Giriş: Sualin Kalbi
Gazze gibi yakıcı bir insanî imtihan, Nur Talebeleri için “öncelik–usûl–tesir” dengesini yeniden yoklamayı zarurî kılıyor. Risale-i Nur’un omurgası hükmünde olan ana esasatı burada berrak bir istikamet gösterir:
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir…” ve “Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içindeyiz.”
(Emirdağ Lâhikası / Kastamonu Lâhikası)
Bu iki ölçü, dilde sükûneti, yöntemde meşruiyeti, amelde emniyet ve tesiri merkeze alır. Aynı zamanda belâgatin kalbindeki muktezâ-yı hâl ilkesine tam mutabıktır: devir, zemîn, makam ve muhatap neyi gerektiriyorsa söz ve tavır oraya yönelir. Dönemin en büyük yarası iman zafiyeti ve asayiş kırılganlığı ise, hitabın merkezi de buna göre tayin edilir; geniş dairenin gürültüsüne kapılmak yerine, yakın dairenin ıslahına yoğunlaşılır.
I. Dünyaya Bakışın Mihveri: “Din İçin Dünya” ve Hâle Uygunluk
Risale-i Nur dünyayı gayenin kendisi değil, gayeye vasıta olarak konumlar:
“Dünya bir misafirhanedir.”
(Sözler)
Kıymetini dine ve âhirete vesile oluşundan alır:
“Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz.”
(Hutbe-i Şâmiye)
Bu düstur, dünyevî meşguliyetlerin değerini niyete, usûle ve neticeye bağlar. Gazze’ye bakan çizgi de bu pencereden açıktır: fiilî yardım, adalet ve şefkatin dünyada tecessüm eden yüzüdür; iman hizmetinin zıddı değil, onunla tevafuk eden bir tamamlayıcıdır. Üstadın çerçevesi gayeyi sabit, vasıtayı hâle uygun tutar:
“Amelinizde rızâ-yı İlâhî olmalı.”
(İhlâs Risalesi)
Yani niyette rızâ, dilde sükûnet ve hakkaniyet, yöntemde şiddetsizlik ve meşruiyet, icrada ise şeffaflık ve süreklilik.
II. Siyaset Meselesi: Red ve Kabulün İnce Çizgisi—Cezâlet ve Selâset
Üstad siyasete dair çizgiyi iki kısa cümleyle tayin eder:
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir…” ve “…âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti…”
(Emirdağ / Kastamonu Lâhikası)
Esas olan, öfke yerine sükûneti, dayatma yerine iknayı, gösteriş yerine ihlâsı koymaktır. “Biz hizmetle mükellefiz; neticeler Cenâb-ı Hakk’a aittir.”
(Emirdağ Lâhikası)
ikazı, netice baskısını değil vazife şuurunu büyütür. Yöntem tarafında da ölçü nettir:
“Dahildeki hareket, mânevî tahribata karşı mânevî hizmettir.”
(Kastamonu Lâhikası)
Gazze bağlamında bunun manası açıktır: kavgacı partizanlık, hizmetin nurunu gölgeler; insanî–ahlâkî vazife ise onu görünür kılar. Bu çizgi belâgatin cezâlet ve selâsetini korur; kalbi ısıtan bir şefkat ve adalet dili doğurur.
III. Üstad’ın Mektupları: İlkesel Mesafe, İlkesel Temas—Muhatap Ayarı
Bediüzzaman’ın devlet ricaline, resmî makamlara ve dinî/ruhanî mercilere yazdığı mektuplar, partizanlığa sapmadan ilke ve hukuk üzerinden muhataba ulaşmanın mümkün olduğunu gösterir. Emirdağ Lâhikası’ndaki “Heyet-i Vekile ve Milletvekilleri Riyasetine” maruzatta “Otuz senedir siyasetten çekildiğim halde…” ifadesiyle siyaset-üstü konum beyan edilir; akabinde takibatın adalet ve asayişle bağdaşmadığı sükûnetle anlatılır. Emniyet ve Dâhiliye yazışmalarında Nur Talebelerinin asayişe sadakati ısrarla vurgulanır; “resmî değil, hakikî ve ciddî görüşme” talebiyle meşrû kanallar gösterilir. Reisicumhur Celâl Bayar’a ve Başvekil Adnan Menderes’e mektuplarda din–vicdan hürriyeti, adalet ve asayiş lehine dualı ama net bir üslup kullanılır; faydalı işte takdir, zararlı olanda ikaz esası gözetilir. Maarif Vekili Tevfik İleri’ye sunulan Medresetü’z-Zehra teklifi yıkıcı değil yapıcı bir vizyonu; Diyanet’le mektuplaşmalar kurumsal meşruiyet ve şeffaf prosedür hassasiyetini; Vatikan’a ulaşan eser ise ruhanî nezaket ve evrensel diyalog imkânını gösterir. Bütün bu muhatap ayarı, “siyasete girmek” değil; siyaseti gaye kılmadan muktezâ-yı hâle uygun bir dil ve yöntemle müsbet hareket etmenin tatbikatıdır.
IV. Gazze’ye Tatbik: İlke ile Eylemin Bütünlüğü
Gazze bağlamında belâgat yalnızca sözle değil, tavrın ve hâlin belâgatiyle de gerçekleşir. Niyet rızâ-yı İlâhîde sabit kaldığında, dilde sükûnet ve hakkaniyet benimsendiğinde, yöntem şiddetsiz ve hukukî seyrettiğinde, icraat şeffaf ve devamlı bir çizgiye oturduğunda, hâli vakti yerinde olanların yapacağı fiilî yardımlar da iman hizmetinin tamamlayıcısı hâline gelir. “Müsbet hareket; şefkatle, sabırla ve asayişe riayetle olur.” prensibi, hak ve hukuk zemininde barışçıl savunuculuğu dışlamak değil, onu doğru dil, doğru kanal ve doğru usûl içinde tutmaktır. Böyle yürüyen bir çizgi, diğer cemaat ve cemiyetler nezdinde ihtiramı artırır, uhuvveti besler ve Risale-i Nur hizmetinin nuruna gölge düşürmez.
V. Dikkatin İktisadı ve “Radyoyu Dinlememe”: İcâzın Gücü
Belâgatin bir vechesi de istitradı terk edip icâzla yetinmektir.
“Ömür sermayesi az, lüzumlu işler pek çoktur”
(Meyve Risalesi, 4. Mesele)
düsturu, dikkatin iktisadını emreder. Bu pencereden “radyoyu büsbütün dinlememe” tercihi, dönemin dalgalı propaganda gündemine kapılmadan mesajın safiyetini koruyan ve tesirini artıran bir ihtiyat ve belâgat stratejisi olarak anlaşılmalıdır. Üstad’ın
“Siyasetin fena neticelerinden ürktüm…” ve “Euzubillah mine’ş-şeytân ve’s-siyâse diyerek siyasetten çekildim.”
(Mektubat / Lâhikalar)
beyanı, hâlin çağrısına uygun bir suskunluğun ve mesafenin nasıl hikmet taşıyabileceğini gösterir. Bu tavır, Emirdağ Lâhikası’ndaki mektuplarla da çelişmez; bilakis onları tamamlar: geniş dairenin gürültüsünden uzak durulurken, Heyet-i Vekile’ye maruzat, Reisicumhur ve Başvekil’e hitaplar, Diyanet’le yazışmalar gibi seçici, meşrû ve hedefe dönük kanallar işletilir. Yani burada icâz ile müsbet hareket aynı çizgide buluşur: polemiğe değil faydaya, partizanlığa değil adalet ve asayişe hizmet eden sükûnetli temaslara kulak verilir.
VI. Vazife Taksimi: İstidat, İmkân, İmtihan—Mecra ve Muhatap Dengesi
Hizmetin fıtratı çeşitliliği ihtiva eder. Her Nur Talebesinden aynı tarz ve ölçüde davranış ve hareket beklenmez; istidatlar ve imkânlar mütefavittir.
“Bu zaman, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil; cemaat zamanıdır.”
(Kastamonu Lâhikası)
düsturu iki dengeyi aynı anda ister: ana esaslar ve düsturlar sarsılmasın, fakat dine hizmet eden ve hayat-ı içtimaiyeye ve siyasiyeye bakan hizmetler ve vazifeler de atıl kalmasın. Tahkikî iman dersleri ve tebliğ, merkezin en merkezinde dururken, hayat-ı içtimaiye içinde bulunanlar konum ve imkânları nispetinde fiili ve vazifesi itibariyle geri durmamalıdır. Lâhikalardaki
“İhlâs, az ameli çokhükmüne geçirir”
(İhlâs Risalesi)
ölçüsü, “az ama daimî” amellerin değerininin önemini hatırlatır. Bir başka ölçü de böyledir:
“Kardeşler arasında uhuvveti zedeleyen tarafgirlikten kaçınınız.”
(Meyve Risalesi, 4. Mesele / Uhuvvet bahisleri)
Böylece kimisi hâssa hitabıyla –ders ve tebliğle– kalpleri tahkim eder; kimisi âmme hitabıyla –sahih bilgi ve hukuk temelli savunuculukla– zemini güçlendirir; kimisi de hayat-ı içtimaiyeye bakan vazifelerde –resmî izin, koordinasyon, tedarik–sevkiyat ve nakdî ve aynî gibi işlerde– somut katkı verir. Hepsinin ortak paydası müsbet hareket, hepsinin yönü rızâ-yı İlâhîdir.
VII. Uygulamanın Hâli: İlkeyi Hayata Dönüştürmek
Belâgatin üç direği birlikte ayakta tutulmalıdır. Makam–muhatap dengesi gözetilir; yani muktezâ-yı hâle uygun söz ve tavır seçilir. Maksada hizmet esası unutulmaz; gaye değişmez, vasıtalar hâle göre hikmetle ayarlanır. Lafız ve vasıta, cezâlet ve selâseti koruyacak biçimde seçilir; öfke değil sükûnet, gösteriş değil ihlâs, dayatma değil ikna tercih edilir. Bu zihnî omurga sahada gereksiz tekrarı ve dağınıklığı azaltır;
“Biz hizmetle mükellefiz; neticeler Cenâb-ı Hakk’a aittir”
(Emirdağ Lâhikası)
şuurunu diri tutar,
“Amelinizde rızâ-yı İlâhî olmalı”
(İhlâs Risalesi)
ölçüsünü her adımda taze kılar.
Sonuç: Belâgatin Üç Şartı—Makam, Maksat, Muhatap
Elhâsıl: Risale-i Nur’un çizgisi, Gazze gibi acil insanî meselelerde geri çekilmeyi değil, doğru yerden ve doğru usûlle yer almayı emreder.
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir” ve “Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içindeyiz”
(Emirdağ / Kastamonu Lâhikası)
prensipleri,
“Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz”
(Hutbe-i Şâmiye)
ufkuyla birleştiğinde, iman hizmetinin omurgası sarsılmadan mazlumun meşru beklentisi karşılanır. Üstad’ın Heyet-i Vekile’den Reisicumhur’a, Başvekil’den Diyanet’e, Emniyet’ten Vatikan’a uzanan mektupları, partizanlığa düşmeden ilke ve hukuk üzerinden muhataba ulaşmanın mümkün olduğunu gösterir; bu örnek vaziyet bugün de muktezâ-yı hâli gözeten bir dil ve usûl çağrısı olarak konuşur. Herkes, bulunduğu yerden ve sahip olduğu imkânla; fakat ihlâs, itidal, asayiş ve belâgat çizgisinde aynı istikamete yürür. Böylece sözün nuru amel ile buluşur; şefkat ve adalet sahada tecessüm eder; ve nihayet, Lâhikalardan süzülen şu iki cümle bütün bu yolun hem özü hem nişanı olur:
“Amelinizde rızâ-yı İlâhî olmalı.” Ve “Biz hizmetle mükellefiz; neticeler Cenâb-ı Hakk’a aittir.”
20 Rebîu’l-Âhir 1447
Sedat