Sual: Ecnebi memleketlerinde doğanlar acaba İslam beldelerinde doğsaydı bir derece hidayete erme ihtimali olur muydu? Veyahut bunun tam aksi olsaydı nasıl olurdu? Bu ve buna benzer sualler karşısında nasıl cevap verilebilir, buna karşı ne söylenebilir? Buradan İlahî Kadere bir itiraz çıkmaz mı?
Elcevap: Aslında buradaki mes’ele, kader mevzusuna direkt taalluk etmekle birlikte yapılan bu umumî tasarrufların kimin idaresinde olması mes’elesidir.
Tabir-i diğerle kimin nerede doğacağı, hangi milletin efradı olacağı gibi mesail veya sualler ziyadeleştirilebilir. Burada asıl olan nokta bu tasarrufu kimin yapacağı konusudur.
Bu tasarruf ya sonsuz, küllî bir ilim, irade, hikmet ve kudret sahibi olan bir zat ya da cüz’î bir ihtiyar sahibi olan birisi tarafından yapılıyor olmasıdır. Fakat kâinattaki hadsiz kudret mu’cizeleri aslında bunun cüz’î sıfatlar ve şuunat sahibinden ziyade bil’asale Halîk-ı Küllî Şey tarafından yapıldığını bizlere göstermektedir. Nazarını her ne tarafa çevirirsen hiçbir yerde bir intizamsızlık bir düzensizlik göremezsin. Ki buna nazar-ı dikkati çekmek adına ayat-ı Kerimeler ısrarla bundan bahsetmekte gaflet uykusundan bizleri uyandırmaya çalışmaktadır.
Hususan bütün ilimler ve fenler kâinattaki mükemmel intizam, nizam, hikmet ve mizanın formülüze edilmiş halleridir. Beşer olarak bizler halen birçok hikmeti bile çözememiş ve hayranlık ve teenni ile umumî araştırmalara devam etmekteyiz. Demek ki bu kâinatın Sani-î Hakîm’i hikmetsiz iş yapmıyor! Her şeyde bir hikmet ve maslahat semereleri takmakta kudretinin mu’cizelerini bu bedî’ san’atlar üzerinde parlak bir surette insan olan insana göstermektedir.
Dolayısıyla bu kabulden sonra hikmet-i hakikiyesi cihetine bakmak lâzımdır. Bir sivrisineğin tacizinden müteezzî olan beşer, cüz’î fikriyesini kâinata mühendis addederek var olan kaderî levhalara itiraz edip neden böyle değil şöyle olması gerekirdi nev’inden kendini mutasarrıf-ı hakikî görmesi âdeta sofestaileri bile güldürür. Çünkü onlar bile hakikî hikmeti görmüşler fakat kabul etmek istemedikleri için çarnâçar varlığı inkâr etmişler.
Aşağıda verilen iki bahis konuyu gayet güzel ifade ediyor.
Evet nihayet derecede hüsün ve cemalleri bulunan esma-i hüsnanın güzel cilveleriyle, kâinatın her bir nev’i, hattâ her bir ferdi, kabiliyetine göre öyle bir hüsne mazhar olmuşlar ki Hüccetü’l-İslâm İmam-ı Gazalî demiş:
لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ
Yani “Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî’ daha güzel yoktur.”
Kâinatın her bir nevi biz insanları da kapsar, ferdi de sen, ben ve o olabilir. Ecnebi, Acem, Siyahi ve Müslüman olsun fark etmez. Kader planına baktığımız zaman bu minvalden bakmamız gerekir. Bundan daha ahseni olmaz dememiz gerekir.
Bir âzamızın nerede yerli yerinde olması, bir bitkinin hangi toprakta verimli olması gerekiyorsa kader-i İlahi, hangi insanın hangi toprakta hangi millette olması gerektiğini gayet ekmel surette takdir edecektir. Midemizin, kalbimizin yerli yerinde olmasını görüyor ve en uygun yer olduğuna aklediyorsak, hangi nebatın en güzel mekanda yetiştiğini hayretkârane tefekkür ediyorsak, insanların mahiyetlerine ve ayan-ı sabitelerine göre en uygun yerde yerleştiklerine de rıza göstermeliyiz.
Kader planı yeryüzünde görünen hadsiz delail ile her hak sahibine hakkını gayet mükemmel şekilde veriyorsa insan gibi halife-i arz makamında olan hayattar ve şuurlu bir varlığa adaletsizlik etmez, hikmetsiz bir nizam verip haksız yere zulmetmez. Onu en güzel neşvünema vereceği toprağa ekecek, analarının ve asıllarının kabailinde sulayacak, hâdisat ile kuvvetlendirecek, irsal-i rusül ile hidayete ehil hale getirecektir.
Her muhibb-i dine ve âşık-ı hakikata lâzımdır: Her şeyin kıymetine kanaat etmek ve mücazefe ve tecavüz etmemektir. Zira mücazefe kudrete iftiradır ve “Daire-i imkânda daha ahsen yoktur” olan sözü, İmam-ı Gazalî’ye dediren hilkatteki kemal ve hüsne adem-i kanaattır ve istihfaf demektir.
Bu minvalden bakıldığı takdirde aslında var olagelen düzen gayet mutabık ve muvafakat-ı bil-hayr üzeredir. Fakat hikmet nokta-i nazarından elbette birçok maslahat, izahat ve menfaat, mazarrat yazılabilir. Bütün yazılacak olanlar bu davaya şahîd-i sadık hükmündedir diyebiliriz. Fakat biz o kısma girişmeyeceğiz. Zekâveti yüksek olan sizler zaten o hikmetleri vicdanen fark edecek ve kalben iz’an edeceksiniz.
Kardeşiniz Sedad