Sual: Herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarışık perişaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.
Nasılki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni’ine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam..
Demek tesadüf yok, hâdisat başıboş gelmiyor, intizamsız değillerdir.
En cüz’î işlerimiz de tesadüf değil, kasdî tevafuktur.
Yukarıdaki bahisler ile beraber düşünüldüğü takdirde şöyle denilebilir mi:
Her gün ne yaşayacaksak, kiminle karşılaşacak ve onlarla ne yaşayacaksak menfî veya müsbet intizamla Rabbimiz imtihan olarak mı gönderiyor veyahut buluşturuyor?
Elcevap: Elbette bizler dar-ı imtihan olan şu dünyada nişanlarımızı takmak, derecelerimizi tesbit etmek, hilkat ağacının münevver meyvesini netice vermek için daima tagayyür ve tebeddül amel-i kimyeviyyesine mazhar olmamız hikmetin gereğidir. Demirin seyfe incirarı devamlı harlanması ve kaderin çekicine maruz kalması ile ancak mümkün olabilir. Nakl-i vesait olmak için bir aracın tekamülü boyunca geçtiği ve geçireceği merhaleler buna diğer bir misal olabilir.
Furkan’ı Hakimin en parlak misallerinden olan rahm-ı maderden ta en mütebaki vaziyetine kadar olan hilkat-ı insaniyenin tedrici tekâmül vaziyetine bakarsak her vakit istihale ve tekemmüle maruz kaldığını aşikâre görebiliriz.
Bu tekâmül ise âlem-i gayb hükmünde olan sadece rahm-ı madere mi mahsustur. Elbetteki hayır! İnsanın kıyamet-i suğrasına kadar bu vaziyet sürecek. Derece ve rütbeleri sadmelerle ya yükseltilecek ya da tedenni ile cehenneme ehil hale getirilecektir. Bu vaziyetler ise imtihanın ve teklifin sırrı diye tesmiye edilecektir. Bunun en veciz şekildeki ifadesi ise Remizli Nükte’nin sırrındaki latîf ifadatta saklıdır. Bakalım ne demiş:
İşte şu sırr-ı imtihan ve sırr-ı teklif iledir ki ervah-ı âliyenin elmas gibi cevherleri, ervah-ı safilenin kömür gibi maddelerinden tasaffi eder, ayrılır.
İşte bu mezkûr sırlar gibi daha bilmediğimiz çok ince, âlî hikmetler için âlemi bu surette irade ettiğinden şu âlemin tagayyür ve tahavvülünü dahi o hikmetler için irade etti. Tahavvül ve tagayyür için zıtları birbirine hikmetle karıştırdı ve karşı karşıya getirdi. Zararları menfaatlere mezcederek, şerleri hayırlara idhal ederek, çirkinlikleri güzelliklerle cem’ederek, hamur gibi yoğurarak şu kâinatı tebeddül ve tagayyür kanununa ve tahavvül ve tekâmül düsturuna tabi kıldı.
Vaktâ ki meclis-i imtihan kapandı. Tecrübe vakti bitti. Esma-i hüsna hükmünü icra etti. Kalem-i kader, mektubatını tamamıyla yazdı. Kudret, nukuş-u sanatını tekmil etti. Mevcudat, vezaifini îfa etti. Mahlukat, hizmetlerini bitirdi. Her şey, manasını ifade etti…
Ne vakit tecrübe bitti o zaman artık kitap yazıldı, demir döğüldü seyf-i metin hale geldi, üzerindeki gubar dahi silkelendi cilalandı işte o zaman muhasebe-i amal için müfettiş-i İlahiyeye takdim için arz edilecektir. Fakat bâlâ da zikrolunduğu üzere telif esnasında daima tecelli, tebeddül, tahavvül, tahrikler devam edecek yazılacak olan eserin imlaları ve mürekkebi olacaktır. Kalem-i insaniye, âlemin hâdisat mürekkebini kalp, ruh, sır, akıl ve letaif kalemleriyle farklı farklı mülevvinat ile tersim ve telif edecek. Daima işleyen bir kalem daima San’atkârının esmasının tecelliyatının maanisini nakşeden bir nakkaş işte o zaman olacaktır.
Sanma ki bitti bu tebeddülat gelince şu âleme,
Rabbim halk etti nice tagayyürat vurunca elaleme,
Laleler bitti yeşerdi gayriyyat mürekkeb oldu o kaleme!
Unutma gitti âdem ya kahriyyât ya da mazhar-ı rü’yet-i mükâleme.
Kardeşiniz Sedad