Anasayfa » Onuncu Lem’a

Onuncu Lem’a

Onuncu Lem’a

(Yedinci Lem’anın Onuncu Lem’a ile münasebeti; Onuncu Lem’adaki şefkat tokatları Yedinci Lem’adaki sahabelerin mağfiret edilmesi kabilindendir. Üstad ve talebelerinin pek çok mükâfat ve ikramlara mazhar olmalarıyla beraber hizmette edilen kusurlarına binaen gelen şefkat tokatlarından dolayı afedileceğine işaret ediyor.

Sekizinci Lem’a Keramet-i Gavsiye risalesi olup Gavs-ı A’zam Abdülkadir Geylani Hazretlerinin ihbar-ı gayb nev’inden bir kerametle Risale-i Nur Talebelerinin hizmetinin ehemmiyeti nazara verildi. Dokuzuncu Lem’ada Risale-i Nur’un ilmî bir keramet olup anlaşılması en güç mes’eleleri kolaylıkla izah etmesindeki rüçhaniyeti gösterildi. Bu Onuncu Lem’ada ise hizmet-i Kur’aniyenin bir diğer silsile-i kerameti olan hizmeti ihzar etmek, manileri bertaraf etmek ve hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit, şefkatli bir tokatla ikaz etmek nev’inden kerameti gösteriliyor. Sekizinci Lem’ada  Gavs-ı A’zam’ın ihbar-ı bilgayb nevinden kerameti gösterildi. Onuncu Lem’ada ise Gavs-ı A’zam’ın ba’del memat tasarrufatının devam etmesiyle gösterdiği diğer bir nevi kerameti gösterildi. Şöyleki Gavs-ı A’zam (K.S.) hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlahî ile nezaret ederek himmet ve duasıyla yardım etmektedir.)

Şefkat Tokatları Risalesi

(İnsan kötü amellerinin neticelerini dünyada dahi görünce o kötü amellerinden kaçmak isteyecektir. Bu şefkat tokatlarında kötü amelin neticeleri gösterilerek Cenab-ı Hakkın emirlerine karşı gelmekten bizleri sakındırıyor. Cenab-ı Hak Nur talebelerini âhirette günahların dehşetinden kurtarmak için ve dünyada günahlardan sakındırmak için şefkat tokatları ile ikaz ediyor.)

Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork.

Bir lokma, (bazen yediğimiz birşey)

bir kelime, (bazen konuştuğumuz birşey)

bir dane, (küçük bir menfaat yüzünden rekabet etmek)

bir lem’a, (bazen alemimizde nefsi ve hevesi olarak parlayan şeyler)

bir işarette, (bazen his ve hevamıza işaret eden şeyler)

bir öpmekte batma! (bazen öpüp kalbimize koyduğumuz birşey)

Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

يَوْمَ تَجِدُ كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ مِنْ خَيْرٍ مُحْضَرًا وَمَا عَمِلَتْ مِنْ سُوءٍ تَوَدُّ لَوْ اَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ اَمَدًا بَعِيدًا وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاللّٰهُ رَؤُفٌ بِالْعِبَادِ

(Herkesin, iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir. Âl-i İmrân – 30)

âyetinin bir sırrını, hizmet-i Kur’aniyede arkadaşlarımın beşeriyet muktezası olarak sehiv ve hatalarının neticesinde yedikleri şefkat tokatlarını beyan etmekle tefsir ediyor. Hizmet-i Kur’aniyenin bir silsile-i kerameti (Kıyamete kadar devam edecek bir silsile) ve o hizmet-i kudsiyenin etrafında izn-i İlahî ile nezaret eden ve himmet ve duasıyla yardım eden Gavs-ı A’zam’ın bir nevi kerameti beyan edilecek.

Risale-i Nura nezaret eden mühim zatlar

(1- Hafız Ali, Hafız Mehmed ve Mehmed Zühtü abinin bu Kur’an hizmetine yardım ettiklerini ifade eden cümleler Onüçüncü Şua sayfa 330’da şöyle geçiyor. O büyük şehid, Denizli’yi bana sevdiriyor, daha buradan gitmek istemiyorum. O ve Mehmed Zühdü ve Hâfız Mehmed, hayatlarında gördükleri vazife-i imaniye ve Nuriyeye devam ediyorlar. Onlar pek yakından temaşa ediyorlar, belki de yardım ediyorlar. Evliya-i azîmenin dairesinde kıymetli hizmet noktasında mevki almalarından, ben de o ikisinin Hâfız Mehmed’le beraber isimlerini silsilemde aktabların isimleri yanında yâdedip hediyelerimi bağışlıyorum.)

(2- Sekizinci Lem’ada Hz Ali RA)

(3- Onsekizinci Lem’a, Yirmisekizinci Lem’a ve Sekizinci Şua da Gavs-ı Azam)

Tâ ki, bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar, ciddiyetlerinde, hizmetlerinde sebat etsinler.

Bu hizmet-i kudsiyenin kerameti üç nevidir:

Birinci nev’i: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevketmek cihetidir. (Misal olarak

1- Üstadımız diyor ki; Sen ve Hakkı Efendi benim için yüz ciddî talebe hükmüne geçtiniz. Hattâ diyebilirim ki: Kader-i İlahî beni bu yerlere göndermesi, sizleri şu vazife-i kudsiyede uyandırmak içinmiş. Barla – 250)

2- Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar! Benim kat’î kanaatım gelmiş ki; buraya girmemizin inayet-i İlahiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz.

Yani, Nurlar tesellileriyle ve imanın hakikatlarıyla sizi bu hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşu boşuna gam ve hüzün ile giden hayatınızı faydasızlıktan, bâd-i heva zayi’ olmasından ve dünyanızın ağlaması gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli size vermektir. Sözler – 153)

3- Leyle-i Kadirde ihtar edilen bir mes’eleyi mühimmede şöyle geçiyor. Cenab-ı Hak insanlığı Kur’ana olan ihtiyacını hissettirdiği gibi hakikatları götürecek kişi ve eserleri de o asırda gönderiyor.

4- Hulusi abinin tayinindeki sevk ciheti Barla Lahikası sayfa 259’da şöyle geçiyor; Eğer kader sizi başka bir yere gönderse, اَلْخَيْرُ فِيمَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ hükmünce kemal-i rıza ile teslim ol.

5- Emirdağ Lahikası 1 sayfa 251’de geçtiği gibi Onların gitmesiyle tesanüd kırılmadığı gibi, gideceği yerlerde lüzumları var. Ezcümle; Muharrem’i Tavas’a; Mustafa Osman’ı Karabük’e; Re’fet’i İstanbul’a gibi.. bazı kardeşlerimizi dağıtmağa sebebiyet veriyorlar. Bu kardeşlerimiz de, onlara hissettirmeyerek, güya kendi ihtiyarlarıyla gidiyorlar.)

İkinci kısım: Manileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def’edip, onları tokatlamaktır.

(Mektubatta Yirmialtıncı Mektubun Dördüncü Mebhasının Yedinci Mes’elesinde sayfa 339’da geçtiği gibi Aksi maksadıyla tokat yemelerinin misalleri çoktur.)

Bu iki kısmın hâdiseleri çoktur, hem çok uzundur. {(*): Meselâ: Halk Partisi, Nur talebelerine verdikleri azab ve sıkıntı ve ihanetlerden, kendileri dünyada daha ziyade cezasını çektiler, aynını gördüler.}Başka vakte talikan, en hafif olan üçüncü bir kısımdan bahsedeceğiz.

Üçüncü kısım şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler. Bu kısmın hâdisatı, yüzden fazladır. Yalnız yirmi hâdiseden onüç ondördü şefkatli tokat yemişler, altı yedisi zecr tokatı görmüşler.

(Her bir tokatta ehl-i iman için gadab-ı ilahinin celb eden yanlış davranışlar gösterilmiştir.)

BİRİNCİSİ: Bu bîçare Said’dir.

Her ne vakit hizmete fütur verir, “neme lâzım” deyip hususî nefsime ait işlerle meşgul olduğum zaman tokat yemişim.

Hem de kanaatım geliyor ki; ihmalimden tokat yedim. Çünki hangi maksadım beni iğfale sevketmiş ise, onun aksi ile tokat yerdim. Sair hâlis arkadaşlarımın da yedikleri şefkat tokatları, dikkat ede ede, benim gibi hangi maksad için ihmal etmişse, onun aksiyle şefkat tokatlarını yediklerinden kanaatımız gelmiş ki: O hâdiseler, hizmet-i Kur’aniyenin kerametindendir.

Meselâ: Bu bîçare Said,

(İnayet) Van’da ders-i hakaik-i Kur’aniye ile meşgul olduğum miktarca Şeyh Said hâdisatı zamanında vesveseli hükûmet, hiçbir cihette bana ilişmedi ve ilişemedi.

(Tokat) Vakta ki “neme lâzım” dedim, kendi nefsimi düşündüm. (Kendi nefsimi düşündüm derken şahsi makamını yükseltmeye çalışmak tokat yemeye  bir sebebtir. Eğer şahsi kemalat böyle ise dünyebi kemalatını takib etmek veya süfli hevesatın esiri olmanın nasıl bir tokat gerektireceğini düşünün.) Âhiretimi kurtarmak için Erek Dağı’nda harabe mağara gibi bir yere çekildim. O vakit sebebsiz beni aldılar nefyettiler.

Burdur’a getirildim.

(İnayet) Orada yine hizmet-i Kur’aniyede bulunduğum miktarca, -o vakit menfîlere çok dikkat ediliyordu, her akşam isbat-ı vücud etmekle mükellef oldukları halde- ben ve hâlis talebelerim müstesna kaldık. Ben hiçbir vakit isbat-ı vücuda gitmedim, hükûmeti tanımadım. Oranın valisi, oraya gelen Fevzi Paşa’ya şikayet etmiş. Fevzi Paşa demiş: “Ona ilişmeyiniz, hürmet ediniz!” Bu sözü ona söylettiren, hizmet-i Kur’aniyenin kudsiyetidir.

(Tokat) Ne vakit nefsimi kurtarmak, yalnız âhiretimi düşünmek fikri bana galebe etti. Hizmet-i Kur’aniyede muvakkat fütur geldi; aks-i maksadımla tokat yedim. Yani, bir menfadan diğerine (Isparta’ya) gönderildim.

Isparta’da yine hizmet başına geçtim.

Yirmi gün geçtikten sonra bazı korkak insanların ihtarlarıyla: “Belki bu vaziyeti hükûmet hoş görmeyecek, bir parça teenni etsen, daha iyi olur.” dediler. Bende tekrar yalnız kendimi düşünmek hatırası kuvvet buldu. “Aman halklar gelmesin” dedim. Yine o menfadan dahi üçüncü nefy olarak Barla’ya verildim.

Barla’da ne vakit bana fütur gelmiş ise, yalnız kendimi düşünmek hatırası kuvvet bulmuş ise, bu ehl-i dünyanın yılanlarından, münafıklarından birisi bana musallat olmuş. Bu sekiz senede seksen hâdiseyi, kendi başımdan geçtiği için hikâye edebilirim. Usandırmamak için kısa kesiyorum.

(Onbirinci Lem’anın Altıncı Nüktesi sayfa 54’de geçtiği gibi Sünnet-i Seniyenin içinde en mühimmi, İslâmiyet alâmetleri olan ve şeaire de taalluk eden Sünnetlerdir. Şeair, âdeta hukuk-u umumiye nev’inden cem’iyete ait bir ubudiyettir.

Birisinin yapmasıyla o cem’iyet umumen istifade ettiği gibi, onun terkiyle de umum cemaat mes’ul olur. Bu nevi şeaire riya giremez ve ilân edilir. Nafile nev’inden de olsa, şahsî farzlardan daha ehemmiyetlidir. (Umuma bakan hizmetler şahsi farzlardan daha kıymetlidir. Misal olarak imanın kurtulması için bir söz azim bir sadaka olduğu gibi sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.)

(Yirmidokuzuncu Mektubun Birinci Kısmında geçtiği gibi Kardeşim, bu sene elhamdülillah risaleleri yazanlar pek çoğalmış. İkinci tashih bana geliyor. Sabahtan akşama kadar sür’atli bir tarzda meşgul oluyorum. Çok mühim işlerim de geri kalıyor ve bu vazifeyi daha azîm görüyorum. Mektubat – 388)

(Dördüncü Lem’ada geçtiği gibi Şeyheynin veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risaletinden tecelli eden hakikat-ı akrebiyet-i İlahiye altunundan hisselerinin az bir fazlalığı, kemalât-ı şahsiye ve velayet cevherinden neş’et eden kurbiyet-i İlahiyenin ve kemalât-ı velayetin ve kurbiyetin çoğuna galib gelir. Lemalar – 25)

Ey kardeşlerim! Başıma gelen şefkat tokatlarını söyledim. Sizlerin de başınıza gelen şefkat tokatlarını, izin verseniz ve helâl etseniz söyleyeceğim. Gücenmeyiniz. Gücenen olursa ismini tasrih etmeyeceğim.

(1- Kendimize gelen tokatların geliş sebeblerindeki kusurumuza dikkat etmemiz gerektir. Daha sonra başkalarına gelen tokattan kendimize ders çıkarmak için takib etmeliyiz.

2-  Hizmete fütur vererek “neme lâzım” deyip hususî nefsimize ait işlerle meşgul olmaktır.

2- Tokadın cinsi hizmete sevk edilmek için nefy edilmek şeklindedir.)

İKİNCİSİ: Öz kardeşim ve en birinci ve yüksek ve fedakâr bir talebem olan Abdülmecid’in Van’da güzel bir evi vardı. (Arapça muallimliği ve müftülük yapmış) İdaresi yerinde, hem muallim idi. Hizmet-i Kur’aniyenin daha revaçlı bir yeri olan hududa gitmekliğim için arzumun hilafına olarak teşebbüs edenlere, içtihadınca güya menfaatim için iştirak etmedi, re’y vermedi. Güya ben hududa gitseydim,

hem hizmet-i Kur’aniye siyasetsiz, safi olmayacak,

hem onu Van’dan çıkaracak idiler diye (Üstadın gitmesi ile kendisinin de Vandan çıkartılacak olması düşüncesi) iştirak etmedi. Maksadının aksiyle şefkatli bir tokat yedi. Hem Van’dan, hem o güzel evinden, hem memleketinden ayrıldı; Ergani’ye gitmeye mecbur kaldı.

(3- Dünyevî bir menfaati elden kaçırmamak için hizmetin devam etmesi niyetindedir.

3- Tokadın cinsi dünyevî menfaati elden kaçırmak şeklindedir.)

ÜÇÜNCÜSÜ: Hizmet-i Kur’aniyenin pek mühim bir âzâsı olan Hulusi Bey, Eğirdir’den memlekete gittiği vakit, saadet-i dünyeviyeyi tam zevkettirecek ve temin edecek esbab bulunduğundan, bir derece sırf uhrevî olan hizmet-i Kur’aniyede fütura yüz göstermeğe dair esbab hazırlandı. Çünki hem çoktan görmediği peder ve vâlidesine kavuştu, hem vatanını gördü, hem şerefli, rütbeli bir surette gittiği için dünya ona güldü, güzel göründü. Halbuki hizmet-i Kur’aniyede bulunana; ya dünya ona küsmeli veya o dünyaya küsmeli. Tâ ihlas ile, ciddiyet ile hizmet-i Kur’aniyede bulunsun.

İşte Hulusi’nin kalbi çendan lâ-yetezelzel idi. Fakat bu vaziyet onu fütura sevkettiğinden şefkatli tokat yedi. Tam bir-iki sene bazı münafıklar ona musallat oldular. Dünyanın lezzetini de kaçırdılar. Hem dünyayı ondan, hem onu dünyadan küstürdüler. O vakit vazife-i maneviyesindeki ciddiyete tam manasıyla sarıldı.

(4- Dünyayı güzel görüp Kur’an hizmetini aksatmaktır.

4- Tokadın cinsi ehl-i dünyadan tazyik görmek şeklindedir.

Halbuki Hulusi Abimiz Barla Lahikası sayfa 63’te şöyle demiştir. Hizmette füturum yok, fakat manilerin hadd ü pâyanı yok. Fakat dünyayı sırtıma yükleseler, her tarafımı ateşle sarsalar bu ulvî düşünceme mani’ olamazlar. Amma buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare nefis ve cinn ve ins şeytanları müdhiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, hakikî hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır.

Yusuf AS sarayda iken ahireti istemesi sıddıkıyet mertebesidir.

Dinsizlik fikri ne zaman alemi islama girdiğini Yirmiüçüncü Lem’a sayfa 177’de şöylece izah ediliyor. 1338’de Ankara’ya gittim. İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm.)

DÖRDÜNCÜSÜ: Muhacir Hâfız Ahmed’dir. O kendisi söylüyor: Evet ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur’aniyede âhiretim nokta-i nazarında içtihadımda hata ettim. Hizmete fütur verecek bir arzuda bulundum. Şefkatli, fakat şiddetli ve keffaretli bir tokat yedim. Şöyle ki:

Üstadım yeni icadlara {(*): Yani: Türkçe ezan gibi, şeair-i İslâmiyeye muhalif bid’atlardır.} tarafdar olmadığı için -benim câmiim onun komşusudur; şuhur-u selâse geliyor, câmiimi terketsem hem ben çok sevab kaybediyorum, hem mahalle namazsızlığa alışacak. Yeni usûl yapmazsam menedileceğim. İşte bu içtihada göre- ruhum kadar sevdiğim Üstadımın muvakkaten başka bir köye gitmesini arzu ettim. Bilmedim ki, o yerini değiştirse, başka bir memlekete gitse, hizmet-i Kur’aniyeye muvakkaten fütur gelir. Tam o sıralarda ben tokat yedim. Şefkatli, fakat öyle dehşetli bir tokat yedim ki, üç aydır daha aklım başıma gelmedi. Fakat lillahilhamd, Üstadımın kat’î ihbarıyla, ona ihtar edilmiş ki; o musibetin her dakikası, bir gün ibadet hükmünde olduğunu rahmet-i İlahiyeden ümidvar olabiliriz. Çünki o hata, bir garaza binaen değildi. Sırf âhiretimi düşünmek noktasında o arzu geldi.

(5- Kişinin şahsi kemalatını düşünmesi ve mes’eleyi Üstadla (yani şimdiki zamanda şahs-ı manevi ile) istişare etmiyerek hizmet-i Kur’aniyeye muvakkaten fütur gelmesine sebebiyet vermektir.

5- Tokadın cinsi Hastalanmak şeklindedir.)

BEŞİNCİSİ: Hakkı Efendi’dir. Şimdi burada olmadığı için, Hulusi’ye vekalet ettiğim gibi, ona da vekaleten derim ki: Hakkı Efendi talebelik vazifesini hakkıyla îfa ederken, ahlâksız bir kaymakam geldi. Hem Üstadına, hem de kendine zarar gelmemek için, yazdıklarını sakladı. Muvakkaten hizmet-i Nuriyeyi terketti. Birden bir şefkat tokadı manasında bin lirayı vermeye mükellef olacak bir dava başına açıldı. Bir sene o tehdid altında kaldı. Tâ geldi, burada görüştük, avdetinde hizmet-i Kur’aniyeye talebelik vazifesine girdi. Şefkat tokadının hükmü kalktı, tebrie etti.

(6- İhtiyat ediyorum diye hizmet-i Kur’aniyeyi muvakkaten terk etmektir.

6- Tokadın cinsi dünyevi tehdit altında kalmak şeklindedir.)

Sonra Kur’anı yeni bir tarzda {(Haşiye): Tevafuk mu’cizesini gösterir bir surette demektir.} yazmak hususunda talebelere bir vazife açıldı. Hakkı Efendi’ye de hisse verildi. Elhak o, hissesine sahib çıktı. Bir cüz’ü güzel yazdı, fakat derd-i maişet zaruretiyle kendini mecbur bilip gizli dava vekaletine teşebbüs etti. Birden bir şefkat tokatı daha yedi. Kalemi tutan parmağı, muvakkaten kırıldı. Bu parmakla hem dava vekaleti yapmak, hem Kur’anı yazmak olmayacak diye, lisan-ı mana ile ihtar edildi. Dava vekaletine teşebbüsünü bilmediğimiz için parmağına hayret ediyorduk. Sonra anlaşıldı ki: Kudsî, safi hizmet-i Kur’aniye, gayet temiz kendine mahsus parmakları başka işe karıştırmak istemiyor. Her ne ise… Hulusi Bey’i kendim gibi bildim, ona bedel konuştum. Hakkı Efendi de aynen onun gibidir. Eğer benim vekaletime razı olmazsa, kendi tokatını kendi yazsın.

(7- Kudsî, safi hizmet-i Kur’aniye, gayet temiz kendine mahsus parmakları başka işe karıştırmak istemiyor. Gayet temiz Nur talebelerinin gayr-ı meşru bir yolda kazanç elde etmesini hizmet-i Kur’aniye istemiyor.

7- Tokadın cinsi gayr-ı meşru yoldan alıkoymak şeklindedir.)

ALTINCISI: (İstanbul’da tüccar) Bekir Efendi’dir. Şimdi hazır olmadığı için; ben, kardeşim Abdülmecid’e vekalet ettiğim gibi, onun itimad ve sadakatına itimadım ve Şamlı Hâfız ve Süleyman Efendi gibi bütün has dostlarımın hükümlerine (bildiklerine) istinaden diyorum ki: Bekir Efendi, Onuncu Söz’ü tab’etti. İ’caz-ı Kur’ana dair Yirmibeşinci Söz’ü yeni huruf çıkmadan tab’etmek için ona gönderdik. Onuncu Söz’ün matbaa fiatını gönderdiğimiz gibi, onu da göndereceğiz diye yazdık. Bekir Efendi, benim fakr-ı halimi düşünüp matbaa fiatı dörtyüz banknot kadar olduğunu mülahaza ederek ve kendi kesesinden vermek, belki Hoca razı olmaz diye onun nefsi onu aldattı. Tab’edilmedi. Hizmet-i Kur’aniyeye mühim bir zarar oldu. İki ay sonra dokuzyüz lira hırsızların eline geçti. Şefkatli ve şiddetli bir tokat yedi. İnşâallah ziyaa giden dokuzyüz lira, sadaka hükmüne geçti.

(8- Hizmete ait olabilecek maddi ihtiyaçları karşılamakta gevşeklik göstermektir.

8- Tokadın cinsi maddi zarara uğramak şeklindedir.

Aşağıdaki külli düsturlar Ahmed Fuad Güven Abi’nin maddî yardım teklifine binaen yazılmış Emirdağ Lahikasındaki Üstad Hazretlerinin mektubundan çıkarılmıştır.

Safranbolu Eflani nahiyesi Mülayim Köyü’nde mütekaid muallim bir kardeşimiz ve Nur’un has şakirdi, Nurların neşri ve tab’ı için âdeta sermayesinin kısm-ı a’zamını teberru etmek istiyor, kabulünü rica ediyor. Ben bu hâlis ve has kardeşimizin fedakârane ve hâlisane ricasını reddedemiyorum ve dünya malları kaide-i şahsiyeme girmediği ve muavenetleri kendime kabul etmediğim için, bu işdeki maslahatı da bilemiyorum. İki Isparta’nın kahramanlarına ve Hüsrev ve Tahirî ve arkadaşlarına ve Nazif ve refiklerine bu mes’eleyi havale ediyorum. Nur’un neşri için böyle çok büyük bir hayır ve sevaba mani’ olamam. Sizler ya bütün niyet ettiği mikdarı veyahut bir kısmını iki hisse ile, biri büyük Isparta’nın, biri küçük Isparta’nın makinelerine verilsin. Onun istediği gibi ya teberru veya ileride başka muavenet edenler gibi bir mukabele nev’inde, ya Nurlardan veya başka bir istediği ne varsa vermek suretiyle o has kardeşimizi memnun edersiniz. Emirdağ Lahikası-1 182)

  • İstiğna düsturu esastır, istememek gerektir.
  • Yardım edecek kişi hariçten birisi olmaz. Has dairesinden biri olmalıdır.
  • Yardım etmeyi kişi kendisi taleb edecek.
  • Mes’ele istişareye sunulacak.
  • Hasıl olan maddî menfaat ihtiyaç yerlerine ihtiyaç miktarı kadar sarf olunacak
  • Karşılık olarak istediği verilecek.)

(Üstad Hazretleri, Risale-i Nur’un neşir hizmetinde bulunanların çalışmalarından dolayı memnuniyetini şu aşağıdaki mektubta ifade etmektedir. O Zülfikar’ın zuhura gelmesi için çalışanların şahs-ı manevîsinin, belki herbirisinin kıyametteki defter-i hasenatına yediyüz sahifesiyle bir tek sahife-i hasenat olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Emirdağ Lahikası 1 sayfa 208)

YEDİNCİSİ: Şamlı Hâfız Tevfik’tir. O kendisi diyor: Evet itiraf ediyorum ki: Ben bilmeyerek ve yanlış düşünerek, hizmet-i Kur’aniyede fütur verecek harekâtım sebebiyle iki şefkatli tokat yedim. Şübhem kalmadı ki, bu tokat o cihetten geldi.

Birincisi: Lillahilhamd, benim hatt-ı arabiyem Kur’ana bir derece uygun bir tarzda ihsan edilmişti. Üstadım en evvel üç cüz’ bana yazdırmakla sair arkadaşlarıma taksim etti. Kur’an yazmak iştiyakı, risalelerin tebyiz ve tesvidindeki hizmetime arzumu kırdı. Hem arabî hattı bulunmayan sair arkadaşlara tefevvuk edeceğim diye gururkârane bir tavırda bulundum. Hattâ Üstadım yazıya ait bir tedbir bana söylediği vakit, “Bu iş bana aittir” o vakit dedim; “Ben bunu biliyorum, ders almaya ihtiyacım yoktur” gibi mağrurane söyledim. İşte bu hatama göre fevkalâde hiç hatıra gelmeyen bir tokat yedim. En az arabî hattı olan bir kardeşime (Hüsrev’e) yetişemedim. Bizler bütün hayret ettik. Şimdi anladık ki; o bir tokattır.

(9- Kur’anın lafzından ziyade manasının üstün tutulmaması,

10- Sair arkadaşlara tefevvuk etmek düşüncesinin olmaması gerekiyor. Tefani sırrı bir esastır.

Her insanda cüz’illi bulunan tefevvük hissine bir misalde Üstad Hazretlerinin hayatında görünüyor. Üstad Hazretleri bu hissi istikametli bir surette tadil ediyor. Hem on dakika zarfında, büyük bir mücahede-i manevîde, benim cephemde kırkikilik bir top gibi düşmanlarıma atıp yol açtığı halde; o iki nefs-i emmarenin muvakkat bir gaflet fırsatında, hodgâmlık ve meyl-i tefevvuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlı hissiyle, büyük bir şükür ve teşekkür yerine, “Ne için ben atmadım” diye en çirkin bir riya ve rekabet damarını hissettim. Kastamonu – 234

Üstad Hazretleri bu hissin tadil edilmesinin uhuvveti temin edecek olmasından dolayı büyük hizmet edeceğini şu alttaki mektubda ifade ediyor.

Ben nasıl sizin meziyetinizle iftihar ediyorum, o meziyetlerden ben mahrum kaldıkça, sizde bulunduğundan memnun oluyorum, kendimindir telakki ediyorum. Siz de üstadınızın nazarıyla birbirinize bakmalısınız. Âdeta her biriniz ötekinin faziletlerine naşir olunuz. Kardeşlerimizden İslâmköy’lü Hâfız Ali Efendi, kendine rakib olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği hiss-i uhuvveti çok kıymetdar gördüğüm için size beyan ediyorum:

O zât yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattından iyi olduğunu söyledim. O daha çok hizmet eder, dedim. Baktım ki; Hâfız Ali kemal-i samimiyet ve ihlas ile, onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem üstadının nazar-ı muhabbetini celbettiği için memnun oldu. Onun kalbine dikkat ettim; gösteriş değil, samimî olduğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşlerim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşâallah bu his büyük hizmet görecek. Elhamdülillah yavaş yavaş o his bu civarımızdaki kardeşlere sirayet ediyor. Barla Lahikası 125)

(11- Üstadın tavsiyelerini dinlememek, şimdiki zamanda şahs-ı manevinin tarz-ı telakkisini ve kabulünü dinlememek olarak tefsir edebiliriz. Bu şahs-ı maneviyi Hüsn-ü Bayramoğlu Abi sağlığında bir araya getirerek Uhuvvet ve İhlas dersleriyle konuşturup görüştürmeğe muvaffak oldu. Bu derslerde bulunan bütün gurublar o şahs-ı maneviyi gösteriyor. Tek başına kalan bir gurub da Risale-i Nur düsturlarına muvafık hareket etmekle bir şahs-ı manevi teşkil eder. Ama hususi kalır asıl ehemmiyetli olan her gurubun içinde bulunduğu şahs-ı maneviye dahil olup bir buz parçası nev’inde olan kendi bulunduğu gurubun hususi tatbiklerinden olan anlayış tarzını tadil edebilmektir.

Bu üç kusura binaen gelen tokat ise maksudunun aksine olarak en geriye düşmek şeklindedir.)

İkincisi: Ben itiraf ediyorum ki: Hizmet-i Kur’aniyedeki kemal-i ihlas ve sırf livechillah için hizmeti, iki vaziyetim ihlâl ediyordu. Şiddetli bir tokat yedim. Çünki

(Birinci Hali: garibim demesi) ben bu memlekette garib hükmündeyim, garibim.

(İkinci Hali: İktisad edememesi) Hem şekva olmasın, Üstadımın en mühim bir düsturu olan iktisada ve kanaata riayet etmediğimden fakr-ı hale maruzum. Hodbin, mağrur insanlarla ihtilata mecbur olduğumdan -Cenab-ı Hak afvetsin- mürüvvetkârane bir surette riyaya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok defa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf kendimi kurtaramıyordum. Halbuki Kur’an-ı Hakîm’in ruh-u hizmetine zıd olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve insî istifade etmekle beraber hizmetimize de bir soğukluk, bir fütur veriyordu.

İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli, fakat inşâallah şefkatli bir tokat yedim. Şübhemiz kalmadı ki; bu tokat, o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur: Sekiz senedir ben, Üstadımın hem muhatabı, hem müsevvidi, hem mübeyyizi olduğum halde, sekiz ay kadar nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben de ve Üstadım da “Bu neden böyle oluyor?” diye esbab arıyorduk. Şimdi kat’î kanaatımız geldi ki: O hakaik-i Kur’aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için bu nurların hakikatlarının meali, benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak, bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum ki: Bundan sonra Cenab-ı Hak bana o hizmete lâyık ihlas ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu’ ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak, kardeşlerimden dua rica ediyorum.

(12- O hakaik-i Kur’aniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül zulmetleriyle birleşemiyor.

12- Şefkat Tokadı: Nur talebesini zulmette bırakan vaziyetler, farklı farlı olabilir ama netice olarak Risalelerden istifade edilemiyor. Hülasa Risale-i Nur’un ders verdiği düsturlara riayet etmemek zülmanî vaziyetlere sebebiyet vermesinden dolayı tokata müstehak olunur.)

Pür-kusur

Şamlı Hâfız Tevfik

 SEKİZİNCİSİ: Seyranî’dir. Bu zât, Hüsrev gibi Nur’a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrar-ı Kur’aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevafukata dair Isparta’daki talebelerin fikirlerini istimzaç ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. (Rumuzat-ı Semaniye Risalesine) O zât başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, (Cinnilerle görüşüp define bulma merakı) iştirak etmemekle beraber, beni de kat’î bildiğim hakikattan vazgeçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektub yazdı. Eyvah dedim, bu talebemi kaybettim! Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethanede (yani hapiste) bekledi.

(Sen namazı kılmadığınızdan geç kalıp, acele ederek derse yetişmek tabiri; Sözler’in neşri haricinde bazı vezaif-i diniye, hem bir parça tenbellik, sizi birincilik hakkın olan birinci derste ikinci derecede kaldığınıza işaret edip, seni ikaz ediyor. Barla – 329)

(13- Şahs-ı maneviyi, şahs-ı manevinin kat’î bildiği bir vazgeçirmeye çalışmakla beraber iştirak etmemektir.

13-Tokatın cinsi hizmetten muvakkaten uzak kalmak şeklindedir.)

DOKUZUNCUSU: Büyük Hâfız Zühdü’dür. Bu zât, Ağrus’taki Nur talebelerinin başında nâzırları hükmünde olduğu bir zaman, Sünnet-i Seniyeye ittiba ve bid’alardan içtinabı meslek ittihaz eden talebelerin manevî şerefini kâfi görmeyerek ve ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emeliyle mühim bir bid’anın muallimliğini deruhde etti. Tamamıyla mesleğimize zıd bir hata işledi. Pek müdhiş bir şefkat tokadını yedi. Hanedanının şerefini zîr ü zeber edecek bir hâdiseye maruz kaldı.

Fakat maatteessüf Küçük Hâfız Zühdü, hiç tokada istihkakı yokken, o elîm hâdise ona da temas etti. Belki inşâallah o hâdise, onun kalbini dünyadan kurtarıp tamamıyla Kur’ana vermek için bir ameliyat-ı cerrahiye-i nâfia hükmüne geçer.

(14- Sünnet-i Seniyeye ittiba ve bid’alardan içtinabı meslek ittihaz eden talebelerin manevî şerefini kâfi görmeyerek ve ehl-i dünyanın nazarında bir mevki kazanmak emelinde bulunmaktır.

14- Tokatın cinsi hanedanının şerefini zîr ü zeber edecek)

(15- Hiç tokada istihkakı yokken, o elîm hâdise ona da temas etti. (Masum çocuklara gelen hastalıklar çocuğun hayat-ı dünyeviyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffaret-üz zünub yerine, manevî ve ileride veyahud âhirette terakkiyat-ı maneviyesine medar şırıngalar hükmündedir. Lemalar – 219)

15- Onun kalbini dünyadan kurtarıp tamamıyla Kur’ana vermek için bir ameliyat-ı cerrahiye-i nâfia hükmüne geçer.)

ONUNCUSU: Hâfız Ahmed (R.H.) namında bir adamdır. (Dördüncü tokatda geçen Ahmed abi değil başka birisidir.) Bu zât, risalelerin yazmasında iki üç sene teşvikkârane bir surette bulunuyordu ve istifade ediyordu. Sonra ehl-i dünya, zaîf bir damarından istifade etti. O şevk zedelendi. Ehl-i dünyaya temas etti. Belki o cihetle (Hubb-u Cah, Havf, Tama, ırkçılık, enaniyet, tenbellik, tenperverlik)

Birincisi: ehl-i dünyanın zararını görmesin,

İkincisi: hem onlara sözünü geçirsin ve bir nevi mevki kazansın ve

Üçüncüsü: dar olan maişetine bir sühulet olsun. İşte hizmet-i Kur’aniyeye o suretle o yüzden gelen fütur ve zarara mukabil iki tokat yedi.

Birincisi: dar maişetiyle beraber beş nüfus daha ilâve edildi, perişaniyeti ehemmiyet kesbetti.

İkinci Tokat: Şeref ve haysiyet noktasında hassas ve hattâ birtek adamın tenkid ve itirazını çekemeyen o zât, bilmeyerek bazı dessas insanlar onu öyle bir surette kendilerine perde ettiler ki, şerefi zîr ü zeber oldu, yüzde doksanını kaybetti ve yüzde doksan adamı aleyhine çevirdi. Her ne ise… Allah affetsin, belki inşâallah bundan intibaha gelir, yine kısmen vazifesine döner.

(16- Ehl-i dünyaya temas etti. Mesnevi-i Nuriye sayfa 126’da geçtiği gibi Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın. Çünki aramızdaki dere pek derindir. Doldurup hatt-ı muvasalayı temin edemezsiniz. Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.

16- Tokatın cinsi dar maişeti ve perişani yeti arttı ve şerefi zîr ü zeber oldu.)

ONBİRİNCİSİ: Belki rızası yok diye yazılmadı…

(17- Demek: Kişinin razı olmayacağı amellerinden bahis açmamak gerektir.)

ONİKİNCİSİ: Muallim Galib’dir (R.H.). Evet bu zât, sadıkane ve takdirkârane, risalelerin tebyizinde çok hizmet etti ve hiçbir müşkilât karşısında za’f göstermedi. Ekser günlerde geliyordu, kemal-i şevk ile dinliyordu ve istinsah ediyordu. Sonra kendine, otuz lira ücret mukabilinde umum Sözler’i ve Mektubat’ı yazdırdı. Onun maksadı, memleketinde neşretmek ve hem hemşehrilerini tenvir etmek idi. Sonra bazı düşünceler neticesinde risaleleri tasavvur ettiği gibi neşretmedi, sandığa bıraktı. Birden elîm bir hâdise yüzünden bir sene gam ve gussa çekti. Risalelerin neşri ile ona adavet edecek resmî birkaç düşmanlara bedel, zalim insafsız çok düşmanları buldu; bir kısım dostlarını kaybetti.

(18- Hizmetin içinde şevkli dönemler olduğu gibi sebat dönemleri de vardır. Şevkli dönem de risaleleri neşrederken çekinmeyen talebeler sebat döneminde çekinmeleriyle tokata istihkak kesbediyor. Risaleleri neşrettiği için kendisine adavet edecek resmî birkaç düşman bulmak düşüncesi ile risaleleri tasavvur ettiği gibi neşretmemek.

18- Tokatın cinsi zalim insafsız çok düşmanları bulup bir kısım dostlarını kaybetmekti.)

ONÜÇÜNCÜSÜ: Hâfız Hâlid’dir (R.H.). Kendisi der: “Evet itiraf ediyorum, Üstadımın hizmet-i Kur’aniyede neşrettiği âsârın tesvidinde hararetli bir surette bulunduğum zaman mahallemizde bir câmi imamlığı vardı. Eski kisve-i ilmiyemi, sarığı bağlamak (asalet almak) niyetiyle muvakkaten o hizmete fütur verip, bilmeyerek çekildim. Maksadımın aksiyle şefkatli bir tokat yedim. Sekiz-dokuz ay imamlık ettiğim halde, müftünün çok va’dlerine rağmen, fevkalâde bir surette sarığı saramadım. Şübhemiz kalmadı ki, o kusurdan bu şefkatli tokat geldi. Ben Üstadımın hem bir muhatabı, hem bir müsevvidi idim. Benim çekilmem ile tesvid hususunda sıkıntı çekmişti. Her ne ise… Yine şükür ki; kusurumuzu anladık ve bu hizmetin de ne kadar kudsî olduğunu bildik ve Şah-ı Geylanî gibi arkamızda melek-i sıyanet gibi bir Üstad bulunduğuna itimad ettik.

(19- Hizmete mani olacak bir vazifeyi (İmamlık gibi bir vazife dahi olsa) kabul etmek.

19- Aksül amel nevi’inden maksudunun zıddıyla ceza çekmek)

Ez’af-ül ibad

Hâfız Hâlid

 ONDÖRDÜNCÜSÜ: Üç Mustafa’nın küçücük “üç tokat” yemeleridir.

Birincisi: Mustafa Çavuş (R.H.) sekiz senedir bizim hususî küçük câmie, hem sobasına, hem gazyağına, hem kibritine kadar hizmet ediyordu. Hattâ gazyağını ve kibritini sekiz senedir kendi kesesinden sarfettiğini sonra öğrendik. Cemaate, hususan Cuma gecelerinde gayet zarurî bir iş olmayınca geri kalmıyordu.

Sonra ehl-i dünya onun safvet-i kalbinden istifade ederek dediler ki:

“Sözler’in bir kâtibi olan Hâfız’ın sarığına ilişecekler.

Hem gizli ezan, muvakkaten terkedilsin.

Sen kâtibe söyle, cebir görmeden evvel sarığı çıkarsın.”

O bilmiyordu ki: Hizmet-i Kur’aniyede bulunan birisinin sarığını çıkarmağa dair sözü tebliğ etmek, Mustafa Çavuş gibi yüksek ruhlulara pek ağırdır. Onların sözlerini tebliğ etmiş. O gece rü’yada ben görüyordum ki: Mustafa Çavuş’un elleri kirli, kaymakam arkasında olarak odama geldi. İkinci gün ona dedim: Mustafa Çavuş, sen bugün kim ile görüştün? Seni elin mülevves bir surette kaymakamın arkasında gördüm. Dedi: “Eyvah! Bana böyle bir söz, muhtar söyledi, kâtibe söyle. Ben arkasında ne olduğunu bilmedim.” Hem aynı günde bir okkaya yakın gazyağını câmiye getirmiş. Hiç vuku bulmayan, o gün kapı açık kalmış, bir keçi yavrusu içeriye girmiş, büyük bir adam gelmiş, keçi yavrusunun seccademe yakın bıraktığı müzahrefatı yıkamak için, ibrikteki gazyağını su zannedip bütün o gazyağını temizlik yapıyorum diye câminin her tarafına serpmiş. Acaibdir ki, kokusunu duymamış. Demek o mescid lisan-ı hal ile Mustafa Çavuş’a diyor: “Senin gazyağın bize lâzım değil. Ettiğin hata için gazyağını kabul etmedim.” diye işaret vermek için o adama koku işittirilmedi. Hattâ o hafta içinde Cuma gecesinde ve birkaç mühim namazda, o kadar çalıştığı halde cemaate yetişemiyordu. Sonra ciddî bir nedamet, bir istiğfar ettikten sonra safvet-i asliyesini buldu.

(20- Ehl-i dalalet bazen olur ki şeairin terk edilmesi için talebelerden veya ehl-i imandan dostları vasıta ederek desise veriyor. Buna vasıta olmak şefkat tokadını celb eder.

20- Cenab-ı Hakk bazen kişiyi hayırlı amellerde muvaffak etmeyerek tokat vuruyor. Hatta istese de önüne maniler çıkararak men ediyor.)

(Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladılar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır.

Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarından ayırmak kabil değildir.

Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler.

Bir zayıf damarlarından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular.

O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir.

Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin.

Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar.

Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar. Tarihçe-i Hayat – 690)

İkinci Mustafalar: Kuleönündeki kıymetdar, çalışkan mühim bir talebem olan Mustafa ile, onun çok sadık ve fedakâr arkadaşı Hâfız Mustafa’dır. (R.H.) Ben bayramdan sonra, ehl-i dünya bize sıkıntı verip hizmet-i Kur’aniyeye fütur vermemek için şimdilik gelmesinler, diye haber göndermiştim. Şayet gelecek olurlarsa birer birer gelsinler. Halbuki bunlar üç adam birden, bir gece geldiler. Fecirden evvel hava müsaid ise gitmek niyet edildi. Hiç vuku bulmadığı bir tarzda hem Mustafa Çavuş, hem Süleyman Efendi, hem ben, hem onlar, zahir bir tedbiri düşünemedik, bize unutturuldu. Herbirimiz ötekine bırakıp ihtiyatsızlık etti. Onlar fecirden evvel gittiler. Öyle bir fırtına onları iki saat mütemadiyen tokatladı ki; bu fırtınadan kurtulmayacaklar, diye telaş ettim. Şimdiye kadar bu kışta ne öyle bir fırtına olmuş ve ne de bu kadar kimseye acımıştım. Sonra Süleyman’ı, ihtiyatsızlığının cezası olarak arkalarından gönderip sıhhat ve selâmetlerini anlamak için gönderecektim. Mustafa Çavuş dedi: O gitse, o da kalacak. Ben de onun arkasından gidip aramak lâzım. Benim arkamdan da Abdullah Çavuş gelmek lâzım.” Bu hususta “Tevekkelna alellah” dedik, intizar ettik.

(21- İhtiyat yapmamak ve emredildiği halde uymamak şefkat tokadını celb etmiştir.

21- Hayat şartları zorlaşır. İhtiyatın istikametli olan vasat hali tedbir alarak hizmete devam etmektir. Tedbir almamak ifrat, hizmeti terk etmek ise tefrittir.)

SUAL: Has dostlarınıza gelen musibetleri, tokat eseri deyip hizmet-i Kur’aniyede füturları cihetinde bir itab telakki ediyorsun. Halbuki size ve hizmet-i Kur’aniyeye hakikî düşmanlık edenler, selâmette kalıyorlar. Neden dosta tokat vuruluyor, düşmana ilişilmiyor?

ELCEVAB:  اَلظُّلْمُ لاَ يَدُومُ وَالْكُفْرُ يَدُومُ sırrınca: Dostların hataları, hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçtiği için, çabuk çarpılıyor.

(Hizmetimizde bir nevi zulüm hükmüne geçen noktalar Hücumat-ı Sitte Risalesinde altı başlıkta toplanmıştır. Bu Altıncı Risale olan Altıncı Kısım [Kur’an-ı Hakîm’in tilmizlerini ve hâdimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır.] Mektubat – 412)

Şefkatli tokat yer, aklı varsa intibaha gelir. Düşman ise, hizmet-i Kur’aniyeye zıddıyeti, mümanaatı, dalalet hesabına geçer. Bilerek veya bilmeyerek hizmetimize tecavüzü, zındıka hesabına geçer. Küfür devam ettiği için, onlar ekseriyetle çabuk tokat yemiyorlar. Nasılki küçük kabahatleri işleyenlerin, nahiyelerde cezaları verilir. Büyük kabahatleri de büyük mahkemelere gönderilir. Öyle de: Ehl-i imanın ve has dostların hükmen küçük hataları, çabuk onları temizlemek için kısmen dünyada ve sür’aten verilir. Ehl-i dalaletin cinayetleri, o kadar büyüktür ki: Kısacık hayat-ı dünyeviyeye cezaları sığışmadığından, mukteza-yı adalet olarak âlem-i bekadaki mahkeme-i kübraya havale edildiği için, ekseriyetle burada cezaya çarpılmıyorlar.

(Ondördüncü Sözde geçtiği gibi İkinci Sual: Niçin gavurların memleketlerinde bu semavî tokat başlarına gelmiyor? Bu bîçare müslümanlara iniyor?

Elcevab: Büyük hatalar ve cinayetler te’hir ile büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler ta’cil ile küçük merkezlerde verildiği gibi; mühim bir hikmete binaen ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı a’zamı, Mahkeme-i Kübra-yı Haşre te’hir edilerek ehl-i imanın hataları, kısmen bu dünyada cezası verilir.

{(Haşiye): Hem Rus gibi olanlar, mensuh ve tahrif edilmiş bir dini terk etmekle, hak ve ebedî ve kabil-i nesh olmayan bir dine ihanet etmek derecesinde gayretullaha dokunmadığından, zemin şimdilik onları bırakıp, bunlara hiddet ediyor.} Sözler – 171

Küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi

{(Haşiye): İzmir’in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır.}

mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini; Sözler – 170)

İşte hadîs-i şerifte اَلدُّنْيَا سِجْنُ الْمُؤْمِنِ وَجَنَّةُ الْكَافِرِ mezkûr hakikata dahi işaret ediyor. Yani: Dünyada şu mü’min, kısmen kusuratından cezasını gördüğü için dünya onun hakkında bir dâr-ı cezadır. Dünya, onların saadetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir. Ve kâfirler madem Cehennem’den çıkmayacaklar. Hasenatlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları te’hir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya, cennetleridir. Yoksa mü’min bu dünyada dahi kâfirden manen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyade mes’uddur. Âdeta mü’minin imanı, mü’minin ruhunda bir cennet-i maneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mahiyetinde manevî bir cehennemi ateşlendiriyor.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

(Onuncu Lem’a ile Onbirinci Lem’anın birbirine münasebeti; Onuncu Lem’ada Cenab-ı Hakkın gadabını celb eden halat anlatılmıştır. Onbirinci Lem’ada Cenab-ı Hakkın rızasını kazandıracak basamaklar gösterilmiştir. Yani manayı münafisi ile birbirine münasebeti vardır.

Ayrıca Onbirinci Lem’ayı Tiryak-ı Maraz-ı Bid’a ismi ile düşündüğümüzde Onuncu Lem’ada bid’aya vesile olan veya kalbi istemesede muvakkaten o bid’anın içerisinde bulunanların marazına birer tiryak olarak Sünnet-i Seniyye ders verilmiştir.)

Yorum Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*