Sual: “Fakat vazife ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâgatlı bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalaacısı ve şu tesbih eden mahlukatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuatın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin. Sözler – 328”
Burada geçen “Hikmetli mevcudatın belagatlı bir lisan-ı natıkı” olmak ne demektir veya neler söylenebilir?
Değerli Kardeşim, kısaca belki şunlar söylenebilir. Nâtık kelimesi nutk kelimesinden müştaktır yani türetilmiştir. Söyleyen, gösteren veya bildiren gibi manalara da delalet eder. İlaveten insan kelimesine, hem felsefe hem de hususan mantık ilminde hayvan-ı natık ıstılahı verilmektedir. Tabiri diğerle insanın tam tarifi olan kavl-i şarihi hayvan-ı nâtıktır. Bu onu diğer canlılardan ayıran en temel faslıdır.
Belagatın tarifini Abdülkahir-i Cürcani, Sekkakî ve Cahız gibi belagatın farklı dâhi imamları şu şekilde tarif etmişler: “Belagat, sözün veya kelamın muktezayı hâle mutabakatıdır”. Belagat iki türlü de olabilir. Hem hal, tavır ve hareketlerle hem de asıl bizim mevzumuz olan kelam yani söz söyleme mevzusunda bahsedilebilir. Belagat aynı zamanda üç ana ilimden oluşmaktadır. Bunlar ilm-i maani, ilm-i beyan ve ilm-i bedîdir. Bunların detaylarını ilgili eserlerden bakarak bulabilirsiniz.
Burdaki asıl mevzu söylenilecek olan sözün vaziyete uygunluğu yoksa sadece kelamın fasîh, selîs, bedî olması ya da üslübunun âli, müzeyyen veya mücerred olması ya da sözün itnablı, mutavassıt, îcazlı olması veyahut mecazlı, istiareli veya kinayeli olması değildir. Tüm burada sayılan ve belagat kitaplarında ise tüm detayları ve incelikleri ile anlatılan vasıfları veya özellikleri makam, muhatab ve mevzuya en mutabık şekilde kullanmaktır. Yeri geldiğinde coşmak ve heyecana getirmek yeri geldiğinde hüzün ve mahsun vaziyeti tavrı takındırabilmek yeri geldiğinde cihanı titretecek şekilde akıcı, açık ve net ifadelerle meramı ifade edebilmektir.
Kur’an-ı Mucizü’l Beyan’ın en büyük mucizesi de beyanındaki belagat-ı i’cazı yani ifade sanatı içerisinde göstermiş olduğu bütün beşeriyeti âciz bırakan mucizevî yönüdür ki 1400 küsur senedir ins ve cinne meydan okuyor ve bu Kur’an’ın bir benzerini yapınız diye âyat tehdit ediyor!
Gelgelelim üstte ifade edilen insanın vazifelerine; vazife ve mertebe olarak yani âla-i illiyinde olan başta Peygamberler sonra derecesine göre Sıddıkînler, Asfiyalar, Evliyalar tabiri diğerle havasstan âvama kadar bazı yükümlülüklere ve vazifelere farklı rütbelerde memuruz. Bunlar; dikkatli bir seyirci olmak, belagatli konuşan bir dil olmak, anlayışlı bir mütalaacı olmak, hayretli bir nâzır olmak, hürmetli bir ustabaşı olmaktır.
Belagatli bir lisan-ı nâtık olmak şu şekilde ifade edilebilir. Hak ve hakikatleri öğrendikten sonra hem enfüste yani dahili âlemimizde hem de âfakta yani haricte etrafımızda, kâinatta müşahede ettiğimiz her şeyde yaratıcımızın sanat eserlerini, harikuladeliklerini bir nevi mu’cize ve âyet hükmünde olan acîb makînelerini fevkalade güzelliklerini manay-ı harfiyle göstermek yani O’nun namıyla baktırmak, O’na isnad ettirmek, O’nu hatırlatmak, O’nu sevdirmektir.
Kâinatın hayır üzerine, hâdiselerin ya bizzat ya neticeleri ya da hakikaten güzel olduğunu göstermektir. Zahiri görünen şerlerin altında binlerce güzelliklerin yattığını ifade etmektir. Bunları ifade ederken de aynen belagat ilmindeki kural ve kaideleri riayet gibi muhataba, makama ve mevzuya mutabık şekilde hareket etmektir denilebilir. Bütün bunları yaparken de rehber-i ekmelimiz, seyyid-i münevverimiz, iki cihanın serdarı Resul’ü Kibriya efendimize azami şekilde ittiba etmektir. En ekmel şekilde kâinatın belagatli bir lisan-ı nâtıkı ve kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latif secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev’-i beşerin andelib-i zîşanı ve benî-Âdemin bülbül-ü zül-Kur’anı: yalnız Muhammed-i Arabî’dir.
عَلَيْهِ وَ عَلَى آلِهِ وَ اَمْثَالِهِ اَفْضَلُ الصَّلاَةِ وَ اَجْمَلُ التَّسْلِيمَاتِ
Vesselam.
Sen ki alemin zübdesi hem de kâinatın neticesi,
Kim ki denizin incisi hem de yeryüzünün halifesi?
Hem de nâzenin mütaalacısı hem de en üstün seyircisi!
Belki de hem nâzır ve hem de hürmetli bir ustabaşısı.
Ey insan! Neden âlem seninle kâim hem de dâim?
Ey cihan! Neden âdem seninle mukîm hem de hakîm,
Neden çıkmazsın hem belay-ı yatık ve hem de batık?
Yeter kalk artık! Çünkü sensin belagatli bir lisan-ı nâtık!
Kardeşiniz Sedad