Sual: “Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi” ifadesinden ne anlamalıyız ve bu konuda neler söylenebilir?
Cevap: Hem Muhâkemat’ın kapak sayfasında hem de Hakikat Çekirdekleri’nde geçen “Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi” ifadesi üzerine birçok şey söylenmiş ve söylenmeye de devam edilecektir. Ve Üstad’ın bu ifadeyle tam olarak hangi anlamları kasdettiği konusunda da farklı yorumlar yapılmaktadır. Ancak, özellikle Eski Said dönemi eserleri dikkatlice incelendiğinde, bu ifadeden zamanın, toplumun ve bireylerin manevi rahatsızlıklarına çözüm getiren bir reçeteyi temsil ettiği anlaşılmaktadır. Bu ifade ayrıca, Risale-i Nur’un içeriğini ve amacını tanımlayan etkili bir metafor niteliğindedir.
Anlamı parçalayarak açıklayalım:
Mariz bir asır: “Hasta bir çağ” anlamına gelir. Ahirzamanda insanların inanç, ahlak ve maneviyat açısından yaşadığı problemlere ve bozulmalara işaret eder. Özellikle maddiyunluk, tabiatperestlik ve dinsizlik ideolojilerinin yaygın olduğu bir dönemde ve hususan İngilizler’in Kur’an’ı tahrip maksadıyla yapmış olduğu çalışmalara binaen “”Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez mânevî bir güneş hükmünde olduğunu, ben dünyaya ispat edeceğim ve göstereceğim” diye kuvvetli bir niyet ruhunda uyanır ve bu saikle çalışır.” Tarihçe-i Hayat’ta geçen bu ifadeden asrın ne kadar bozulduğu ve hastalıklı olduğu anlaşılır. Ayrıca “ve sırf bir inayet-i Rabbaniye olarak bu karanlıklı ve çok hastalıklı asırda Kur’ân’ın eczahane-i kudsiyesinden çıkan ve rahmet-i İlâhiye ile elimize verilen Risale-i Nur’daki hakikatlere o şahıs masdar ve menba ve medar olamaz.” Emirdağ Lahikası’nda da bu manayı farklı ibarelerle ifade etmektedir.
Hasta bir unsur: Toplumun bir parçasının, yani milletin veya insanlığın bir kesiminin manevi bir hastalığa tutulduğunu ifade eder. Bu ise hamiyet sahibi olmayı ve milleti için yaşamak gibi bazı değerlerin yeşertilmesini ve toplumsal bozulmanın, maneviyat eksikliğinin giderilmesi gerektiğinin bir ifadesi olabilir. Bu unsurdan kastedilen mana ise Osmanlı bünyesindeki bir milleti de temsil edebilir veya her bir millete de hususan baktırabilir. Âsâr-ı Bediiye’de geçen farklı ifadeler bu iddiayı teyit etmektedir:
“Millet-i Osmaniye meyanında mühim bir unsur teşkil eden Kürdistan ahâlisinin ahvâli hükümetçe ma’lûm ise de, hizmet-i mukaddese-i ilmiyeye dair bâzı metalibatı arz etmeğe müsaade dilerim.”
“Ve onu tehyic eden hasiyet, ruhanî manyetizmaya malik olan şeriat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) emr-i nafiziyle olacaktır. Kürdistan, Arabistan, Arnavutluk’ta gezenler, bu müddeada tereddüt etmezler. Onların ezhanını ruhanî manyetizma ile manyetizmelendirmek ancak şeriat namıyla olacaktır. Marazımızı teşrih edelim, ona göre deva arayalım. marazımız atalet, cehalet ve muhalefet-i şeriatla hasıl olan sû-i ahlâk ve onların neticeleri olan fakr u zaruret ve irtikâb-ı hile ve başka nam ile sirkat-ı âlenidir. Âlem-i medeniyet, bu seyyiatın izalesini bizden istiyorlar.”
“Yazık! Eyvahlar olsun! Bizdeki unsurlar, ırklar, hava gibi muhtelittir. Su gibi memzuç olmamışlar. İnşaallah, elektrik-i hakaik-i İslâmiyetle imtizaç ederek, ziya-yı maarif-i İslâmiye hararetiyle kuvvet tevlid ederek bir mizâc-ı mutedile-i adalet vücuda gelecektir.”
“Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milletimiz de yalnız İslâmiyettir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lâzların en kuvvetli ve hakikatli revâbıt ve milliyetleri İslâmiyetten başka birşey değildir. Nasıl ki az ihmal ile tevâif-i mülûk temelleri atılmakta ve on üç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihyâ ile fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…”
Yine bu minvalde, özellikle Osmanlı memleketinin önemli bir unsuru olan Kürtlere yönelik olarak aşiretlere verdiği dersin “Ekrâd Reçetesi” (Münâzarât) adıyla anılması ve yine büyük ve muazzam bir unsur olan Arap milletine yönelik “Hutbe-i Şâmiye” adlı hutbesinin ders niteliğinde olması, bu anlamla uyum göstermektedir.
Alîl bir uzuv: “Rahatsız bir organ” anlamındadır. Burada birey, toplumu oluşturan bir organ gibi düşünülmüş ve bireysel sıkıntılara, özellikle iman ve ahlak açısından yaşanan problemlere vurgu yapılmıştır. Ayrıca bir toplumun en önemli uzuvlarından olan ve o toplumun manen diri kalmasına sebebiyet veren ve o topluma karşı gelen sellere karşı bir nevi set görevi yapan ulema yani âlimler kısmına da hususan bakmaktadır. Milletin en önemli uzvu ise herkesçe malum olacağı üzere kalptir. O bozulursa diğer hiçbir uzvun sağ kalamayacağı da aşikârdır. “Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdırlar.” ile “Ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir.” hadisleri de bir nevi kalp hükmünde olan bu müddeamıza da kuvvet vermektedir.
“Dünya için din feda olunmaz. Gebermiş istibdadı muhafaza için, vaktiyle mesâil-i şeriat rüşvet verilirdi. Dinin meseleleri terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne faydası görüldü? Milletin kalb hastalığı zaaf-ı diyanettir. Bunu takviye ile sıhhat bulabilir.”
Reçete: Tıbbi bir çözüm önerisi gibi, burada da maneviyat, inanç ve ahlaki sorunlara çözüm sunan bir yöntem veya kılavuz anlamına gelir. Muhâkemat adlı bu eser üç makale ile bu vazifeyi beliğane bir ifade ile hususan ulema nazar-ı dikkate alınarak telif edilmiş sonrasında ise üç kitap olarak bahsedilen Risale-i Nur ise bu bağlamda bir “manevi reçete” olarak eczahanelerde yerini almıştır.
Elhasıl bu ifade ile, hem Muhâkemat hem de Risale-i Nur’un birey, toplum ve çağın manevi problemlerine yönelik bir tedavi metodu olduğunu ifade eder. Risale-i Nur, Kur’an’ın iman hakikatlerini modern çağın ihtiyaçlarına göre açıklayarak, insanlığa manevi bir yol gösterici olmayı hedefler. Bu metafor ile çağın, toplumun ve bireyin sorunlarını bir hastalık, çözümlerini ise bir reçete olarak görme yaklaşımını yansıtır.
Sedad
21 Cemaziye’l Ahir 1446