İkinci Mektup

İkinci Mektub

(Kalben dünyayı sevmemenin bir alameti maddi manevi her şeyden istiğna etmek olduğundan Üstadımız hayatı ile Kalben dünyayı sevmediğini isbatlamış oluyor. İstiğna Nübüvvet mesleği olduğu gibi velayet-i kübra mesleğinde gidenlerinde bir hassası olmuştur.)

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

(O mezkûr ve malûm talebesinin hediyesine karşı cevabdan bir parçadır.)

Sâlisen: Bana bir hediye gönderdin. Gayet ehemmiyetli bir kaidemi bozmak istersin. Ben demiyorum ki “Kardeşim ve biraderzadem olan Abdülmecid ve Abdurrahman’dan kabul etmediğim gibi senden de kabul etmem.” Çünki sen onlardan daha ileri ve ruhuma daha yakın olduğundan, herkesin hediyesi reddedilse, seninki bir defaya mahsus olmak üzere reddedilmez. Fakat bu münasebetle o kaidemin sırrını söyleyeceğim. Şöyle ki:

Eski Said minnet almazdı. Minnetin altına girmektense, ölümü tercih ederdi. Çok zahmet ve meşakkat çektiği halde, kaidesini bozmadı. Eski Said’in senin bu bîçare kardeşine irsiyet kalan şu hasleti ise, tezehhüd ve sun’î bir istiğna değil, belki dört-beş ciddî esbaba istinad eder.

Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cerr etmekle ittiham ediyorlar. “İlmi ve dini kendilerine medar-ı maişet yapıyorlar” deyip insafsızcasına onlara hücum ediyorlar. Bunları fiilen tekzib lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba’ etmekle mükellefiz. Kur’an-ı Hakîm’de, hakkı neşredenler: اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ ٭ اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ diyerek, insanlardan istiğna göstermişler. Sure-i Yâsin’de اِتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا وَهُمْ مُهْتَدُونَ cümlesi, mes’elemiz hakkında çok manidardır. (“Sizden bir ücret beklemeyenlere tabi olunuz.” İsa Aleyhisselam’ın Havarilerini korumak için bu sözü söyleyen Habib-ül Neccar kavmi tarafından şehit edilmiştir. Mezarı Hatay’dadır.)

Üçüncüsü: Birinci Söz’de beyan edildiği gibi: Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Hâlbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikî’ye ait şükrü, senayı, zahirî esbaba verir, hata eder. (Öyle ise hediyeyi Allah namına vermek ve hediyeyi Allah namına almak gerektir.)

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisad öyle bir hazine ve bir servettir ki, hiçbir şey ile değişilmez. İnsanlardan ahz-ı mal edip o tükenmez hazine ve defineleri kapatmak istemem. Rezzak-ı Zülcelal’e yüzbinler şükrediyorum ki, küçüklüğümden beri beni minnet ve zillet altına girmeye mecbur etmemiş. Onun keremine istinaden, bakiyye-i ömrümü de o kaide ile geçirmesini rahmetinden niyaz ediyorum.

Beşincisi: Bir-iki senedir çok emareler ve tecrübelerle kat’î kanaatım oldu ki;

  1. Halkların malını, hususan zenginlerin ve memurların hediyelerini almağa me’zun değilim. Bazıları bana dokunuyor.. belki dokunduruluyor, yedirilmiyor. Bazan bana zararlı bir surete çevriliyor. Demek gayrın malını almamağa manen bir emirdir ve almaktan bir nehiydir. (Hz. Peygamber’in ailesine zekât ve sadaka almak yasaklanmıştır. Çünkü zekâtlar insanların mallarının kirleridir. Hz. Peygamber’in ailesine, beytülmaldeki ganimetlerin beşte birinden yetecek kadar harcama yapılır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Bu sadakalar ancak insanların kirleridir, Muhammed’e ve Muhammed’in ailesine helâl değildir.” bk. Müslim, Zekât, 167, 168; Ebû Dâvud, Zekât, 29, İmâre, 20; Nesâî, Zekât, 95, Fey’, 15)
  2. Hem bende bir tevahhuş var; herkesi, her vakit kabul edemiyorum. Halkın hediyesini kabul etmek, onların hatırını sayıp istemediğim vakitte onları kabul etmek lâzım geliyor.. o da hoşuma gitmiyor. (Hatırlarını sayıp çok haklarımdan mahrum kalmamak için istemiyorum.)
  3. Hem tasannu’ ve temelluktan beni kurtaran bir parça kuru ekmek yemek ve yüz yamalı bir libas giymek, bana daha hoş geliyor. Gayrın en a’lâ baklavasını yemek, en murassa’ libasını giymek ve onların hatırını saymağa mecbur olmak, bana nâhoş geliyor.

Altıncısı ve istiğna sebebinin en mühimmi: Mezhebimizce en mu’teber olan İbn-i Hacer diyor ki: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.”

İşte şu zamanın insanları hırs ve tama’ yüzünden küçük bir hediyesini pek pahalı satıyorlar. Benim gibi günahkâr bir bîçareyi, sâlih veya veli tasavvur ederek, sonra bir ekmek veriyorlar.

Eğer hâşâ ben kendimi sâlih bilsem; o alâmet-i gururdur, salahatin ademine delildir.

Eğer kendimi sâlih bilmezsem, o malı kabul etmek caiz değildir.

Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir. (Risale-i Nur şakirdlerine bu noktada benzeyen eskiden bir zât, haremiyle beraber büyük bir makamda bulundukları halde, maişet müzayakası yüzünden haremi demiş zevcine: “İhtiyacımız şediddir.” Birden, altundan bir kerpiç yanlarında hazır oldu. Haremine dedi: “İşte Cennet’teki bizim kasrımızın bir kerpicidir.” Birden o mübarek hanım demiş ki: “Gerçi çok muhtacız ve âhirette de çok böyle kerpiçlerimiz var; fakat fâni bir surette bu zayi’ olmasın, o kasrımızdan bir kerpiç noksan olmasın. Dua et, yerine gitsin; bize lâzım değil.” Birden yerine gitti. Keşf ile gördüler diye rivayet edilmiş. İşte bu iki kahraman ehl-i hakikat, Risale-i Nur şakirdlerinin dünyaya ait ezvak-ı kerametlere koşmadıklarına bir hüsn-ü misaldir. Emirdağ-1 – 87)

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Said Nursî

İkinci Mektub İstiğna düsturuna dair altı sebebdir.

Birincisi: Ehl-i dalalet, ehl-i ilmi; ilmi vasıta-i cerr etmekle ittiham ediyorlar. Bunları fiilen tekzib lâzımdır.

İkincisi: Neşr-i hak için Enbiyaya ittiba’ etmekle mükellefiz. Biz ücretimizi Allah’tan bekleriz. Ve insanlarda kendilerinden ücret istemeyenlere ittiba ederler.

Üçüncüsü: Allah namına vermek, Allah namına almak lâzım iken ya veren gafildir; kendi namına verir, ya alan gafildir; Mün’im-i Hakikî’ye ait şükrü, senayı, zahirî esbaba verir.

Dördüncüsü: Tevekkül, kanaat ve iktisad hazinesini insanlardan ahz-ı mal edip kapatmamak için insanlardan istiğna etmek gerekir.

Beşincisi:

  1. Gayrın malını almamağa manen bir emir ve almaktan bir nehiy olduğu için,
  2. Hatırlarını sayıp çok haklarımızdan mahrum kalmamak için istemiyoruz.
  3. Tasannu’ ve temelluktan kurtulmak ve minnet altında kalmamak için insanlardan istiğna etmek gerekir.

Altıncısı ve istiğna sebebinin en mühimmi: “Salahat niyetiyle sana verilen bir şeyi, sâlih olmazsan kabul etmek haramdır.” Öyle ise eğer hâşâ ben kendimi sâlih bilsem; o alâmet-i gururdur, salahatin ademine delildir. Hem âhirete müteveccih a’male mukabil sadaka ve hediyeyi almak, âhiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

İKİNCİ MEKTUB: 13

Bu zamanda zaruret olmadan, irşad-ı nâsa ve neşr-i dine çalışanların, sadakaları ve hediyeleri kabul etmemeleri lâzım geldiğinin sırrını dört sebeble beyan eder. اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللّٰهِ âyeti ile اِتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْئَلُكُمْ اَجْرًا âyeti gibi insanlardan istiğna hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir eder. Ve ilim ve dini neşre çalışan insanlar, mümkün olduğu kadar istiğna ve kanaatla hareket etmezse; hem ehl-i dalaletin ittihamına hedef olur, hem izzet-i ilmiyeyi muhafaza edemez. Hem salahat ve neşr-i din gibi umûr-u uhreviyeye mukabil hediyeleri almak, âhiret meyvelerini dünyada fâni bir surette yemek demektir.

Külli düstur Ahmed Fuad Abinin maddi yardım teklifine binaen yazılmış Emirdağ Lahikasından çıkarılmıştır.

  • İstiğna düsturu esastır, istememek gerektir.
  • Hariçten birisi olmaz. Has dairesinden biri olmalı
  • Kişinin kendisi taleb edecek
  • Mesele istişareye sunulacak
  • Karşılık olarak istediği verilecek)

(Risale-i Nur’un Zülfikar ve sair mecmuaların intişarı için büyük yardımlarda bulunan ve merhum şehid Hâfız Ali’nin en mükemmel tarzda yazdığı ve Nur fabrikasında tam çalışkan bir arkadaşı ve sadık bir vârisi olan Hâfız Mustafa’nın eline emanet bırakılan bütün Risale-i Nur eczaları onun eline geçmesini temin eden Ahmed Fuad’ı ve emaneti ona teslim eden kardeşimiz Hâfız Mustafa’yı ve Safranbolu memleketini ve oradaki kardeşlerimizi ruh u canımızla tebrik ediyoruz. İnşâallah Zülfikar’a verdiği herbir banknota mukabil bin kâr görecek, binler hayırlara medar olacak. Emirdağ Lahikası-1 196 – 197 

O Zülfikar’ın zuhura gelmesi için çalışanların şahs-ı manevîsinin, belki herbirisinin kıyametteki defter-i hasenatına yediyüz sahifesiyle bir tek sahife-i hasenat olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Emirdağ Lahikası 1 sayfa 208

Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, bu zamanda Risale-i Nur’da, nokta-i istinad olarak avam-ı mü’minînin en ziyade muhtaç oldukları ve Nur’da buldukları öyle bir hakikattır ki; hiçbir şeye âlet olmayacak ve hiçbir garaz ve maksad içine girmeyecek ve hiçbir şübhe ve vesveseye meydan vermeyecek ve hiçbir düşman ona bahane bulup çürütmeyecek ve yalnız hak ve hakikat için ona çalışanlar bulunacak; dünya maksadları ona karışmayacak; tâ ki, uzakta olan ehl-i iman, o hakikata ve sadık naşirlerine tam itimad edip imanlarını, zındıkların ve dinsizlerin, din aleyhindeki dehşetli feylesofların itirazlarından ve inkârlarından kurtarsınlar.

Evet o ehl-i iman, lisan-ı hal ile diyecek ki: Madem bu hakikatı, bu kadar şiddetli düşmanları çürütemediler ve itiraz edemiyorlar ve şakirdleri, haktan başka onun hizmetinde hiçbir maksad taşımıyorlar; elbette o hakikat, ayn-ı hak ve mahz-ı hakikattır diye bin bürhan kadar bir delil hükmünde imanını kuvvetlendirir ve kurtarır; ve “İslâmiyet’te bir hakikatsızlık mı var?” diye daha evhama düşmeyecekler. Emirdağ Lahikası-1 214 – 215)

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir