Hâtime
[Sırr-ı tevhid içinde sair erkân-ı imaniyeye birer kelâmla kısacık birer işarettir.]
(بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ آمَنَ الرَّسُولُ ilâ âhir-il âye…
Bu âyet-i ecma ve a’lâ ve ekber’in bir küllî ve uzun nüktesini beyan etmeğe,
Bir dehşetli manevî sual ve (Dehşetli olmasının sebebi bir tek rüknün inkâr edilmesinden dolayı dalalete düşülmesindendir.)
Bir azametli ve İlahî bir nimetin (Nimet olmasının sebebi ise bütün rükünlerin birbirine kuvvet vermesinden dolayı imanın şübhelerle sarsılmamasındandır.) inkişafından neş’et eden bir hal sebebiyet verdiler. Şualar – 237)
Ey insan-ı gafil! Gel bir kerre düşün ve bu risalenin üç makamında beyan edilen “Üç Meyve, Üç Muktezi, Üç Hücceti” nazara al, bak ki;
- Bu kâinatta tasarruf eden
- Ve en cüz’î bir şifayı ve en küçük bir şükrü dahi nazara alan
- Ve sinek kanadı gibi en az bir san’atı, başkalarına havale etmeyen ve vermeyen ve lâkayd kalmayan
- Ve en basit bir tohuma bir ağaç kadar vazifeler ve hikmetler takan
- Ve kendi rahmaniyetini ve rahîmiyetini ve hakîmliğini herbir san’atıyla ihsas eden
- Ve kendini herbir vesile ile tanıttıran
- Ve herbir nimetle sevdiren
Bir Sâni’-i Kadîr, Hakîm, Rahîm, Alîm hiç mümkün müdür ki ve hiç bir cihetle kabil midir ki, (Şimdi Allah varsa Risalet-i Ahmediyye (A.S.M.) vardır hakikatının izahatı yapılacak.)
- Kâinatı manen istilâ eden mehasin-i hakikat-ı Muhammediyeye (A.S.M.) (Mehasin-i hakikat-ı Muhammediye yukarıdaki yedi vazifenin yerine getirilmesi ile oluyor.)
- Ve Tesbihat-ı Ahmediyeye (A.S.M.) (Tesbihat ise mehasine karşı mukabele şeklimizi ders vermesine bakıyor.)
- Ve Envâr-ı İslâmiyeye (Ümmi bir zâtta (A.S.M.) zuhur eden o şeriat; (şeriat kanundur.) ondört asrı ve nev’-i beşerin humsunu, âdilane ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane, hadsiz kanunlarıyla idare etmesi emsal kabul etmez. Hem ümmi bir zâtın (A.S.M.) ef’al ve akval ve ahvalinden çıkan İslâmiyet; (İslamiyet herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi’ olmaktır.) her asırda üçyüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffisi ve nefislerinin mürebbisi ve müzekkisi ve ruhlarının medar-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle misli olamaz ve olamamış. Şualar – 128)
(Şeriat ve Sünnet-i Seniyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi’ olmağa çalış… Sözler – 362)
karşı lâkayd kalsın?
Ve hiçbir cihetle mümkün müdür ki;
- Bütün masnuatını yaldızlayan (Risalet-i Ahmediyedir. Zira masnuatın üstünde görünen esma-i İlahiyeyi görmekle yaldızlıyor. (A.S.M.)) (Merhamet-i İlahiyenin lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâm Lemalar – 224)
- Ve bütün mahlûkatını sevindiren (Risalet-i Ahmediyedir. (A.S.M.) Zira Cenab-ı Hakkın mahlukatı yaratmasındaki maksadın anlaşılmasıyla mahlukatı sevindiriyor.)
- Ve kâinatı ışıklandıran (Risalet-i Ahmediyedir (A.S.M.) Zira eşyanın hakikatının esma-i İlahiyeye dayandığını ders vermekle kâinatı karanlıktan kurtarıp ışıklandırıyor.)
- Ve semavat ve arzı velveleye veren (Davud AS dağları zikre getirip velveleye verdiği gibi risalet-i Ahmediye (A.S.M.) Semavat ve arzın tesbihatına nezaret edip onların başlarında onlara tesbih çektirmiştir.)
- Ve küre-i arzın yarısını ve nev’-i beşerin beşten birisini ondört asır bilâ-fasıla saltanat-ı maddiye ve maneviyesi altına alan (Risalet-i Ahmediyedir (A.S.M.) Ondokuzuncu Sözün Yedinci Reşhası maddi saltanatını Sekizinci Reşhası ise manevi saltanatını izah ediyor.)
(Haşiye): Evet binüçyüz elli sene saltanat süren ve saltanatı devam eden ve ekser zamanda üçyüzelli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve her gün bütün raiyeti onunla tecdid-i biat eden ve onun kemalâtına şehadet eden ve kemal-i itaatle evamirine inkıyad eden ve Arzın nısfı ve nev’-i beşerin humsu o zâtın sıbgı ile sıbgalansa, yani manevî rengiyle renklense ve o zât onların mahbub-u kulûbu ve mürebbi-i ervahı olsa; elbette o zât, şu kâinatta tasarruf eden Rabb’in en büyük abdidir. Sözler – 69)
- Ve daima o muhteşem saltanatı Hâlık-ı Kâinat hesabına ve namına süren risalet-i Ahmediye (A.S.M.),
O Sâni’in en mühim bir maksadı, bir nuru, bir âyinesi olmasın?
Hem Muhammed (A.S.M.) gibi aynı hakikata hizmet eden enbiyalar dahi o Sâni’in elçileri ve dostları ve memurları olmasın? (Yukarıdaki altı vazife diğer Peygamberlerin de vazifesidir.)
Hâşâ, mu’cizat-ı enbiya adedince hâşâ ve kellâ!..
Hem hiçbir cihetle mümkün müdür ki, (Şimdi Allah varsa âhiret vardır hakikatının izahatı yapılacak.)
- Dal ve budak gibi en cüz’î bir şeye yüz hikmetleri ve meyveleri takan
- Ve kendi rububiyetini fevkalâde hikmetleriyle ve umumî rahmaniyetiyle tanıttırıp, sevdiren
bir Hâlık-ı Hakîm-i Rahîm,
- Kudretine nisbeten bir bahar kadar kolay olan haşri getirmeyerek, bir dâr-ı saadet, bir menzil-i beka açmayıp, bütün hikmetlerini ve rahmetlerini hattâ rububiyetini ve kemalâtını inkâr etsin ve ettirsin (Hikmeti müsade etmez.)
- Ve çok sevdiği bütün mahbub mahlûklarını ebedî bir surette i’dam etsin? (Rahmeti müsade etmez.)
Hâşâ, yüzbin defa hâşâ!.. O Cemal-i Mutlak, böyle bir kubh-u mutlaktan yüzbinler derece münezzeh ve mukaddestir.
Uzunca bir haşiye: (Nihayetsiz kudretin icraatı gösterilerek haşir isbat edilmiştir.)
Haşir münasebetiyle bir sual:
Kur’anda mükerreren: اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً
Hem وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ fermanları gösteriyor ki: Haşr-i a’zam bir anda, zamansız vücuda geliyor. (Hareket varsa zaman vardır. Burada ifade edilen mana çok kısa bir zamanda yani bir anda olduğuna işaret etmek içindir. Yoksa bütün bütün zamansız değildir.)
Dar akıl ise, bu hadsiz derece hârika ve emsalsiz olan mes’eleyi iz’an ile kabul etmesine medar olacak meşhud bir misal ister.
Elcevab:
- Haşirde, ruhların cesedlere gelmesi var.
- Hem cesedlerin ihyası var.
- Hem cesedlerin inşası var. Üç mes’eledir. (Adeta zamansız bir icraat olduğu için üç mes’ele icraat sırasına konulmamıştır.)
Birinci Mes’ele: Ruhların cesedlerine gelmesine misal ise: Gayet muntazam bir ordunun efradı, istirahat için her tarafa dağılmış iken, yüksek sadâlı bir boru sesiyle toplanmalarıdır. (Boru sesi Cenab-ı Hakkın iradesini göstermek için teşbih edilmiştir. Boru sesi, Cenab-ı Hakkın fiili olan icraatının kavli olarak ilanıdır.) Evet, İsrafil’in borusu olan Sur’u, ordunun borazanından geri olmadığı gibi, ebedler tarafında ve zerreler âleminde iken (Ruhun zerreler âleminde olması ruhun mahiyetine ince bir işarettir. Ruhun mahiyeti ebed tarafında kâinatta dağınık olan zerratın toplanmasıyla olabileceği gibi ruh nurani zerrelerin teşekkülatıyla da olabilir.)
Ezel canibinden gelen اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ hitabını işiten ve قَالُوا بَلَى ile cevab veren ervahlar, (Ruh âlem-i ervahta iken daha harice açılan cihazları olmadığı için lisan-ı hali ile bu cevabı vermiştir, diyebiliriz.) elbette ordunun neferatından binler derece daha müsahhar ve muntazam ve muti’dirler. Hem değil yalnız ruhlar, belki bütün zerreler dahi, bir ordu-yu Sübhanî ve emirber neferleri olduğunu gayet kat’î bürhanlar ile Otuzuncu Söz isbat etmiş. (Otuzuncu Söz kısaca Birinci Sözde izah edilmiştir. Şöyle ki ene bahsini mütevazi ve mağrur adamın çöldeki seyahati ile anlatılıyor. Zerre bahsini ise başta demiştik cümlesinden itibaren izah ediliyor.)
İkinci Mes’ele: Cesedlerin ihyası misali ise: Çok büyük bir şehirde, (Büyük bir şehir ise haşir meydanına işarettir.) şenlik bir gecede, (Cesedlerin ihya edilmesi şenlik bir geceye teşbih edilmiş. Geniş izahatı ikinci sözde vardır. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor. Her tarafta bir sürur, bir şehr-âyin, bir cezbe ve neş’e içinde zikirhaneler; herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurane ahz-ı asker için bir davul, bir musikî sesi işitiyor. Sözler 16)
birtek merkezden, yüzbin elektrik lâmbaları, âdeta zamansız bir anda canlanmaları ve ışıklanmaları gibi, bütün küre-i arz yüzünde dahi, birtek merkezden yüz milyon lâmbalara (Yüz milyon lâmba yüzbinler nev’i mahlûka işarettir.) nur vermek mümkündür. Madem Cenab-ı Hakk’ın elektrik gibi bir mahlûku ve bir misafirhanesinde bir hizmetkârı ve bir mumdarı, Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar oluyor. Elbette elektrik gibi binler nurani hizmetkârlarının (Nurani hizmetkâr ise adetullah tesmiye edilen Cenab-ı Hakkın kevni şeriatını gösteren kanunlardır.) temsil ettikleri hikmet-i İlahiyenin muntazam kanunları dairesinde haşr-i a’zam tarfet-ül aynda vücuda gelebilir.
Üçüncü Mes’ele: Ecsadın def’aten inşasının misali ise;
- Bahar mevsiminde birkaç gün zarfında nev’-i beşerin umumundan bin derece ziyade olan umum ağaçların bütün yapraklarıyla beraber evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel bir surette inşaları
- Ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçmiş baharın mahsulâtı gibi, berk gibi bir sür’atle icadları;
- Hem o baharın mebde’leri olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin, birden beraber intibahları ve inkişafları ve ihyaları;
- Hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran emvat gibi bütün ağaçların cenazeleri bir emir ile def’aten “Ba’sü ba’de-l mevt” sırrına mazhariyetleri ve neşirleri;
- Hem küçücük hayvan taifelerinin hadsiz efradlarının gayet derecede san’atlı bir surette ihyaları;
- Hem bilhâssa sinekler kabîlelerinin haşirleri ve bilhâssa daima yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve nezafeti ihtar eden ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabîlenin bir senede neşrolan efradı, benî-âdemin Âdem zamanından beri gelen umum efradından fazla olduğu halde, her baharda sair kabîleler ile beraber birkaç gün zarfında inşaları ve ihyaları, haşirleri;
Elbette kıyamette ecsad-ı insaniyenin inşasına bir misal değil, belki binler misaldirler.
Evet dünya dâr-ül hikmet ve âhiret dâr-ül kudret olduğundan;
dünyada Hakîm, Mürettib, Müdebbir, Mürebbi gibi çok isimlerin iktizasıyla, dünyada icad-ı eşya bir derece tedricî ve zaman ile olması; hikmet-i Rabbaniyenin muktezasıyla olmuş.
Âhirette ise, hikmetten ziyade kudret ve rahmetin tezahürleri için maddeye ve müddete ve zamana ve beklemeye ihtiyaç bırakmadan birden eşya inşa ediliyor. Burada bir günde ve bir senede yapılan işler, âhirette bir anda ve bir lemhada inşasına işareten Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan وَمَا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ferman eder. Eğer haşrin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi kat’î bir surette anlamak istersen; haşre dair Onuncu Söz (Kalbi, iman-ı kâmil derecesine çıkaracak derecede bürhanlar zikredilmiştir. Sözler 519) ile Yirmidokuzuncu Söz’e (Yirmidokuzuncu Söz’de ise yalnız aklı ikna’ edecek, susturacak, Eski Said’in “Nokta Risalesi”ndeki beyanatı tarzında bahsedeceğiz. Sözler 519) dikkat ile bak, gör. Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmağını gözüme sok.
Amma bir dördüncü mes’ele olan mevt-i dünya ve kıyamet kopması ise: Bir anda bir seyyare veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbanî ile küremize, misafirhanemize çarpması; bu hanemizi harab edebilir. On senede yapılan bir saray, bir dakikada harab olması gibi… (Kıyametin kopma süresi dünyanın ömrüne nisbeten bir dakika gibi bir zamandır. Demek ki kıyamet bir anda kopmayacak bu cümle bu ince manaya işaret ediyor. On sene 5.256.000 dakika eder. Kainatın 126 milyar sene olmasından hesapla bir dakikada kopacak kıyamet kâinatın ömrüne göre orantı yapıldığında kıymetin kopma süresi 23.972 yıl sürüyor.)
Bu haşrin dört mes’elesinin icmali şimdilik yeter. Yine sadedimize dönüyoruz.
Hem hiç mümkün müdür ki,
- Kâinatın bütün hakikî ve âlî hakikatlarının belig tercümanı
- Ve Hâlık-ı Kâinat’ın bütün kemalâtının mu’ciz lisanı ve bütün maksadlarının hârika mecmuası
olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan o Hâlık’ın kelâmı olmasın? Hâşâ, âyâtının esrarı adedince hâşâ!..
Hem hiç mümkün müdür ki:
Bir Sâni’-i Hakîm, bütün zîhayat, zîşuur masnu’larını
- Birbiriyle konuştursun (Konuşturmak teşbihi ile nev’in içinde ferdlerin birbirinin yardımına koşmasına işaret ediyor.)
- Ve dillerinin binler çeşitleriyle birbiriyle söyleştirsin (Söyleştirmek teşbihi ile bütün nevlerin birbirinin yardımına koşmasına işaret ediyor.)
- Ve onların sözlerini ve seslerini bilsin ve işitsin
- Ve ef’aliyle ve in’amıyla zahir bir surette cevab versin,
fakat kendisi konuşmasın ve konuşamasın? Hiç kabil midir ve hiç ihtimali var mı?..
Madem bilbedahe konuşur ve madem konuşmasına karşı tam anlayışlı muhatab en başta insandır.
Elbette başta Kur’an olarak meşhur kütüb-ü mukaddese onun konuşmalarıdır.
Hem hiç mümkün müdür ki:
Bir Sâni’-i Hakîm,
- Kendini tanıttırmak
- Ve sevdirmek
- Ve medh ü senasını ettirmek
- Ve enva’-ı ihsanatıyla zîhayatları mesrur ve memnun etmekle minnetdarlıklarını ve şükürlerini rububiyetine mühim bir medar yapmak
(Üstteki cümle kâinatın yaratılmasındaki gayeleri sıralıyor. Bu gayeler küre-i arzda insan nev’i ile bir derece tahakkuk ettiği gibi semavatta da bu gayeleri tahakkuk ettirecek mesken sakinleri melaikeler olacaktır.)
için koca kâinatı enva’ıyla, erkânıyla, (kâinatı ayakta tutan rükünler) zîhayata müsahhar
- Bir hizmetkâr,
- Bir mesken,
- Bir meşher,
- Bir ziyafetgâh
yaptıktan sonra,
(Mukadder bir suale gelecek cümleler bir cevaptır.
Sual: Semavatta hayat sahibi sakinleri var mıdır?
Elcevab: Elbette vardır. Bu küçük mesken de herşeyi hayat sahiplerine hizmet ettirdiği gibi en süfli şeylerden hayatı kesretle halk eden Allah ulvi kasırlar hükmünde olan Semavatta oraya münasib vücudu manevisi olan nurani melaikeleri halk etmiştir. Alttaki gelecek cümleler bunun izahatıdır.)
Zîhayatların çeşit çeşit, binlerce enva’larının nüshalarını o derece teksirini istiyor ki; kavak ve karaağaç gibi meyvesizlerin bir kısım yapraklarından her bir yaprağı, bir tabur sineklere yani havada zikreden zîhayatlara hem beşik, hem rahm-ı mader, hem erzaklarının mahzeni yaptığı halde;
Bu zînetli semavatı ve bu nurani yıldızları sahibsiz, hayatsız, ruhsuz, sekenesiz, boş, hâlî, faydasız yani melaikesiz, ruhanîsiz bıraksın? Hâşâ, melekler ve ruhanîler adedince hâşâ ve kellâ!..
Hem hiç mümkün müdür ki:
Bir Sâni’-i Hakîm-i Müdebbir,
(Ağaç ile bahardaki hafiziyetini nazara verip insanın da amellerini muhafaza edeceğini kıyas ettiriyor.)
En ehemmiyetsiz bir nebatın, en küçük bir ağacın
- Mebdelerini (Vücuda gelmeden evvel yazılı olduğuna)
- Ve müntehalarını (Vücuda geldikten ve vücuddan gittikten sonra yazılı olduğunu)
kemal-i intizam içinde mukadderat-ı hayatiyesini çekirdeğinde ve meyvesinde kalem-i kader ile yazmakla beraber,
Koca baharı birtek ağaç gibi mukaddematını ve neticelerini kemal-i imtiyaz ve intizam ile yazsa ve en ehemmiyetsiz şeylere de lâkayd kalmazsa; fakat
- Kâinatın neticesi
- Ve arzın halifesi
- Ve enva’-ı mahlukatın nâzırı ve zabiti
olan insanın (Hem hiç kabil midir ki: Hâkim-i Bilhak, Rahîm-i Mutlak; insana öyle bir istidad verip, yer ile gökler ve dağlar tahammülünden çekindiği emanet-i kübrayı tahammül edip, yani küçücük cüz’î ölçüleriyle, san’atçıklarıyla Hâlıkının muhit sıfatlarını, küllî şuunatını, nihayetsiz tecelliyatını ölçerek bilip;
hem yerde en nazik, nazenin, nazdar, âciz, zaîf yaratıp; halbuki bütün yerin nebatî ve hayvanî olan mahlukatına bir nevi tanzimat memuru yapıp, onların tarz-ı tesbihat ve ibadetlerine müdahale ettirip, kâinattaki icraat-ı İlahiyeye küçücük mikyasta bir temsil gösterip, rububiyet-i Sübhaniyeyi fiilen ve kàlen kâinatta ilân ettirmek, meleklerine tercih edip hilafet rütbesini verdiği halde; ona bütün bu vazifelerinin gayesi ve neticesi ve semeresi olan saadet-i ebediyeyi vermesin? Sözler – 87)
Çok ehemmiyetli bulunan ef’alini ve harekâtını yazmasın, daire-i kaderine almasın, onlara lâkayd kalsın? Hâşâ, insanların mizana girecek olan amelleri adedince hâşâ ve kellâ!..
Elhasıl, kâinat bütün hakaikıyla bağırarak diyor:
آمَنْتُ بِاللّٰهِ وَ مَلٰئِكَتِهِ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ بِالْيَومِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللّٰهِ تَعَالَى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ صَحْبِهِ وَ اِخْوَانِهِ وَ سَلَّمَ آمِينَ
Tevhidî bir münacat ve mukaddimesi
Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh ve Kerremallahü Vechehü, Kaside-i Celcelutiye’sinde kerametkârane Risale-i Nur’dan haber verdiği (Üç kitabda kırk kadar işarat ile sarahat derecesinde bu ihbarat izah edilmiştir.) yerde Risale-i Nur’u Siracünnur ve Siracüssürc namlarıyla tesmiye ederek, Risale-i Nur’un üç ismine iki isim ilâve etmesi cihetiyle ve bu risalede Siracünnur namı tekrarı münasebetiyle, bu risalenin âhirinde İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın en mühim bir münacatını iki derece tevsi’ ederek onun ulvî lisanıyla ve dilimizi onun bir dili hesabıyla istimal edip, bu gelen münacatı dergâh-ı Vâhid-i Ehad’e takdim ederiz.
Münacat
اَللّٰهُمَّ اِنَّهُ لَيْسَ فِى السَّمٰوَاتِ دَوَرَاتٌ وَ نُجُومٌ مُحَرَّكَاتٌ سَيَّارَاتٌ وَ لاَ فِى الْجَوِّ سَحَابَاتٌ وَ بُرُوقٌ مُسَبِّحَاتٌ وَ رَعَدَاتٌ وَ لاَ فىِ اْلاَرْضِ غَمَرَاتٌ وَ حَيَوَانَاتٌ وَ عَجَائِبُ مَصْنُوعَاتٍ. وَ لاَ فِى الْبِحَارِ قَطَرَاتٌ وَ سَمَكَاتٌ وَ غَرَائِبُ مَخْلُوقَاتٍ. وَ لاَ فِى الْجِبَالِ حَجَرَاتٌ وَ نَبَاتَاتٌ وَ مُدَّخَرَاتُ مَعْدَنِيَّاتٍ. وَ لاَ فِى اْلاَشْجَارِ وَرَقَاتٌ وَ زَهَرَاتٌ مُزَيَّنَاتٌ وَ ثَمَرَاتٌ. وَ لاَ فِى اْلاَجْسَامِ حَرَكَاتٌ وَ آلاَتٌ وَ مُنَظَّمَاتُ جِهَازَاتٍ. وَ لاَ فِى الْقُلُوبِ خَطَرَاتٌ وَ اِلْهَامَاتٌ وَ مُنَوَّرَاتُ اِعْتِقَادَاتٍ اِلاَّ وَ هِىَ كُلُّهَا عَلَى وُجُوبِ وُجُودِكَ شَاهِدَاتٌ وَ عَلَى وَحْدَانِيَّتِكَ دَالاَّتٌ وَ فِى مُلْكِكَ مُسَخَّرَاتٌ فَبِالْقُدْرَةِ الَّتِى سَخَّرْتَ بِهَا اْلاَرَضِينَ وَ السَّمٰوَاتِ سَخِّرْلِى نَفْسِى وَ سَخِّرْلِى مَطْلُوبِى وَ سَخِّرْ لِرَسَائِلِ النُّورِ لِخِدْمَةِ الْقُرْآنِ وَ اْلاِيمَانِ قُلُوبَ عِبَادِكَ وَ قُلُوبَ الْمَخْلُوقَاتِ الرُّوحَانِيَّاتِ مِنَ الْعُلْوِيَّاتِ وَ السُّفْلِيَّاتِ يَا سَمِيعُ يَا قَرِيبُ يَا مُجِيبَ الدَّعَوَاتِ وَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
* * *
Tercümesi:
“Allah’ım, göklerde dönen hiçbir yıldız ve hareket eden hiçbir gezegen, hava boşluğunda hiçbir tesbih edici bulut ve şimşek ve gök gürültüsü, yeryüzünü dolduran hayvanlardan ve şaşırtıcı sanat eserlerinden hiçbir fert, denizlerde hiçbir damla, balıklarından ve şaşırtıcı san’at eserlerinden hiçbirisi, dağlarda hiçbir taş, hiçbir bitki ve depolanmış madenlerden hiçbirisi, ağaçlarda hiçbir yaprak ve hiçbir süslenmiş çiçek ve meyve, hayvanların cisimlerinde âletler ve düzenli cihazlardan hiçbirisi, kalplerde hiçbir hatıralar ve ilhamlar ve nurlanmış itikad ve inançlar yoktur ki, hepsi senin varlığının vâcib ve bir olduğuna şahitler olmasın. Yerleri ve gökleri emrine boyun eğdiren kudretinin hakkı için, nefsimi bana boyun eğdir ve isteklerimi bana nasip eyle.
Kur’ân’a ve imana ve Risale-i Nur’a hizmet için, kullarının kalblerini ve yüksek ve alçak bütün ruhlu varlıklarının kalblerini bana ve iman ve Kur’ân hizmetkârlarına boyun eğdir, ey her şeyi işiten Semî’, ey her şeye her şeyden daha yakın olan Karîb, ey bütün dualara cevap veren Mücîbe’d-Daavât! Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.