Şakk-ı Kamer Mu’cizesine Dairdir
(Ondokuzuncu ve Otuzbirinci Sözlerin Zeyli)
(İnşikak-ı Kamer mu’cizesinin fihristi
Birinci Nokta
Kur’an-ı Hakimin, vukuunu tasdikidir. Kur’an-ı Hakîm’i inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, şu âyetin tekzibine dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir. Yalnız “sihirdir” demişler. Düşmanların tasdiki altında vuku’ bulmasıdır.
İkinci Nokta
Hadisin muhafızları olan Sahabe ve muhakikinin, vukuunu tasdikidir. Sa’d-ı Taftazanî gibi eazım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: yüzer mu’cizatının delaletiyle tevatürle vücudu kat’îdir. Dostların tasdiki altında vuku’ bulmasıdır.
Üçüncü Nokta
Cenâb-ı Hak canibinden umumun görmemesinin hikmeti izah ediliyor. Mu’cize; dava-yı nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna’ etmek içindir, icbar için değildir. Çünki “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor.
Dördüncü Nokta
Mahlukat canibinden görünmemesinin sebebleri izah ediliyor. Şu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken âni bir surette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek.
Beşinci Nokta
Risalet-i Ahmediye (A.S.M.) canibinden inşikak-ı kamer mu’cizesinin verilme hikmetlerini izah ediliyor. Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir.)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ وَاِنْ يَرَوْا آيَةً يُعْرِضُوا وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ
Kamer gibi parlak bir Mu’cize-i Ahmediye (A.S.M.) olan inşikak-ı Kamer’i, evham-ı faside ile inhisafa uğratmak isteyen feylesoflar ve onların muhakemesiz mukallidleri diyorlar ki: “Eğer inşikak-ı Kamer vuku bulsa idi umum âleme malûm olurdu. Bütün tarih-i beşerin nakletmesi lâzım gelirdi?”
Elcevab: İnşikak-ı Kamer
1- dava-yı nübüvvete delil olmak için o davayı işiten ve inkâr eden hazır bir cemaate, gecede, vakt-i gaflette âni olarak gösterildiğinden;
2- hem ihtilaf-ı metali’ ve sis ve bulutlar gibi rü’yete mani esbabın vücuduyla beraber, o zamanda medeniyet taammüm etmediğinden ve hususî kaldığından ve
3- tarassudat-ı semaviye pek az olduğundan;
Bütün etraf-ı âlemde görülmek, umum tarihlere geçmek, elbette lâzım değildir.
Şakk-ı Kamer yüzünden bu evham bulutlarını dağıtacak çok noktalardan şimdilik “Beş Nokta”yı dinle…
BİRİNCİ NOKTA: O zaman, o zemindeki küffarın gayet şedid derecede inadları, tarihen malûm ve meşhur olduğu halde;
Kur’an-ı Hakîm’in وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ demesiyle şu vak’ayı umum âleme ihbar ettiği halde;
Kur’anı inkâr eden o küffardan hiçbir kimse, şu âyetin tekzibine, yani ihbar ettiği şu vakıanın inkârına ağız açmamışlar.
Eğer o zamanda o hâdise, o küffarca kat’î ve vaki’ bir hâdise olmasa idi; şu sözü serrişte ederek, gayet dehşetli bir tekzibe ve Peygamber’in (A.S.M.) ibtal-i davasına hücum göstereceklerdi.
Halbuki şu vak’aya dair siyer ve tarih, o vak’a ile münasebetdar küffarın adem-i vukuuna dair hiçbir şeyini nakletmemişlerdir.
Yalnız وَ يَقُولُوا سِحْرٌ مُسْتَمِرٌّ âyetinin beyan ettiği gibi, tarihçe menkul olan şudur ki: O hâdiseyi gören küffar, “sihirdir” demişler ve “Bize sihir gösterdi.
Eğer sair taraflardaki kervan ve kafileler görmüşlerse hakikattır. Yoksa bize sihir etmiş.” demişler.
Sonra sabahleyin Yemen ve başka taraflardan gelen kafileler ihbar ettiler ki: “Böyle bir hâdiseyi gördük.”
Sonra küffar, Fahr-i Âlem (A.S.M.) hakkında (hâşâ) “Yetim-i Ebu Talib’in sihri semaya da tesir etti” dediler.
İKİNCİ NOKTA: Sa’d-ı Taftazanî gibi eazım-ı muhakkikînin ekseri demişler ki: İnşikak-ı Kamer; parmaklarından su akması umum bir orduya su içirmesi, câmide hutbe okurken dayandığı kuru direğin müfarakat-ı Ahmediye’den (A.S.M.) ağlaması umum cemaatin işitmesi gibi mütevatirdir. Yani öyle tabakadan tabakaya bir cemaat-ı kesîre nakletmiştir ki, kizbe ittifakları muhaldir. “Hâle” gibi meşhur bir kuyruklu yıldızın bin sene evvel çıkması gibi mütevatirdir. Görmediğimiz Serendib Adası’nın vücudu gibi tevatürle vücudu kat’îdir, demişler. İşte böyle gayet kat’î ve şuhudî mesailde teşkikat-ı vehmiye yapmak, akılsızlıktır. Yalnız muhal olmamak kâfidir. Halbuki şakk-ı Kamer, bir volkanla inşikak eden bir dağ gibi mümkündür.
ÜÇÜNCÜ NOKTA: Mu’cize; dava-yı nübüvvetin isbatı için, münkirleri ikna’ etmek içindir, icbar için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti işitenler için, ikna’ edecek bir derecede mu’cize göstermek lâzımdır.
Sair taraflara göstermek veyahut icbar derecesinde bir bedahetle izhar etmek, Hakîm-i Zülcelal’in hikmetine münafî olduğu gibi, sırr-ı teklife dahi muhaliftir. Çünki “Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak” sırr-ı teklif iktiza ediyor.
Eğer Fâtır-ı Hakîm inşikak-ı Kamer’i, feylesofların hevesatına göre bütün âleme göstermek için bir-iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hâdisat-ı semaviye gibi;
Ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı, risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) hususiyeti kalmazdı
Veyahut bedahet derecesinde öyle bir mu’cize olacaktı ki; aklı icbar edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi’ olacaktı.
İşte bu sır içindir ki;
hem âni,
hem gece,
hem vakt-i gaflet,
hem ihtilaf-ı metali’, sis ve bulut gibi
sair mevanii perde ederek umum âleme gösterilmedi veyahut tarihlere geçirilmedi.
DÖRDÜNCÜ NOKTA: Şu hâdise, gece vakti herkes gaflette iken âni bir surette vuku bulduğundan etraf-ı âlemde elbette görülmeyecek. Bazı efrada görünse de, gözüne inanmayacak. İnandırsa da, elbette böyle mühim bir hâdise, haber-i vâhid ile tarihlere bâki bir sermaye olmayacak.
Bazı kitablarda: “Kamer, iki parça olduktan sonra yere inmiş” ilâvesi ise; ehl-i tahkik reddetmişler. “Şu mu’cize-i bahireyi kıymetten düşürmek niyetiyle, belki bir münafık ilhak etmiş” demişler.
Hem meselâ o vakit,
1- cehalet sisiyle muhat İngiltere,
2- İspanya’da yeni gurub;
3- Amerika’da gündüz;
4- Çin’de, Japonya’da sabah olduğu gibi,
başka yerlerde başka esbab-ı maniaya binaen elbette görülmeyecek.
Şimdi bu akılsız muterize bak, diyor ki: “İngiltere, Çin, Japon, Amerika gibi akvamın tarihleri bundan bahsetmiyor. Öyle ise vuku bulmamış.” Bin nefrin onun gibi Avrupa kâselislerinin başına…
BEŞİNCİ NOKTA: İnşikak-ı Kamer, kendi kendine bazı esbaba binaen vuku bulmuş, tesadüfî, tabiî bir hâdise değil ki; âdi ve tabiî kanunlarına tatbik edilsin.
Belki Şems ve Kamer’in Hâlık-ı Hakîm’i, Resulünün risaletini tasdik ve davasını tenvir için hârikulâde olarak o hâdiseyi îka’ etmiştir.
Sırr-ı irşad ve sırr-ı teklif ve hikmet-i risaletin iktizasıyla, hikmet-i rububiyetin istediği insanlara ilzam-ı hüccet için gösterilmiştir.
O sırr-ı hikmetin iktiza etmedikleri, istemedikleri ve dava-yı nübüvveti henüz işitmedikleri aktar-ı zemindeki insanlara göstermemek için,
1- sis ve bulut ve ihtilaf-ı metali’ haysiyetiyle;
2- bazı memleketin kameri daha çıkmaması ve
3- bazıların güneşleri çıkması ve
4- bir kısmının sabahı olması ve
5- bir kısmının güneşi yeni gurub etmesi gibi,
o hâdiseyi görmeye mani pekçok esbaba binaen gösterilmemiş.
Eğer umum onlara dahi gösterilse idi, o halde ya işaret-i Ahmediye’nin (A.S.M.) neticesi ve mu’cize-i nübüvvet olarak gösterilecekti; o vakit risaleti, bedahet derecesine çıkacaktı. Herkes tasdike mecbur olurdu, aklın ihtiyarı kalmazdı. İman ise, aklın ihtiyarıyladır. Sırr-ı teklif zayi’ olurdu.
Eğer sırf bir hâdise-i semaviye olarak gösterilse idi; risalet-i Ahmediye (A.S.M.) ile münasebeti kesilirdi ve onunla hususiyeti kalmazdı.
Elhasıl: Şakk-ı Kamer’in imkânında şübhe kalmadı. Kat’î isbat edildi. Şimdi, vukuuna delalet eden çok bürhanlarından altısına
______
{(Haşiye): Yani, altı defa icma’ suretinde, vukuuna dair altı hüccet vardır. Bu makam çok izaha lâyık iken, maatteessüf kısa kalmıştır.}
______
işaret ederiz. Şöyle ki:
1- Ehl-i adalet olan sahabelerin, vukuuna icmaı ve
2- ehl-i tahkik umum müfessirlerin, وَ انْشَقَّ الْقَمَرُ tefsirinde onun vukuuna ittifakı ve
3- ehl-i rivayet-i sadıka bütün muhaddisînin, pek çok senedlerle ve muhtelif tarîklerle vukuunu nakletmesi ve
4- ehl-i keşif ve ilham bütün evliya ve sıddıkînin şehadeti ve
5- ilm-i Kelâm’ın meslekçe birbirinden çok uzak olan imamların ve mütebahhir ülemanın tasdiki ve
6- nass-ı kat’î ile dalalet üzerine icma’ları vaki’ olmayan ümmet-i Muhammediyenin (A.S.M.) o vak’ayı telakki-i bilkabul etmesi; güneş gibi inşikak-ı Kamer’i isbat eder.
Elhasıl: Buraya kadar tahkik namına ve hasmı ilzam hesabına idi. Bundan sonraki cümleler, hakikat namına ve iman hesabınadır. Evet tahkik öyle dedi, hakikat ise diyor ki:
Sema-yı risaletin kamer-i müniri olan Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet,
Nasılki mahbubiyet derecesine çıkan ubudiyetindeki velayetin keramet-i uzması ve mu’cize-i kübrası olan Mi’rac ile, yani bir cism-i Arzı semavatta gezdirmekle semavatın sekenesine ve âlem-i ulvî ehline rüchaniyeti ve mahbubiyeti gösterildi ve velayetini isbat etti.
Öyle de: Arz’a bağlı, semaya asılı olan Kamer’i, bir Arzlının işaretiyle iki parça ederek Arz’ın sekenesine, o Arzlının risaletine öyle bir mu’cize gösterildi ki: Zât-ı Ahmediye (A.S.M.) Kamer’in açılmış iki nurani kanadı gibi; risalet ve velayet gibi iki nurani kanadıyla, iki ziyadar cenah ile, evc-i kemalâta uçmuş; tâ Kab-ı Kavseyn’e çıkmış, hem ehl-i Semavat, hem ehl-i Arz’a medar-ı fahr olmuştur…
عَلَيْهِ وَ عَلَى آلِهِ الصَّلاَةُ وَ التَّسْلِيمَاتُ مِْلأَ اْلاَرضِ وَ السَّمٰوَاتِ
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
اَللّٰهُمَّ بِحَقِّ مَنِ انْشَقَّ الْقَمَرُ بِاِشَارَتِهِ اجْعَلْ قَلْبِى وَ قُلُوبَ طَلَبَةِ رَسَائِلِ النُّورِ الصَّادِقِينَ كَالْقَمَرِ فِى مُقَابَلَةِ شَمْسِ الْقُرْآنِ آمِينَ آمِينَ