İfadet-ül Meram
Risale-i Nur, âhirzamandan tâ kıyamete kadar nev’-i beşerin bütün tabakalarına, milletlerine ve ferdlerine hitaben Cenab-ı Hakk’ın Hakîm ve Rahim ismlerinin tecelliyatına mazhariyetle irad edilen şümullü bir nutuk ve umumî bir hitabe olduğu gibi; bilinmesi, bir ferdin veya küçük bir cemaatin iktidarından hariç olan ve bilhâssa bu zamanda, dünya maddiyatına ait pek çok fenleri ve ilimleri câmi’dir.
Bu itibarla zamanca, mekânca, ihtisasça daire-i ihatası pek dar olan bir ferdin fehminden ve karihasından çıkan bir anlayış, bihakkın Risale-i Nur’u kayıtlamadan veya renklendirmeden herkesin istifadesine sunamaz. Çünki Risale-i Nur’un hitabına muhatab olan milletlerin, insanların ahval-i ruhiyelerine ve maddiyatlarına, câmi’ bulunduğu ince fenlere, ilimlere bir ferd vâkıf ve sahib-i ihtisas olamaz ki, herbir insanın anlayışını esas alarak ona göre bir izahta bulunsun ve hakikatı olduğu gibi gösterebilsin. Hem bir ferdin mesleği ve meşrebi taassubdan hâlî olamaz ki, hakaiki doğrudan doğruya görsün, bîtarafane beyan etsin. Hem bir ferdin fehminden çıkan bir anlayış, kendisine has olup, başkası o anlayışın kabulüne davet edilemez. Meğer ki bir nevi icmaın tasdikine mazhar ola.
Binaenaleyh Risale-i Nur’un ince manalarının ve risalelerde belli bir münasebet zinciriyle bağlı bir surette bulunan hakikatlarının ve saff-ı evvel Abilerin anladığı manaların tevarüs etmesinden gelen tecrübelerin, bir araya gelmesiyle, herbiri birkaç fende mütehassıs olmak üzere muhakkikîn-i ülemadan yüksek bir hey’etin tedkikatıyla, tahkikatıyla Risale-i Nur’un mütalaa yapılması lâzımdır. Nitekim kanunî hükümlerin tanzim ve ıttıradı, bir ferdin fikrinden değil, yüksek bir hey’etin nazar-ı dikkat ve tedkikatından geçmesi lâzımdır ki, umumî bir emniyeti ve cumhur-u nâsın itimadını kazanmak üzere millete karşı bir kefalet-i zımniye husule gelsin ve icma-ı millet hücceti elde edebilsin.
Evet Risale-i Nur’un ifade ettiği Kur’anî hakikatları izah eden, yüksek bir deha sahibi ve nafiz bir içtihada mâlik ve bir velayet-i kâmileyi haiz bir zât olmalıdır. Bilhâssa bu zamanlarda, bu şartlar ancak yüksek ve azîm bir heyetin tesanüdüyle ve o heyetin telahuk-u efkârından ve ruhlarının tenasübüyle birbirine yardım etmesinden ve hürriyet-i fikirlerinden ve taassublarından âzade olarak tam ihlaslarından doğan dâhî bir şahs-ı manevîde bulunur. İşte Risale-i Nur’un ifade ettiği Kur’anî hakikatları ancak böyle bir şahs-ı manevî asrın anlayışına takdim edebilir.
Siz Abilerimizin Risale-i Nur’dan istifadelerini bu maksadla bir araya getirerek en başta benim yanlış anlayışlarımı tashih ve anladığım mikdarı tekmil için bu siteyi Allah’ın tevfikiyle kurmuş bulunmaktayım. Sizlerin yapacağı yorumlarla hem ben hemde siteyi ziyaret edenler istifade edeceklerdir. Allah sizlerden razı olsun.