Beşinci Söz

Beşinci Söz

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

اِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُونَ

(Nahl Suresi Âyet 128 – Şüphesiz Allah, takva sahipleri ile ve iyilikte bulunanlarla beraberdir. Üstadımız âyeti “insanın hakiki vazifesi namaz kılmak ve kebairi işlememek” olarak tefsir etmiştir. Takva için bu asırda en büyük bir üssül esas olan kebairi terk etmeyi ve ihsan içinde en büyük bir ihsan olan namaz kılabilmeyi nazara veriyor.)

(Dördüncü Sözün Beşinci Sözle olan münasebeti: Dördüncü Sözde namaz vazifesinin ne kadar kıymetdar ve mühim olduğunu, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanıldığını, hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğu anlatılıyor. Beşinci Sözde ise Namaz kılmak ve büyük günahları işlememenin ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-ı beşeriye olduğu anlatılıyor.)

(Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-ı beşeriye olduğunu anlatan temsilî hikâyeciktir. Hikâyede seferberlikte aynı taburda bulunan biri acemi, nefisperver diğeri muallem, vazifeperver iki neferin vaziyetleri anlatılıyor. Askerin hakiki vazifesinin talim ve cihad olduğunu, bu vazifeninde asker için ne kadar fıtrî, münasib olduğunu hem devletin vazifesine karışmamak gerektiğini, devletin vazifesinin bizi beslemek ve teshilat ile yardım etmek olduğu anlatılıyor.

Hakikatında ise imtihan için dünya meydanına gönderilen müttaki bir müslümanın cem’iyet-i beşeriyede, İslâm cemaati içindeki vazifesinin (başta namaz olarak) feraiz-i diniyesini bilmek ve işlemek ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede etmek ve hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmak, ona tevekkül edip emniyet etmek olduğu anlatılıyor. Rezzak-ı Hakikî’nin vazife ise; bize hayatı verip beslemek olduğu anlatılıyor.

Hem insanın ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesinin gösterdiği anlatılıyor. Zira insan hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişemez fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru’ ve ibadet cihetinde ise hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.)

(Yedinci Ders

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ مَا اُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَ مَا اُرِيدُ اَنْ يُطْعِمُونِ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

(Beşinci Söz’ün başındaki âyet Allah’ı görür gibi ibadet eden muhsinlerden ve takva ehlinden bahsetmektedir. Yedinci dersteki üç âyet ise muhsinlerden ve takva ehlinden olabilmek için her insanın yapması gereken vazifelerden bahsetmektedir.

Zariyat Suresinin bu üç âyetini Üstadımız Yirmisekizinci Lem’anın İkinci Nüktesinde üç vecihte tefsir etmiştir.

Birincisi: Cenâb-ı Hak, Resulüne ait olabilecek bazı halleri, Resulünü tekrim ve teşrif noktasında bazan kendine isnad eder. Resule isnad edilen mana “Resulüm size vazife-i risalet ve tebliğ-i ubudiyet hizmetine mukabil sizden bir ecr ve ücret ve mükâfat, bir it’am istemez.”

İkinci Vecih: İlm-i Belâgat’ta bir kaide-i mukarreredir ki: Bir kelâmın manası malûm ve bedihî ise, o mana murad değil, onun bir lâzımı, bir tâbii muraddır. Âyetten murad mana “Rezzak benim. Sizin müteallikatınız olan ibadımın rızkını ben veriyorum. Siz bunu bahane edip ubudiyeti terketmeyiniz.”

Üçüncü Vecih: Âyetin zahir manası malûm ve bedihî olduğundan, o mananın bir lâzımı muraddır. Yani: “rızk ve it’am kabiliyeti olan eşya, ilah ve mabud olamazlar” manasındadır.)

Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-ı beşeriye olduğunu görmek istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle: (Hariçte bir kişiye, din noktasında insanın vazifesi sadece “namaz kılmak ve kebairi terk etmek” diye ifade etsek; bu kadar basit mi derler. Hâlbuki insanın hakiki vazifesi bunlardır. Bu aynı zamanda insan için fıtridir. Zira insanın acz ve fakrını namaz ile göstermesi ve insanı hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşüren kebairi terk etrmesi fıtrîdir. Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek iken Üstadımız, bu asrın dehşetinden dolayı hususan yedi kebairi nazara veriyor. Âyete manayı muhalifi ile bakılsa; takvalı ve muhsin olmayanlar Allah ile beraber değildir diye anlaşılıyor. Öyleyse bunlar asi, şaki ve hain olmuş oluyorlar.)

(Talim ve cihad etmek, ne derece hakikî bir vazife-i askeriye ve ne kadar askerliğe muvafık, münasib bir netice-i kayd-ı askeriye olduğunu görmek istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:)

Seferberlikte (Bu asrın seferberlik asrı olması ile herkesin vazifesi olduğu ve vazifenin önemli olduğu nazara veriliyor.) bir taburda (Tabur denmesiyle insanlık âleminde iman ve küfür ordusunun bu asırdaki taburlarına dikkat çekiliyor. Bu sözde âlem-i İslâm taburundaki, muallem ve acemî ehl-i imana hitab ediliyor.) bulunan biri muallem, vazifeperver; diğeri acemî, nefisperver iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer, talime ve cihada dikkat eder, erzak ve tayinatını hiç düşünmezdi. Çünki anlamış ki; onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hattâ indelhace lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi, talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa: Ne yapıyorsun?

-Devletin angaryasını çekiyorum, der. (Angarya: asıl vazife değil. İnsanı ataletten kurtarmak için verilen tali bir vazifedir..)

Demiyor: Nafakam için çalışıyorum.

Diğer şikemperver ve acemî nefer ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. “O, devlet işidir. Bana ne?” derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terkeder, çarşıya gider, alış-veriş ederdi. (İnsan hakiki vazifesini ve maksadını bilmezse ve tam âlemine yerleşmezse; nazarı nefsine döner.)

Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi:

-Birader,

  1. Asıl vazifen, talim ve muharebedir. Sen, onun için buraya getirilmişsin.
  2. Padişaha itimad et. O, seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir.
  3. Hem sen, âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. (Yokluk âleminden varlık âlemine çıkmaktan tut ne kadar nimetlere, ihsanlara mazharız; bunların hangisini biz yapıyoruz. Hiç birini..)
  4. Hem mücahede ve seferberlik zamanıdır.
  5. Hem sana âsidir der, ceza verirler.

(Asli vazife unutulduğu ve asıl maksaddan uzaklaşıldığı vakit nefsimize ve arkadaşlarımıza şu beş ikazı yapmalıyız.

  1. Asıl vazifeyi şefkat göstererek hatırlatmak..
  2. Cenab-ı Hakkı tanıtmak..
  3. İnsanın mahiyetini ortaya koymak..
  4. Bu zamanın dehşetini nazara vermek; mücahede zamanı (1400 sene öncesinde fitnesinden Allaha sığınılmış manevî bir seferberlik asrındayız.)
  5. Yaptığı amelin neticesini göstermek. İsyan ve asi olmanın neticesi ceza görmektir.)

Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri, padişahın vazifesidir. Bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki, talim ve harbdir. Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır anlarsın!

İşte ey tenbel nefsim! O dalgalı meydan-ı harb, bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cem’iyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-ı İslâmiyesidir. O iki nefer ise, biri feraiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebairi terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttaki müslümandır. Diğeri: Rezzak-ı Hakikî’yi ittiham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Ve o talim ve talimat ise, (başta namaz) ibadettir. Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise; birisi, hayatı verip beslemektir. Diğeri; hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır, ona tevekkül edip emniyet etmektir. (Rububiyyet ve ubudiyyet dairelerindeki vazifeler hiçbir zaman karıştırılmaz. Karıştırılmamalı. Eğer karıştırılıyorsa gaflet vardır. Hidayet ve dalalette insanların dereceleri mütefavittir. Gafletin mertebeleri muhteliftir. Lem’alar 120)

(Hayatı ve rızkı veren kimse o hayata ait vazifeleri tayin etmeğe hakkı olan O’dur.)

Evet en parlak bir mu’cize-i san’at-ı Samedaniye (Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan herşeyin Ona muhtaç olduğu hayatı herşeyle alâkadar bir surette san’atlı ve beşeri aciz bırakarak hayatı yaratan Samed olan Allah) ve bir hârika-i hikmet-i Rabbaniye (Hayata takılacak en harika vazifeyi hikmetiyle takan ve bu vazifenin yerine getirilmesi için eşyayı terbiye eden Allah) olan hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ondan başka olmaz… Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi (zekavet, iktidar ve ihtiyar)). En âciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi (acz u za’f)).

(Rızk, hayat kadar kudret nazarında ehemmiyetlidir. Kudret çıkarıyor, kader giydiriyor, inayet besliyor. Hayat; muhassal-ı mazbuttur, görünür. Rızk; gayr-ı muhassal, tedricî münteşirdir, düşündürür. Mektubat 476)

Evet vasıta-ı rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz u za’f ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları müvazene etmek kâfidir. Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Talimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerim’in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzât gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.

Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru’ ve ibadet cihetinde hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir. (Hem insanın ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı maneviyesinin gösterdiği anlatılıyor. Zira insan hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en edna bir serçe kuşuna yetişemez fakat hayat-ı maneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru’ ve ibadet cihetinde ise hayvanatın sultanı ve kumandanı hükmündedir.)

Demek ey nefsim! Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanatın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenab-ı Hakk’ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

İşte sana iki yol, istediğini intihab edebilirsin. Hidayet ve tevfikı Erhamürrâhimîn’den iste…

* * *

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir