Kur’anî sırları, “o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek” ne demektir?

Sual: Aşağıda geçen bahisten ne anlaşılabilir ve neler söylenebilir?

“Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi-otuz kadar sırlar ile, o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi-otuzdan, beş-altıya indi. Sözler”

Cevap: Evvela başka bir eserde geçen bir ibareyi vermek icab eder.

“Risale-i Nur, yüze yakın din tılsımlarını ve hakâik-ı Kur’aniyenin muammalarını keşfetmiştir ki; her bir tılsımın bilinmemesinden çok insanlar şübehata ve şükûke düşüp, tereddüdlerden kurtulmayıp, bazen îmanını kaybederdi. Şimdi, bütün dinsizler toplansalar, o tılsımların keşfinden sonra galebe edemezler. Kastamonu Lâhikası”

Her asrın mücedditleri, kutupları veya gavsları kendi çalışmalarıyla ve gayretleriyle elde ettikleri manevi terakkîleri sayesinde belirli makamlara ulaştıktan sonra onlara ilm-i ledün adı verilen bir ilim nasib olur. Bu sayede bazı sırlara vâkıf olurlar. Hususan evliyaya kuddise sirruhu veya kaddesallahı esraruhum denilmesinde ise şöyle bir sır vardır:

Evliya olan zatlar Kur’anın veya gaybî yani bilinmeyen hakikatlerin sırlarına derecelerine göre vâkıf olurlar. Bu nedenle bizler onların adları anıldığı zaman onlara lûtfedilen bu sırlarını kutsasın diye Rabbimize dua ederiz.

Bediüzzaman Hz leri de bu ilahî lütûf denizinden nasiplenen ender gavvaslardan, dalgıçlardan biridir dersek isabet etmiş oluruz. İlm-i beyan kaidelerine göre bir mevzuyu mecaz ve kinaye metodları ile ifade etmek söze ve kelama değer katarak kelamı güzelleştirir ve ulvîleştirir. Bu nedenle her mevzuya başlamadan önce söze hem dikkati çekmek hem de karîin yani dinleyicinin manevî bahçeye karşı iştihasını celbetmek için berâat-i istihlal ya da hüsn-i ibtida adı verilen bir yöntem kullanılır.

İlaveten diğer bahisleri de mevzuya münasebetlerinden dolayı buraya almak icap etmektedir.

“Cenab-ı Hakk’ın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak; ve âyât ve şahidlerin âyinelerinde berahin ve delillerin emarelerini görmek üç çeşit olup.. bir kısmı, su gibi; ikinci kısmı, hava gibi; üçüncü kısmı, nur gibi olup.. takarrübün tarifini ve bu’diyetin vartalarını beyan eder. Lem’alar”

“Maahâza bazı bürhanlar suya benziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh bu gibi bürhanları gayet latif ve dikkatli ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki; dökülmesin, sönmesin, uçmasın!.. Mesnevi-i Nuriye”

“Üçüncü kısım ise: Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir. Çünki nur; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer harîs ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünki öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda da giremez, kesifi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez. Lem’alar”

Bu girişleri yaptıktan sonra buradan anlaşılan mana cihetine gelirsek belki şunlar söylenebilir:

İşte besmelenin rahmet noktasından parlak olan nurunu yani marifetullahın şahidlerinden ne görünen ne hissedilen ne de elle tutulan üçüncü nevinden olan bu nur kısmını avlamak için avcı misal 20-30 kadar olan sırlar ile çevirip zaptetmek arzu ederken ancak 5-6 sırrına muvaffak olabildim. Çünki o nur ancak basiret yani kalp gözüyle keşfedilir. Maddi ölçülerle hırsla onlara elini uzatsan yakalayamazsın uçar gider.

Evliyanın seyrangâhıdır meydan-ı esrar,
Asfiyanın müşâhedatıdır bostan-ı ebrar,
Bürhanlar ya su ya hava ya nur değil nar!
Neden durursun ara bul onu leyl-ü nehar.

Sedad

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir