Ondördüncü Söz’ün Hatimesi

  Hâtime

  بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

  وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ

  [Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]

(Gaflete daldığımız şeyler, makam münasebetiyle 11. 12. 13. ve 14. Sözlerdeki anlatılan hakikatlardır denilebilir. Mesela Onbirinci Söz için düşünürsek; Kainatın yaratılışındaki kudsi maksatlardan, hilkat-i insanın muammasından ve hakikat-ı salâtın rumuzundan gaflet etmek.

Gafletin üç neticesi şunlardır; hayatı tatlı görmek, âhireti unutmak, dünyaya talib olmaktır.

Hayatı tatlı görmek aziz bir lezzet olan hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapmayı, elîm bir elem olan hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapmaya tercih ettirdiğinden bu tehlikeden kurtulmak için dostların gideceğini, gidilen yerin güzelliğini ve bizimde gideceğimizi ihtar etmek gerekir.

Zamanın değişmesi ve herkesin aynı vaziyette olması, ölüm hakikatını değiştirmeyip kabirde başkalarından maddeten fayda görülmemesi âhireti unutan insana âhirete hazırlık yapmak gerektiğini hatırlatıyor.

Zelzele gibi hadiseler ise, dünyanın zeval ve fenasını ihtar etmekle dünyaya olan talebimizi kırıyor.)

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim!

Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

Ey nefis! Şu temsile bak gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalb eder. (Aziz bir lezzet; hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapmaktır. Elîm bir elem ise hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapmaktır.)

(Demek ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk’ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun. Sözler – 24)

Meselâ; şu karyede (yani Barla’da) iki adam bulunur.

Birisinin (Aziz bir lezzet üç kısımda izah edilmiştir.)

1- yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul’a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar.

2- Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek.

3- Bunun için şu adam İstanbul’a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider.

İkinci adam ise, (Elim bir elemde üç kısımda izah edilmiştir.)

1- yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar.

2- Perişan olup gitmişler, zanneder. (Cehenneme gitmiş zanneder)

3- Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.

Ey nefis!

1- Başta (Dostlarımız) Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar.

2- Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme. Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder. Erkekçesine (Erkekçesine cesur olmak yani kabirden sonraki hayata çalışmak) ölümün yüzüne gül, bak ne ister. Sakın gafil olup ikinci adama benzeme.

Ey nefsim! Deme: (Âhireti unutup gaflete dalmanın sebebleri üç kısımda izah edilecek)

1- “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış,

2- herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder.

(Onyedinci Lem’anın Altıncı Notası; Ey kâfirlerin çokluklarından ve onların bazı hakaik-i imaniyenin inkârındaki ittifaklarından telaşa düşen ve itikadını bozan bîçare insan! Lemalar – 120)

(Onyedinci Lem’anın Yedinci Notası; Ey bedbaht fâsık adam! Fâsıkların kesretine bakıp aldanma ve “Ekseriyetin efkârı benimle beraberdir” deme!  Lem’alar 122)

3- Derd-i maişetle sarhoştur.”

(Rezzak-ı Hakikî’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Sözler – 23)

Çünki

1- ölüm değişmiyor. Firak, bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insanî değişmiyor, ziyadeleşiyor. (Fakr-ı insanînin ziyadeleşmesi ihtiyaçların üç dörtten on yirmiye çıkması olarak düşünülebileceği gibi fenlerin gelişmesi ile insanların acizliğinin ve fakrının daha ziyade farkında olması da düşünülebilir.)  Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür’at peyda ediyor. (Toplu ölümlerin çoğalmasına işarettir.)

(Ey müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye cebr ile sevkeden bedbaht hamiyet-füruş! Lemalar – 122)

2- Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır.

(Evet rivayet-i sahiha ile mahşerin dehşetinden herkes hattâ enbiya dahi “nefsî, nefsî” dedikleri… Lem’alar 19)

(Eğer sen Cehennem’e girsen, vücud dairesinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücud dairelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar. Demek herhalde Cehennem’in vücuduna tarafdar olmak sana lâzımdır. Şualar – 230)

3- Hem kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız, gayesiz kalabilirsin?

Zelzele gibi vakıalar olan şu hâdisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller.

(Küre-i Arz, hareket ve zelzelesinde vahy ve ilhama mazhar olarak emir tahtında depreniyor. Bazan da titriyor. Sözler 171 )

Meselâ: Zemine nebatat ve hayvanat enva’ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler;

1- baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve

2- gayet âlî gayeler içinde kemal-i intizam ile meczub mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde,

Nasıl oluyor ki, küre-i arzın benî-Âdemden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi {(Haşiye): İzmir’in zelzelesi münasebetiyle yazılmıştır.} mevt-âlûd hâdisat-ı hayatiyesini;

(Zahir nazarla mevt-âlûd görülen hâdisatın arkasında çok hayati neticeleri vardır. Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Lemalar – 9)

bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zayiatını bedelsiz hebâen-mensur gösterip, müdhiş bir ye’se atarlar.

Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler.

Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm’in emriyle ehl-i imanın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir ve küfran-ı nimetten gelen günahlara keffarettir.

(Kıyametin kopmasındaki keyfiyete işaret ediyor.)

Nasılki bir gün gelecek, şu müsahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlık’ın emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah’ın emriyle ehl-i şirki Cehennem’e döker. Ehl-i şükre “Haydi, Cennet’e buyurun” der.

  * * *

(Bir zaman Barla’da temsil için yazdığım bir risalede: İki adam, İstanbul’a gidecek. Birisinin yüzde doksandokuz dostu İstanbul’dadır. Onun için oraya iştiyakla gider. Öteki onun aksi, ilâ âhir.. mealinde birşey yazılmış. Şimdi aynen bu hastalığımın ihtarıyla, geçmiş zamana geçtim ve o zamanlarda hayatımı geçirdiğim memleketlerde de hayalen gezdim. O şirin hayatımın devirlerinde, her memlekette yüz dostumdan ancak bir-ikisini görebildim. Ötekiler, berzah memleketlerinde… Hattâ kendi Nurs Köyümde, bir tek amucazadem ve talebem Molla Davud da (R.H.) eski ahbablarım, akrabalarım yanına berzaha gittiğini gördüm. Yirmi seneki ayrı ayrı ikinci vatanım sayılan Barla, Kastamonu gibi yerlerde, üç kısım dosttan ancak iki kısmını gördüm; ötekiler de gitmek üzeredirler. Bu hayalî hakikata binaen, hakikaten Nurların ışığıyla nuranî gördüğümüz berzaha gitmek, bana değil ağır gelmek; belki bir iştiyak verdi. Benim bedelime hem vazifemi görüp, hem sevab kazandıracak yüzer Hüsrev’ler, Tahirî’ler, Mustafa’lar, Nazif’ler, Osman’lar, Abdurrahman’lar, Ali’ler, Sabri’ler, Feyzi’ler, Ahmed’ler, Mehmed’ler, Âtıf’lar, Mustafa’lar, Sadık’lar, Osman’lar ve hâkeza Nurların bahadırları dünyada arkamda kaldıkları, ölümü bana çok hafifleştiriyorlar. Yalnız günah cihetinde ölüyorum, hasenat cihetinde yaşıyorum diye Allah’a hadsiz şükrediyorum. Emirdağ-1 – 184)

(Bir küçücük hissiyatımı beyan ediyorum:

Bu defa ölümü pek yakın zannettim. Hattâ sekerat tahmin eyledim. Birden çok sevdiğim kardeşlerimden ve Nur Risalelerinden dünyevî müfarakat beni müteessir etmeye başladı. Hem o Nurlar Mecmualarının intişarında her tarafta muhtaç insanların imanı bir sürur ve umumî teselli vermesinin bayramını göremeyeceğim diye derince bir hüzün hissettim. Hizb-i Nuriye’nin hülâsasını okudum.

Birden kalbime geldi: Nur’un güneş gibi hakikatı,

hakkalyakîn derecesinde göstermiş ki: Ölüm bizim için bir terhistir.

Ve aynelyakîn hissettim ki; iman hem beni, hem bütün alâkadar olduğum dostlarımı ve kardeşlerimi ve hususî dünyamı, i’damdan ve ademden ve hiçlikten ve zulümattan kurtarıyor.

Ve ilmelyakîn kat’iyyen bildim ki: Ölüm beni ahbabımdan ayırmıyor, belki yüzde doksandokuz ahbablarım bulunduğu güzel bir âleme götürüyor.

Sonra buradaki ahbabım da ve müfarakatlarından müteellim olduğum dostlarım da oraya geleceklerinden, sonra dünyada kaldıkları müddetçe bana hasenat kazandıracaklar. Ben onları yine göreceğim ve sair dünyevî güzel manzaralarını ve beni alâkadar eden hayatımın levhalarını, âlem-i misal sinemasında temaşa edeceğim.

Hem izn-i Rahman ile bu dünyayı dahi berzahî bir göz ile daha ziyade seyredebilirim diye, sarsılmaz bir kanaat geldi. Ben de mümkün olsaydı hususî dünyamdaki bütün mevcudatın dilleriyle “Elhamdülillahi alâ nimet-il iman vel Kur’an” diyecektim. Hem onlar adedince, tasavvuran ve niyeten ve fikren “Elhamdülillah” dedim.

Sonra o halde iken ehl-i dalaletin ölüm hengâmında ve ihtiyarlığındaki pek çok dehşetli elemlerini ve teessüflerini ve çok hazîn firak acılarını düşündüm. İman ne derece zîşuur insanlara lüzumlu ve herşeyden ziyade zarurî ve her ihtiyacın fevkinde beşeriyete kat’î bir hâcet, bir madde-i hayat ve beşeriyet için bütün nimetlerin menbaı bir medar-ı saadet olduğunu, ilmelyakîn, belki aynelyakîn gördüm. Gayr-ı Münteşir-1)

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir