak ve evham u şübehatın zulümatından musaffa (Burada geçen altı cihet Ondokuzuncu Mektubta ayrı ayrı izah edilmiş.)

  1. Ve nokta-i istinadı, bilyakîn vahy-i semavî ve kelâm-ı ezelî..
  2. Ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede saadet-i ebediye.. (Kur’an bil’ayân ve şübhesiz, saadet-i dâreyne îsal eder, beşeri ona sevkeder. Kimin şübhesi varsa, bir defa Kur’anı okusun ve dinlesin ne diyor?)
  3. İçi, bilbedahe hâlis hidayet..
  4. Üstü, bizzarure envâr-ı iman..
  5. Altı, biilmelyakîn delil ve bürhan..
  6. Sağı, bittecrübe teslim-i kalb ve vicdan..
  7. Solu, biaynelyakîn teshir-i akıl ve iz’an…
  8. Meyvesi, bihakkalyakîn rahmet-i rahman ve dâr-ı cinan…
  9. Makamı ve revacı, bilhads-is sadık makbul-ü melek ve ins ü cânn bir kitab-ı Semavî’dir.

Kur’anın tarifine dair üç cüz’ündeki sıfatların herbiri başka yerlerde kat’î isbat edilmiş veya isbat edilecektir. Davamız mücerred değil, her birisi bürhan-ı kat’î ile müberhendir.

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*