Sure-i Feth’in âhirindeki âyetin mana-yı işarîsiyle verdiği ihbar-ı gaybî münasebetiyle; gelecek âyette aynı haber, aynı mana-yı işarî ile verdiği münasebetle bir nebze ondan bahsedilecek.
BİR TETİMME
وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا
وَمَنْ يُطِعِ اللّهَ وَ الرَّسُولَ
فَاُولئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ
مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ
وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا
Bu âyetin beyanında binler nüktelerinden “İki Nükte”ye işaret edeceğiz.
BİRİNCİ NÜKTE: Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan
1- Mefahimiyle, mana-yı sarihiyle ifade-i hakaik ettiği gibi; (Değil yalnız bir sahifede, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede; belki bazan bir harfte ve takdim – te’hir, tarif – tenkir ve hazf – zikir gibi heyetlerde öyle kuvvetli isbat eder. Sözler 455 )
2- Üslûblarıyla, hey’atıyla çok maânî-i işariyeyi dahi ifade ediyor. (Üslublar hayale çok manaları getirebiliyor. Ey arz suyunu tut, ey zemin suyu yut. Bu üslubdan hayale kumandanın emir vermesi geliyor.
Veya çürümüş kemikleri kim diriltecek ayetinden Zemahşeri kendini göstersin manasını çıkarıyor.)
Her bir âyetin çok tabaka-i manaları var. Kur’an, ilm-i muhitten geldiği için, bütün manaları murad olabilir. İnsanın cüz’î fikri ve şahsî iradesiyle olan kelâmlar gibi, bir iki manaya inhisar etmez.
İşte bu sırra binaen âyât-ı Kur’aniyenin ehl-i tefsir tarafından hadsiz hakaikı beyan edilmiş. Müfessirînin beyan etmediği daha çok hakaikı var. Ve bilhâssa hurufatında ve mana-yı sarihinden başka, işaratında çok ulûm-u mühimme vardır.
İKİNCİ NÜKTE: İşte bu âyet-i kerime
مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا tabiriyle,
A- Sırat-ı müstakimin ehli (sırat-ı müstakim; otoban gibi çok yollar içinde gidiş gelişli yola işaret olup istikametle gitmenin önemine işaret ediyor.) ve hakikî niam-ı ilahiyeye mazhar,
1- nev’-i beşerdeki taife-i Enbiya ve
2- kafile-i Sıddıkîn ve
3- cemaat-ı şüheda ve
4- esnaf-ı sâlihîn ve
5- enva’-ı tâbiînin bulunduklarını ifade etmekle beraber,
B- Âlem-i islâmiyette o beş kısmın en mükemmelini dahi ayrıca sarahaten gösterdikten sonra o beş kısmın imamları ve baştaki rüesalarını sıfât-ı meşhureleriyle zikretmekle onlara delalet edip ifade ettiği gibi,
C- İhbar-ı gayb nev’inden bir lem’a-i i’caz ile o taifelerin istikbaldeki reislerinin vaziyetlerini bir vecihle tayin ediyor. Evet
1- مِنَ النَّبِيِّينَ nasılki sarahatle Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’a bakıyor.
2- وَالصِّدِّيقِينَ fıkrasıyla Ebu Bekir-is Sıddık’a bakıyor.
Hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine ve “Sıddık” ismi, ümmetçe ona ünvan-ı mahsus ve sıddıkînlerin başında görüneceğine işaret ettiği gibi;
(Risale-i Nurda sıddıklar hakkında verilen bilgiler. Yusuf’un (A.S.) 23. Mektubta geçen şu sıfatıdır. Hem Hazret-i Yusuf’un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor. Mektubat – 283)
(Böyle bir zamanda böyle
a- ihlaslı sadakat,
b- livechillah uhuvvet ve
c- fisebilillah muavenet
ancak âlîhimmet sıddıkînlerde bulunur. Kastamonu – 20)
3- وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali Rıdvanullahi Aleyhim Ecmaîn’i üçünü beraber ifade ediyor.
Hem üçü Sıddık’tan sonra nübüvvetin hilafetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehid olacaklarını, fazilet-i şehadetleri de sair fezaillerine ilâve edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade ediyor. (Şüheda, hayat-ı dünyevîlerini tarîk-ı hakta feda edenlerdir. Geniş bir manadır. Mektubat – 6)
4- وَالصَّالِحِينَ kelimesiyle
a- Ashab-ı Suffe,
b- Bedir,
c- Rıdvan gibi mümtaz zevata işaret ederek وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا cümlesiyle mana-yı sarihiyle onların ittibaına teşvik ve Tâbiînlerdeki tebaiyeti çok müşerref ve güzel göstermekle,
(Tabiinin şereflisi ise Hz Hasan (R.A.) olduğuna ve ona tabi olmak gerektiğini işaret ediyor. Hz Hasan’ın (R.A.) hakiki vazifesi olan insanların manevi hayatını kurtarmakta ona tabi olmamız gerekiyor.
Âl-i Beyt ise, hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler… Hazret-i Hasan’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhâssa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp, envâr-ı Kur’aniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler. Mektubat 100)
mana-yı işarîsiyle hulefa-i erbaanın beşincisi olarak ve اِنَّ الْخِلاَفَةَ بَعْدِى ثَلاَثُونَ سَنَةً hadîs-i şerifin hükmünü tasdik ettiren müddet-i hilafeti azlığıyla beraber kıymetini azîm göstermek için o mana-yı işarîsiyle Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ı gösterir. (Kıymetinin azim görünmesi iki İslâm ordusunun karşı karşıya gelmesinde Müslüman kanı dökülmemesi için hilafeti Muaviyeye (R.A.) vermesi cihetiyledir.)
Elhasıl: Sure-i Feth’in âhirki âyeti, hulefa-i erbaaya baktığı gibi,
bu âyet dahi teyiden, ihbar-ı gayb nev’inden onların istikbaldeki vaziyetlerine kısmen işaret suretiyle bakar.
İşte Kur’anın enva’-ı i’cazından olan ihbar-ı gayb nev’inin lemaat-ı i’caziyesi âyât-ı Kur’aniyede o kadar çoktur ki, hasra gelmez. Ehl-i zahirin kırk elli âyete hasretmeleri, nazar-ı zahirî iledir. Hakikatta ise binden geçer. Bazan bir âyette dört beş vecihle ihbar-ı gaybî bulunur.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
* * *
Sure-i Fethin son üç ayetinde sekiz tane ihbar-ı gaybi vardır.
1- Resul-i Ekrem ASM risaleti
2-Sahabelerin vasıfları
3-Sahabelerin tabakaları
4- İstikbaldeki talebelerin vasıflarını haber veriyor.
5-Resul-i Ekremden ASM sonra gelen sahabelerin tertib sırasını
6-Harfleri ile bedir harbine katılan sahabeleri ve uhudda şehid olan sahabeleri
7-
8-
BU TETİMMEYE İKİNCİ BİR İZAH
______
{(*): Kardeşlerim her ikisini faydalı bulmasından, iki izahı beraber kaydetmişler; yoksa biri kâfi idi.}
______
Şu âhir-i Feth’in işaret-i gaybiyesini teyid eden, (Halifelerin tertib sırasını teyid eden)
hem Fatiha-i Şerife’deki sırat-ı müstakim ehli ve صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyetindeki murad kimler olduğunu beyan eden,
(enamte mazi sigası ile zikredilmesinden anlaşılıyor ki; mazide Allahın nimetine mazhar olan zatlara refik olmamız gerekiyor. Allahın nimetine mazhar olan zatlar; enbiya, sıddık, şehid, salih)
hem ebed-ül âbâdın pek uzun yolunda en nuranî, ünsiyetli, kesretli, cazibedar bir kafile-i rüfekayı gösteren ve
hem ehl-i iman ve ashab-ı şuuru şiddetle o kafileye tebaiyet noktasında iltihak ve refakata mu’cizane sevkeden şu âyet
فَاُولئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَ الصِّدِّيقِينَ وَ الشُّهَدَاءِ وَ الصَّالِحِينَ وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا
yine âhir-i Feth’in âhirki âyeti gibi İlm-i Belâgat’ta “maariz-ul kelâm” (maariz-ul kelâm bir kelama takılan mananın sarih olmayıp işari veya remz derecesinde olması durumuna denir.) ve “müstetbeat-üt terakib” (müstetbeat-üt terakib terkibe dahil olan manalar demektir.) tabir edilen mana-yı maksuddan başka işarî ve remzî manalarla hulefa-i erbaa ve beşinci halife olan Hazret-i Hasan’a (R.A.) işaret ediyor. Gaybî umûrdan birkaç cihette haber veriyor. Şöyle ki:
(Lafız bir kılıftır, ifade ettiği manalar ise cevher kıymetindedir. Bu cevher farklı mertebelerde kendini gösterir. Şöyle ki; sarih 6-7, delalet 4-5, işaret 3, remzi 2, hafi 1)
Nasılki şu âyet,
1- mana-yı sarihi ile nev’-i beşerde niam-ı âliye-i İlahiyeye mazhar olan ehl-i sırat-ı müstakim olan
a- kafile-i enbiya ve (Peygamber A.S.M.)
b- taife-i sıddıkîn ve
c- cemaat-ı şüheda ve
d- enva’-ı sâlihîn ve
e- sınıf-ı tâbiîn;
“muhsinîn” olduğunu ifade ettiği gibi,
2- âlem-i İslâmda dahi o taifelerin en ekmeli ve en efdali bulunduğunu ve
a- Nebiyy-i Âhirzaman’ın sırr-ı veraset-i nübüvvetten teselsül eden taife-i verese-i enbiya ve (Nübüvvetin verasetine mazhar müceddidler)
b- Sıddık-ı Ekber’in maden-i sıddıkıyetinden teselsül eden kafile-i Sıddıkîn ve
c- hulefa-yı selâsenin şehadet mertebesiyle merbut bulunan kafile-i şüheda,
d- وَ الَّذِينَ آمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ sırrıyla bağlanan cemaat-ı sâlihîn ve (Allahın en büyük ni’metine mazhar olan sâlihîn kısmına bakıyor.)
e- اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ sırrını imtisal eden ve Sahabelerin ve Hulefa-yı Raşidîn’in refakatinde giden esnaf-ı tâbiîni ihbar-ı gaybî nev’inden gösterdiği gibi, (Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittiba etmektir. Ne vakit ona ittiba etseniz, Allah da sizi sevecek. Zâten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”)
3- وَالصِّدِّيقِينَ kelimesiyle mana-yı işarî cihetinde
a- Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’dan sonra makamına geçecek ve
b- halifesi olacak ve
c- ümmetçe “Sıddık” ünvanıyla şöhret bulacak ve
d- sıddıkîn kafilesinin reisi olacak Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık’ı ihbar ediyor.
4- وَالشُّهَدَاءِ kelimesiyle Hulefa-yı Raşidîn’den üçünün şehadetini haber veriyor ve Sıddık’tan sonra üç şehid, halife olacaklar. Çünki “şüheda” cem’dir. Cem’in ekalli üçtür. Demek Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhüm) Sıddık’tan sonra riyaset-i İslâmiyete geçecekler ve şehid olacaklar. Aynı haber-i gaybî vukubulmuştur.
(Hem -nakl-i sahih-i kat’î ile- Cihar-ı Yâr-ı Güzin ile beraber Uhud veya Hira Dağı’nın başında iken Hazret-i Ömer ve Osman ve Ali’nin şehid olacaklarını haber vermiş. Haber verdiği gibi çıkmış. Mektubat 104)
5- Hem وَالصَّالِحِينَ kaydıyla Ehl-i Suffe gibi taat ve ibadette Tevrat’ın senasına mazhar olmuş ehl-i salahat ve takva ve ibadet, istikbalde kesretle bulunacağını ihbar etmekle beraber, (Tevtatta ki Kudsilerin bayrakları beraberindedir ayetine iki mana verilebilir; Birincisi bu zatlar güneş gibidir, hem kendilerinin hakkaniyetini hemde davasının hakkaniyetini gösterir.
Diğer bir mana dini yaydıkları yerlere bayrak asmak gibi Zülkarneyn AS doğudan batıya giderek yaptığı işaretle dinin doğudan batıya götürülmesi ve oralardada islam bayrağının dalgalanmasına işaret ediyor.)
6- وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا cümlesi;
a- Sahabeye, ilim ve amelde refakat ve tebaiyet eden Tâbiînlerin tebaiyetini tahsin etmekle, ebed yolunda o dört kafilenin refakatlarını hasen ve güzel göstermekle beraber;
b- Hazret-i Hasan’ın (R.A.) birkaç ay gibi kısacık müddet-i hilafeti, çendan az idi. Fakat اِنَّ الْخِلاَفَةَ بَعْدِى ثَلاَثُونَ سَنَةً hükmüyle ve o ihbar-ı gaybiye-i Nebeviyenin tasdiki ile ve اِنَّ ابْنِى حَسَنٌ هذَا سَيِّدٌ سَيُصْلِحُ اللّٰهُ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ عَظِيمَتَيْنِ hadîsindeki mu’cizane ihbar-ı gaybi-yi Nebevîyi tasdik eden; ve iki büyük ordu, iki cemaat-ı azîme-i İslâmiyenin musalahasını temin eden ve nizaı ortalarından kaldıran Hazret-i Hasan’ın (R.A.) kısacık müddet-i hilafetini ehemmiyetli gösterip, hulefa-i erbaaya bir beşinci halife göstermek için, ihbar-ı gaybî nev’inden mana-yı işarîsiyle ve وَ حَسُنَ اُولئِكَ رَفِيقًا kelimesinde beşinci halifenin ismine İlm-i Belâgat’ta “müstetbeat-üt terakib” tabir edilen bir sır ile işaret ediyor.
İşte mezkûr işarî ihbarlar gibi daha çok sırlar var. Sadedimize gelmediği için şimdilik kapı açılmadı. Kur’an-ı Hakîm’in çok âyâtı var ki, herbir âyet çok vecihlerle ihbar-ı gaybî nev’indendir. Bu nevi ihbarat-ı gaybiye-i Kur’aniye binlerdir.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
* * *
(Bu hatimenin önceki manalarla ne alakası vardır?
Şöyle ki; Yedinci Lem’ada görülen hakikatlara bu hatimedeki tevafuk nevinden bakın. Mesela Mekkenin fethi üstünde duruldu, Hudeybiye antlaşması üstünde duruldu, Düşman safında iken daha sonra sahabe olacak zâtların üstünde duruldu. Ehl-i imanın korkusuzca büyük merkezlerin içlerine gireceği üstünde duruldu. Kur’anın diğer dinlere galib olacağı üstünde duruldu. Halifelerin tertib sırası ve Sahabelerin vasıfları üstünde duruldu. Bunların hepsinin tevafuk ettiği asırların var olduğuna bir işarettir. Hem zaman itibari ile hemde şahıslar itibari ile hemde mekan itibari ile çok tevafuklar görülecektir.)
Hâtime
Kur’an-ı Hakîm’in tevafuk cihetinden tezahür eden i’cazî nüktelerinden bir nüktesi şudur ki:
1- Kur’an-ı Hakîm’de İsm-i Allah, Rahman, Rahîm, Rab ve İsm-i Celal yerindeki Hüve’nin mecmuu, dörtbin küsurdur. بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ (Hesab-ı Ebced’in ikinci nev’i ki, huruf-u heca tertibiyledir) o da dörtbin küsur eder. Büyük adedlerde küçük kesirler, tevafuku bozmadığından küçük kesirlerden kat’-ı nazar edildi.
2- Hem الم tazammun ettiği iki vav-ı atıf ile beraber ikiyüz seksen küsur eder. Aynen Sure-i El-Bakara’nın ikiyüz seksen küsur İsm-i Celaline ve hem ikiyüz seksen küsur âyâtın adedine tevafuk etmekle beraber, Ebced’in hecaî tarzındaki ikinci hesabıyla, yine dörtbin küsur eder. O da yukarıda zikri geçmiş beş esma-i meşhurenin adedine tevafuk etmekle beraber بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ in kesirlerinden kat’-ı nazar, adedine tevafuk ediyor.
Demek bu sırr-ı tevafuka binaen الم
1- hem müsemmasını tazammun eden bir isimdir, (Bu surelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmanın me’hazine ve neden neş’et ettiğine işarettir.
الم üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif, هذَا كَلاَمُ اللّٰهِ اْلاَزَلِىِّ hükmüne ve kaziyesine; lâm, نَزَلَ بِهِ جِبْرِيلُ hükmüne ve kaziyesine; mim عَلَى مُحَمَّدٍ ع.ص.م. hükmüne ve kaziyesine remzen ve imaen işarettir. İşarat-ül İ’caz 33)
2- hem El-Bakara’ya isim, (El-Bakara Suresinin âyet sayısına hesab-ı ebcedle az farkla tevafuk ettiği gibi El-Bakara Suresinin bir çekirdeği hükmünde bütün sure kadar manaları içinde bulundurur. Evet nasılki Kur’anın hükümleri uzun bir surede, uzun bir sure kısa bir surede, kısa bir sure bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de “sin, lâm, mim” gibi huruf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik الم in herbir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor. İşarat-ül İ’caz 33)
3- hem Kur’ana isim,
4- hem ikisine muhtasar bir fihriste,
5- hem ikisinin enmuzeci ve hülâsası ve çekirdeği,
6- hem بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ in mücmelidir.
7- Ebced’in meşhur hesabıyla بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ ism-i Rab adedine müsavi olmakla beraber, الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ deki müşedded ( ر ) iki ( ر ) sayılsa; o vakit dokuzyüz doksan olup, pek çok esrar-ı mühimmeye medar olup, ondokuz harfiyle ondokuz bin âlemin miftahıdır.
Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’da Lafza-i Celalin tevafukat-ı latifesindendir ki,
1- bütün Kur’anda sahifenin âhirki satırın yukarı kısmında seksen Lafza-i Celal, birbirine tevafukla baktığı gibi, (Satırın başında)
2- Aşağıki kısımda da (satırın sonunda da) aynen seksen Lafza-i Celal, birbirine tevafukla bakar.
3- Tam o âhirki satırın ortasında yine ellibeş Lafza-i Celal, birbiri üstüne düşüp ittihad ederek güya ellibeş Lafza-i Celalden terekküb etmiş birtek Lafza-i Celaldir.
4- Âhirki satırın başında yalnız ve bazı üç harfli kısa bir kelime fasıla ile yirmibeş tam tevafukla tam ortadaki ellibeşin tam tevafukuna zammedilince seksen tevafuk olup, o satırın nısf-ı evvelindeki seksen tevafuka ve nısf-ı âhirdeki yine seksen tevafuka tevafuk ediyor.
“Acaba böyle latif, zarif, muntazam, mevzun, i’cazlı bu tevafukat; nüktesiz, hikmetsiz olur mu? Hâşâ, olamaz. Belki o tevafukatın ucuyla mühim bir define açılabilir.
رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Said Nursî
* * *