Zeylin Dördüncü Parçası
Yirmibeşinci Söz’ün İkinci Şu’lesi’nin Üç Nur’undan ikinci Nurunun Sekizinci Meziyet-i Cezaletinde aynı bahis insan-ı asi der sualine cevab makamında münkire hitaben izahat yapılmışken bu Onuncu Sözün Dördüncü Zeylinde ise bütün insanlığın ikinci yaratılışın nasıl olacağını mutmain olmak için sorabileceğine binaen cevab makamında yazılmıştır.
قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِى اَنْشَاَهَا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
Yani, insan der: “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” Sen, de: “Kim, onları bidayeten inşa edip hayat vermiş ise o diriltecek.”
Onuncu Söz’ün Dokuzuncu Hakikatı’nın üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi; bir zât göz önünde bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese: “Şu zât, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizamı altına getirebilir.” Sen ey insan, desen “İnanmam.” Ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi; hiçlikten, yeniden ordu-misal bütün hayvanat ve sair zîhayatın tabur-misal cesedlerini kemal-i intizamla ve mizan-ı hikmetle o bedenlerin zerratını ve letaifini emr-i kün feyekûn ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rûy-i zeminde yüz binler ordu-misal zevil-hayatın enva’larını ve taifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışan zerrat-ı esasiye ve ecza-i asliyeyi bir sayha ile Sur-u İsrafil’in borusuyla nasıl toplayabilir? İstib’ad suretinde denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divaneliktir.
Hem Kur’an kâh oluyor ki;
A- Cenab-ı Hakk’ın âhirette hârika ef’allerini kalbe kabul ettirmek için ihzariye hükmünde ve zihni tasdike müheyya etmek için bir i’dadiye suretinde, dünyadaki acaib ef’alini zikreder.
B- Veyahut istikbalî ve uhrevî olan ef’al-i acibe-i İlahiyeyi öyle bir surette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatımız gelir.
A- Meselâ:
اَوَ لَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ
tâ surenin âhirine kadar…
İşte şu bahiste haşir mes’elesinde Kur’an-ı Hakîm haşri isbat için yedi-sekiz surette, muhtelif bir tarzda isbat ediyor.
- Evvelâ; neş’e-i ûlâyı nazara verir. Der ki: Nutfeden alakaya, alakadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-ı insaniyeye kadar olan neş’etinizi görü Nasıl oluyor ki, neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz?.. O, onun misli, belki daha ehvenidir.
- Hem Cenab-ı Hak, insana karşı ettiği ihsanat-ı azîmeyi اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا kelimesiyle işaret edip der: “Size böyle nimet eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasını”
- Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görü Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’ad ediyorsunuz.
- Hem semavat ve arzı halkeden, semavat ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve mematından âciz kalır mı?
- Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi?
- Bütün ağacın neticesini terketmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?
- Der: Haşirde sizi ihya edecek zât öyle bir zâttır ki, bütün kâinat ona emirber nefer hükmü Emr-i kün feyekûne karşı kemal-i inkıyad ile serfüru eder. Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar ona ehven gelir. Bütün hayvanatı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir zâttır. Öyle bir zâta karşı مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ deyip, kudretine karşı taciz ile meydan okunmaz. (Sultan-ı Kâinat birdir, herşey’in anahtarı onun yanında, her şey’in dizgini onun elindedir; herşey onun emriyle halledilir. Mektubat 224 Anahtar kudrete, dizgin iradeye bakıyor.)
- Sonra فَسُبْحَانَالَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ tabiriyle; herşeyin dizgini elinde, (gece ve gündüzün, kış ve yazın dizgini elinde bir zâttı) herşeyin anahtarı yanında, (gece ve gündüzün, kış ve yazın anahtarı yanında bir zâttır.) gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitab sahifeleri gibi kolayca çevirir. Dünya ve âhireti iki menzil gibi; bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelal’dir.
Madem böyledir, bütün delailin neticesi olarak: وَ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ yani, kabirden sizi ihya edip, haşre getirip huzur-u kibriyasında hesabınızı görecektir.
İşte şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyya etti, kalbi de hazır etti. Çünki nezairini dünyevî ef’al ile de gösterdi.
B- Hem kâh oluyor ki: Ef’al-i uhreviyesini öyle bir tarzda zikreder ki: Dünyevî nezairlerini ihsas etsin. Tâ istib’ad ve inkâra meydan kalmasın.
Meselâ: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ilââhir..
Ve اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ ilââhir..
Ve اِذَا السَّمَاءُ انْشَقَّتْ
(Güzde, baharda çok şiddetli yağmurlarla semanın yarılmış gibi sağanak şekilde yağmurun yağışı bu âyetin ifade ettiği mananın dünyevî misalidir.)
İşte şu surelerde, kıyamet ve haşirdeki inkılabat-ı azîmeyi ve tasarrufat-ı rububiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazirelerini dünyada meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılabatı kolayca kabul eder. Şu üç surenin meal-i icmalîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz. Meselâ:
اِذَا الصُّّحُفُ نُشِرَتْ kelimesiyle ifade eder ki: Haşirde herkesin bütün a’mali bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mes’ele kendi kendine çok acib olduğundan akıl ona yol bulamaz. Fakat surenin işaret ettiği gibi haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zahirdir. Çünki her meyvedar ağaç ve çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var.
(Bu vazifeler, ameller ve fiilleri ile her an bir hareket içersinde olduğundan bu hareketler kaydedilerek muhafaza edilmesi öncesinde de bunların çekirdeğinde kaydedilmiş olduğunu gösteriyor.)
Esma-i İlahiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ubudiyetleri var. İşte onun bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla gayet fasih bir surette analarının ve asıllarının a’malini zikrettiği gibi dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle sahife-i a’malini neşreder. İşte gözümüzün önünde bu
- Hakîmane,
- Hafîzane,
- Müdebbirane,
- Mürebbiyane,
- Latifane (Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiğini izah eden Yirminci Mektubun Dokuzuncu Kelimesinde geçen cümleler şöyledir; Evet geçen baharın defter-i a’malinin sahifeleri ve hidematının sandukçaları olan tohumları, çekirdekleri muhafaza eden.. ve ikinci baharda gayet şaşaalı, belki yüz derece aslından daha bereketli bir tarzda muhafaza eden, neşreden Kadîr-i Zülcelal; elbette sizin de netaic-i hayatınızı öyle muhafaza ediyor ve hizmetinize pek kesretli bir surette mükâfat verecektir.)
Şu işi yapan odur ki, der: اِذَا الصُّّحُفُ نُشِرَتْ
Başka noktaları buna kıyas eyle. Kuvvetin varsa istinbat et. (İstinbat: Kuyudan su çıkarmak manasında bir deyimdir.) Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz.
İşte: اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ Şu kelâm, tekvir lafzıyla yani sarmak ve toplamak manasıyla
- Parlak bir temsile işaret ettiği gibi,
- Nazirini dahi îma eder.
Birinci: (Âyetin ifade ettiği parlak temsilde üç perde açılıyor. Evet meselâ mezkûr âyetlerin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bütün vâlidelerin erhamında insanların suretlerini ayrı ayrı, mizanlı, imtiyazlı, zînetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, karıştırmadan basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve umum rûy-i zeminde aynı kudret, aynı hikmet, aynı san’atla umum insanları ve hayvanları ve nebatları ihata eden bu feth-i suver hakikatı; vahdaniyetin en kuvvetli bir bürhanıdır. Şualar 168)
Evet Cenab-ı Hak tarafından
- Adem ve (Esîri ademden vücuda çıkardı)
- Esîr ve (Esirin teşekkülatıyla semayı yarattı)
- Sema perdelerini açıp, (Semanın ortaya çıkması için gereken gezegen ve yıldızları da hikmetle yarattı)
Güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak. (Yani nuru cennete gidecek ateşi cehenneme gidecektir. Kıyamette âlem-i şehadete bakan bütün âlemlerdeki zıtlar birbirinden ayrılacaktır.. Ayın da münasib maddeleri birbirinden ayrılacak diğer gezegenler gibi..)
İkinci: (Nazirelerini üç misalle gösterdi.)
- Veya ziya metaını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münavebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metaını dahi toplattırıp gizlettiği gibi;
- Kâh olur bir bulut perdesiyle alış-verişini az yapar,
- Kâh olur Ay onun yüzüne karşı perde olur, muamelesini bir derece çeker.
Metaını ve muamelât defterlerini topladığı gibi elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir.
Hattâ hiç bir sebeb-i azl bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, Güneş yerin başına izn-i İlahî ile sardığı ziyayı, emr-i Rabbanî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp “Haydi yerde işin kalmadı der, Cehennem’e git, sana ibadet edip senin gibi bir memur-u müsahharı sadakatsızlıkla tahkir edenleri yak” der. اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ fermanını lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur.
* * *