Sual: Aşağıdaki paragrafta geçen “tâlim-i esmanın hakikatına mufassalan mazhariyet” hususunda neler söylenebilir?
“Elhasıl: Sair Enbiya Aleyhimüsselâm’ın mu’cizatları, birer havarik-ı san’ata işaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın mu’cizesi ise; esasat-ı san’at ile beraber, ulûm ve fünunun, havarik ve kemalâtının fihristesini bir suret-i icmalîde işaret ediyor ve teşvik ediyor. Amma mu’cize-i kübra-i Ahmediye (A.S.M.) olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan ise, tâlim-i esmanın hakikatına mufassalan mazhariyetini; hak ve hakikat olan ulûm ve fünunun doğru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemalâtı ve saadâtı vazıhan gösteriyor.”
Cevap: Değerli kardeşim, bu konuda bir şeyler söylemeden önce ilgili âyetleri tekrar hatırlamak ve tâlim-i esma üzerinde biraz durmak icab eder.
Bakara-30: Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım” dediğinde onlar: “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın? Halbuki biz, seni övgüyle tesbih ve takdîs ediyoruz” demişlerdi. Allah da onlara “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim” buyurmuştu.
Bakara-31: Allah Âdem’e isimlerin tamamını öğretti, sonra da onları meleklere gösterip: “Haydi, doğru söylüyorsanız bunların isimlerini bana haber verin” buyurdu.
Bakara-32: Melekler: “Seni tesbih ve her türlü noksanlıktan tenzîh ederiz! Senin öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. Elbette her şeyi hakkıyla bilen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan ancak sensin!” dediler.
Bakara-33: Allah: “Ey Âdem, bunların isimlerini onlara söyle” dedi. Âdem isimleri onlara bildirince, Hak Teâlâ: “Size, «Göklerin ve yerin gaybını ben bilirim; ayrıca sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim» dememiş miydim?” buyurdu.
Yukarıdaki âyetlerden anlaşıldığına göre Hz. Âdem’in bir mu’cizesi olan tâlim-i esma sayesinde Hz. Âdem babamız meleklere karşı bir rüchaniyet ve üstünlük kazanmıştır.
“Bu talim-i esma mes’elesi ya Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın melaikenin inkârlarına karşı mu’cizesi olup, melaikeyi inkârdan ikrara icbar etmiştir; yahut melaikenin, hilafetine itiraz ettikleri nev’-i beşerin hilafete liyakatını melaikeye kabul ettirmek için izhar ettiği bir mu’cizedir.”
Hz. Âdem’e bu üstünlüğü kazandıran vasıf ise bütün isimlere olan vukufiyetidir tabir-i diğerle ona verilen ilimdir, kabiliyet ve istidattır. Aslında bu vakıa tüm insanlığı temsilen Âdem babamıza müyesser olmuş bir hadisedir ve her bir insan da bu küllîyatın içinde bir cüz’isidir.
“Âdem’in melaikeden cihet-i imtiyazı ve melaikenin muarazadan sebeb ve medar-ı aczi, esmanın heyet-i mecmuası olduğuna işarettir. Yoksa esmanın bir kısmını, belki kısm-ı a’zamını melekler de bilirler.”
Akla şöyle bir sual de gelebilir. Acaba Hz. Âdem’ öğretilen bu isimler nelerdir? Sadece eşyanın isimleri midir? Yoksa eşyanın hakikatleri olan vazifeleri, amaçları, ne işe yaradıkları ve hikmetlerini de kapsamakta mıdır?
“Şahs-ı Âdem’e tâlim-i esma ünvanıyla nev’-i benî-Âdeme ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder. Ve Âdem’e, melaikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hâdisesiyle nev’-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat müsahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlukatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.”
Üstteki ifade de verildiği üzere Hz. Âdem’in şahsıyla bizzat mazhar olduğu ve insanlığın nev olarak aynı hakikate ilhamlar yoluyla ulaştığı bütün ilimler, fenler ve teknolojik gelişmeler bu tâlim-i esmanın kapsamındadır. Hatta onun zorlu ve meşakkatli olan bu yolunda ona hizmetkar olan bir kısım mahluklar olduğu gibi ona zarar verecek ve yolundan alıkoymaya çalışacak, bir nevi şeytanın itaat etmemesi gibi, bir kısım düşmanları da olacaktır.
Elbetteki Hz. Âdem’in mazhar olduğu tâlim-i esma mu’cizesi gibi bütün peygamberlere verilen mu’cizelerden iki küllî gaye ve hikmet gözetilmiştir. Bunlar ise:
“Birincisi: Nübüvvetlerini halka tasdik ve kabul ettirmektir.
İkincisi: Terakkiyat-ı maddiye için lâzım olan örnekleri nev’-i beşere göstererek, o mu’cizelerin benzerlerini meydana getirmek için nev’-i beşeri teşvik ve teşci’ etmektir.”
İşte Hz. Âdem’e özet ve fihriste şeklinde aktarılan ve insan nevinin hem maddî hem de manevî rehberi olan Kur’an’ı Mu’cizü’l Beyan’da detayları ile aktarılan kıssalar ve peygamberlerin mu’cizelerinden temel amaçlar bu şekilde özetlenebilir. Kur’an’daki bu tafsilatlardan birkaçını şöylece sıralayabiliriz:
“Evet şu terakkiyat-ı hazıra tamamıyla dinlerden alınan işaretlerden, vecizelerden hasıl olan ilhamlar üzerine vücuda gelmişlerdir. Evet:
1-İlk saat ve sefine, mu’cize eliyle beşere verilmiştir.
2-Kâinatın ihtiva ettiği bütün nevi’lerin isimlerini, sıfatlarını, hâssalarını beyan zımnında; beşerin telahuk-u efkârıyla meydana gelen binlerce fünun sayesinde
وَ عَلَّمَ اٰدَمَ الْاَسْمَٓاءَ كُلَّهَا âyetiyle işaret edilen Hazret-i Âdem’in mu’cizesine mazhar olmuştur.
3-Bütün san’atların medarı olan demirin yumuşatılıp kullanılması sayesinde icad edilen bu kadar terakkiyatla nev’-i insan,
وَ اَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَ âyetiyle işaret edilen Hazret-i Davud’un mu’cizesine mazhardır.
4-Yine telahuk-u efkâr ile, tayyare gibi icad edilen terakkiyat-ı havaiye sayesinde nev’-i beşer,
غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَ رَوَاحُهَا شَهْرٌ
âyetiyle sür’ati beyan edilen Hazret-i Süleyman’ın mu’cizesine yaklaşıyor.
5-Kıraç ve kumlu yerlerden suları çıkartan santrafüj âleti,
اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ
âyetiyle işaret edilen Hazret-i Musa’nın (A.S.) asâsından ders almıştır.
6-Tecrübeler sayesinde ve telahuk-u efkâr ile husule gelen terakkiyat-ı tıbbiye, Hazret-i İsa’nın (A.S.) mu’cizesinin ilhamatındandır. Hakikaten şu mu’cizeler ile bu terakkiyat arasında pek büyük münasebet ve muvafakat vardır. Evet dikkat eden adam, bilâ-tereddüd o mu’cizeler bu terakkiyata birer mikyas ve nümunelerdir diye hükmeder. Ve keza
يَا نَارُ كُون۪ى بَرْدًا وَ سَلَامًا
âyet-i kerimesinin delaletine göre, Hazret-i İbrahim ateşe atıldığı zaman, ateşin harareti bürudete inkılab etmesi; beşerin keşfettiği yakıcı olmayan mertebe-i nâriyeye örnek ve me’hazdir.”
7-
لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪
âyet-i kerimesinin -bir kavle göre- işaret ettiği gibi, Hazret-i Yusuf’un (A.S.) Ken’an’da bulunan babasının timsalini görür görmez Zeliha’dan geri çekilmesi; ve kervanları Mısır’dan avdet ettiğinde Hazret-i Ya’kub’un
اِنّ۪ى لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ
yani “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” demesi; ve bir ifritin Hazret-i Süleyman’a “Gözünü açıp yummazdan evvel Belkıs’ın tahtını getiririm” demesine işaret eden
اَنَا اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ
âyet-i kerimesi; pek uzak mesafelerden celb-i savt, suret vesaire gibi beşerin keşfettiği veya edeceği icadata nümune ve me’hazdirler.
8- Hazret-i Süleyman’a kuş dilini öğrettik manasında
عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ
olan âyet-i kerime; beşerin keşfiyatından radyo, papağan, güvercin gibi âlât ve hayvanların konuşmalarına ve mühim işlerde kullanılmasına me’hazdir. Ve hâkeza beşerin henüz keşfedemediği çok mu’cizeler vardır, istikbalde yavaş yavaş keşfine muvaffak olur.”
Elhasıl: Kur’an bir dua, zikir ve fikir kitabı olduğu gibi aynı zamanda beşerin maddî ve manevî kemalat yolculuğunda da ona hakiki bir rehber ve mürşiddir.
“Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat, hem bir kitab-ı dua ve ubudiyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir ve marifet gibi; beşerin bütün hacat-ı maneviyesine karşı birer kitab ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meşarib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin (her birinin) meşreblerine lâyık birer risale ibraz eden bir “Kütübhane-i Mukaddese”dir.”
İşte biz insanlara düşen ise bu kudsi birer kütüphane hükmünde olan ve ehline detaylarıyla maddî ve manevî bir rehber olabilecek olan bu mürşidden âzami istifadeye çalışmaktır. Mi’rac gecenizi tebrik ederim. Vesselam.
26 Receb 1446
Sedad