Barla Lâhikası İkinci Zeyl

İKİNCİ ZEYL

(Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’aniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebeb olan, âhiret kardeşim Âdilcevaz’lı Bekir Ağa’nın Sözler hakkındaki ihtisasatıdır.)

Faziletmeab Üstadım Hazretleri,

Efendim, evvelâ arz-ı ta’zim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her ân u zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.

Efendim, malûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misali olan risale-i bergüzidelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna sed çekilemediği gibi ve sed çekilmek ihtimali olmadığı gibi risalelerinize de sed çekilemez. Onları istima’da ruh ve kalbimi tedkik ettim, tedkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım, baktım ki; ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen “haydi haydi” diye tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vakıayı takib ederken o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki, bu anahtarlar ile îcab eden kapıları açıp, o Nurlara ehil olan kardeşlerimi (min gayr-i haddin) arayıp bulmak vaziyeti âdeta bana emrolunup, o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hali kendime vazife addettim.

O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslim ile, hâin-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için, hamden-lillah bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emanetullah ve emanat-ı Peygamberînin (A.S.M.) gayet parlak yakut ve zümrütten kıymetdar olan hazinelerini o zâtların ellerine teslim ettim. Elhamdülillah Cenab-ı Hak muvaffak etti. O mübarek eserlerinizi mütalaa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa iman eder. İnanmadıkları takdirde ya insaniyetten istifa etmeli veyahut insan değiliz demeli. Bu eserler başlı başına ayrı ayrı birer fâtihtir. İnşâallah her cihetle, feth ederek fâtih olacaktır. Cenab-ı Mevlâ âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip, şefaatına mazhar buyursun. Âmîn!

Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile, duanızı istirham eylerim efendim hazretleri.

Abdülcelil oğullarından

Âdilcevaz’lı

Emrullah oğlu Bekir

* * *

(Bu fıkra Hulusi-i sâni Sabri’nindir)

Bekledim tâ ki: Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti mükevvenata faik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüt-misal yeşillenmiş nebatat arasında bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibariyle haliçe-i zemin gayet revnakdar ve enva’ türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de ânif-ül beyan eser, âlem-i bekanın sened-i hakikî ve kat’îsi ve en kavî ve gayet rasin ve son derece güzel, naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız bir delail ve berahin-i kat’iyye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında ayağı kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalalette boğulan pek çok kimseleri dakik ve amîk işarat ve hakaikı ile ihya ettiğini ve edeceğini alâ kadr-il istitaa öğrendim.

Her ne kadar o kıymetdar eserin derecat-ı refia ve mühimmesini hattâ en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta söz sarfedebilmek, bidâamın fersah fersah fevkinde ise de, menba’-ı hakikîsi bulunan Furkan-ı Mübin’den tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şâheser olduğunu anladım. Bu fakir, şiddetli acz u za’fımla bîhadd bahr-i hakaika daldım ve bahr-i muhit-i nura girebilmeğe şu mübarek eser, elmas bir miftahım oldu.

Binaenaleyh havas ve havass-ul havas dikkatle onu mütalaa ederlerse, daha ne derecelerde hakaik-i İlahiye ve maarif-i Rabbaniye müşahede ederek, iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem. Bundan başka şu nuranî ve ulvî ve kudsî eser, numarası itibariyle dokuz eserin daha mukaddemen sebkat ettiğini îma ve işaretle beraber ve “On” numaradan sonra daha bir çok eserlerin vücudunu mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye uyandırdı.

Sonra anladım ki: Kur’an-ı Hakîm’in nur ve ziyadar menba’ı cûş u huruşa gelmiş. Furkan-ı Hakîm’in elmas maadininden dehşetli bir infilâk husul bulmuş, Sözler namında hadsiz tiryaklar ve mücevherat zahir oldu. Pek çok kulûb def’-i maraz ve kesb-i âfiyet etti. Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuaı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi, hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını haizdir.

Sabri

* * *

(Şu iki fıkra Hüsrev’indir)

Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için, afvımı rica ediyorum. Duanız berekâtıyla bir gün gelip ona da Cenab-ı Hakk’ın muvaffak buyuracağı ümidini taşıyorum. Ve beni zât-ı âlînize tevdi’ eden ve Sözler’i yazmaklığıma ruhsat veren Cenab-ı Hakk’a milyarlarca hamdediyor ve şükrediyorum.

Hüsrev

* * *

(Keza Hüsrev’in)

Risalelerin yüksekliğine ve güzelliğine ve latifliğine âciz lisanımla, kısa aklım ile ve zaîf idrakimle hayrette kaldığım şöyle dursun, bilâ-kayd her okuyanı bizzarure tahsine sevk ediyor. Cenab-ı Hakk’a ne kadar hamdeylesem, şükreylesem bu lütufların hakkını ödeyemem.

Hüsrev

* * *

(Şu fıkra Hâfız Zühdü’nündür)

Nur bahçesinin nurlu meyvelerinden iki tanesini daha koparmağa muvaffak oldum. Bu meyvelerin muhtevi bulunduğu lezzeti, kasır lisanımla şimdi ifade edebilmekten çok âciz bulunuyorum. Nebiyy-i Âhirüzzaman Aleyhi Ekmelüssalâtü Vesselâm’ın huzur-u saadetine ve pâk, latif sohbet-i Nebeviyeleriyle müşerref olmak zevkini idrak ettiren bu kıymetdar Ondokuzuncu Mektub’u mütalaa etmekten bir türlü doyamıyorum. Bilcümle Risalet-ün Nur’un takdir ve tevkiri hususunda söz söyleyebilmekten kalemim âciz ve nâkıstır. Cenab-ı Vâhib-ül Atâyâ’dan dilerim ki, Nur bahçelerinin meyvelerinin hepsinden tatmağa, arkadaşlarım gibi âcizlerini de muvaffak kılsın.

Hâfız Zühdü

* * *

(Bir Nur talebesinin fıkrasıdır)

Bugün o yüksek kitabın ikmaline muvaffak oldum. “Mi’rac”ın ikmal ve mütalaasından mütevellid sürur u saadetimi tariften kalemim düçar-ı acz oluyor. Mütalaadan doğan duygularımı hülâsaten ve bir cümle ile arzedeceğim:

Mi’rac’ın mütalaasında hayatın felâket girdablarını ve saadet-i ebediyeye giden manevî deryanın selâmet yollarını gösteren kalb dolusu bir nur ve ziya buldum. Evet, her temsilâtta isbat edilen pek çok hakikatler ve bugün tahatturu ve tahayyülü bile ruhumuzu doldurup taşırmağa kâfi gelen Asr-ı Saadet ve hârikalar devri gözümün önünde hayatlandı; fikirden fikre, hayretten hayrete düştüm.

Mi’rac kitabı, felsefe düşkünü mu’terizlerin felsefesini her zaman için iflas ve sukut ettirmek kuvvetine mâlik bir eserdir. Mi’rac kitabı başlı başına asıllardaki hakikatleri i’zam edilmeden ve bîtarafane bir tefekkürün bile göreceği ve kabul edeceği bir nazarla isbat eden ve kapalı kalmış noktaları ehl-i imana makul ve mantıkî fikirlerle izhar eden bir kitab-ı tarihtir.

Gaflete dalmış ve dalaletin mağlubu ve bir tutam aklıyla kendisine bir mümtaz mevki vermek isteyen feylesoflar, Mi’rac gibi bir şâheser karşısında apoletleri sökülmüş, bütün şöhret ve namı sukuta mahkûm bir kral vaziyetine düşer. O kral ise daimî bir ye’se mahkûmdur. Halbuki bunca hakikatler karşısında felsefe zincirleri ve mu’teriz efkârı birer birer kırılan, davasının ve iddiasının haksız olduğunu anlayan feylesof ise Hâlık-ı A’zam’ın kudret ve azameti huzurunda secde eder ve af diler.

Zekâi

* * *

(Zekâi’nin fıkrasıdır)

Namaza dair fazilet ve mükâfat menba’ı olan Dördüncü ve Dokuzuncu ve Yirmibirinci Sözler ruhumun karanlık köşelerini nâkabil-i tarif bir surette tenvir etmiştir. Kemal-i aşk u şevkle tetebbu’ ettiğim bu şâheser, şübhe bulutları içinde vakitlerini bir hiç için zayi’ edip giden ehl-i gaflete ve gençlik hevesatına esir olup mürur-u zamanla nâdim olarak tarîk-ı hakikatı arayanlara bir refik-i hayat olsun.

Zekâi

* * *

(Şu fıkra Doktorundur)

Hocam, emaneten bendenizde bulunan iki kitabı emrediyorsunuz. Bendeniz de yalvarıyorum ki, gelecek hafta takdim edeceğim. Çünki, küçüğünü iki defa, büyüğünü bir defa okuyabildim. İhatamın darlığı veya aczim dolayısıyla idrakim de kıttır. Binaenaleyh sizin o muhteşem temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki, cüz’î küllî bir alâka hasıl olsun. Ya Rab! O ne büyük mantık, o ne büyük müskit beyan ve tarz-ı telakki. Ah Üstadım, bu mübarek dinin mübecceliyetini idrak ve ihata ve takdirde size ve ancak size medyun-u şükranım ve minnetdarım. لِسَبَبٍ مِنَ اْلاَسْبَابِ Dinî akidelerimin azîm bir inkılabı var. Nur Risalelerinden aldığım dinî ve insanî ve vicdanî ve iktisadî ve ilmî dersler bana hayatta muvaffakıyet verecektir.

Doktor Yusuf Kemal

* * *

(Doktorundur)

Tam manalarıyla mefhumlarını kavramak iktidarında olmadığım o yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşad-ı âliyeleri unutulmaz ve şâheser hatıradır. Mezarıma kadar dinî akidelerinizin esiri ve kurbanıyım. Üstadım, sizin Sözler’iniz benim dinî muhayyelemi cidden değiştirdi ve daha sevimli bir mecraya sevketti. Şimdi bendeniz, doktorların düşündüğü gibi düşünmüyorum.

Doktor Yusuf Kemal

* * *

(Bu uzun fıkra Hulusi Bey’indir)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَانِّ

Eyyühe-l Üstad-ül Aziz!

Yirmisekizinci Mektub’un Dördüncü Mes’elesini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mes’elesini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum.

 Evvelâ: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdir-i üstadaneleriyle de müsbet tevazu’ları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki: Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç hâlimi arzedeceğim:

 Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-u Hak’la Kur’an’ın hakikatına merak etmiş ve taharri-i hakikat yolunda bulunmuş, nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler ünvanlı Nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvel’emirde çirkâbdan selâmete, felâketten saadete, zulmetten nura çıkardığı için Nurlara ve Hazret-i Kur’an’a ve bu Nurların izn-i Hak’la naşiri, mübelliği, vaizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâ-yetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyet hasıl olmuştur. Yüzbin kerre hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havassımda azîm bir şevk hissediyorum.

 İkincisi: Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan aldığım derslerin delalet ettiği vecihle bütün kusurları, tekmil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyorum. Nurlara ve Kur’an’a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’minler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu halime de şükürler olsun.

 Üçüncü hâl ve hakikî şahsiyetim: Bunu tarif etmeğe cidden hicab duyarım. Hemen Cenab-ı Allah’tan dilerim; beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cinn ve ins ve şeytanların mekrlerinden muhafaza eylesin ve dalalete sapanlardan eylemesin, âmîn.

Benim kardeşlerim {(Haşiye): Sabri gibi talebelere hitab ediyor.}; Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zâtlar şübhesiz birinci ve ikinci hâli ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhâssa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Huda ile bir kerre bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlub olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhâssa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir.

 Hülâsa: Bana liyakatımın çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (A.S.M.) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki, bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemaan eden Nurlara aittir. Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganîmet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurlara alâ kadr-it tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّٰهِ التَّوْفِيقُ

 Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususî mektublar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hâl yerine koyarak, derin manalı, şirin sohbetinizi bir kerre daha şevkle dinlemiş oldum. Zâten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hâl gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hâl, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor.

 Sâlisen: Yirmisekizinci Mektub’un Sekiz Mes’elesinden Birincisi, bana ait rü’ya hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rü’yaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasib bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubat-ün Nur müstemi’lerine ve kari’lerine faideli, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve belig bir ders daha vermiş oldunuz.

Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de, gerek burada bazan zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum. {(Haşiye): Bu keramet-i Nuriye Hulusi’de olduğu gibi, çoklarda dahi tezahür etmiş ve ediyor.} Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki, keramet-i Kur’aniyedendir.

 İkinci Mes’ele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizb-üş şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeble şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilâç yetiştirmesi ve silâhhane-i Kur’andan aldığı acib silâhlarla mübareze etmesi nev’inden güzel ve bedî’ üslûb ile ve hârika temsilâtla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun.

 Üçüncü Mes’ele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu mes’eleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâmın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevab nev’inden kaleme almışsınız. Fakat hüsn-ü zanna mesağ veriyorsunuz. Niyetle me’cur ve faidemend olacağını ihtar ediyorsunuz. Sâil buna da razı. Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı zâten bu derde ilâç vermekte, bu yaraya merhem vurmakta ve bu arzuya çare bulmaktadır.

Sözler ile kuvvet-üz zahr olduğunuz mü’minler, bataklıktan çıkardığınız mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iade-i şuur ettirdiğiniz divaneler, şu zamanda Kur’an’dan daha iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakikata müştak insanlar, ilzam ettiğiniz münafıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız şeytanları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasîbi olan anladı, kalbi bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakıyâtın sırrı, acz yolunun rehberi olan Kur’an’ın ve Nurların dellâlının gösterdiği hakikî acze karşı Hâlık’ın ihsanındadır.

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ âyet-i celilesine istinaden her ne matlubunuz varsa Kur’an’dadır. Buna muvaffak olmak için; Nurlarla alâkadar olmak, Kur’an’a hâdim olmak, Allah’a karşı haddini ve acz-i tam içinde bulunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye mütemadiyen mü’minleri bu kestirme, selâmetli ve saadetli yola çağıran Üstadımızdan Allah-u Zülcelal Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün muradlarını hasıl etsin. Ümmet-i Muhammed’e bağışlasın. Âmîn bi-hürmeti Seyyid-il Mürselîn.

Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş, mâşâallah, mâşâallah. Kimin haddidir ki, bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünki edebiyat satılmıyor, Kur’an’dan nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu Sözler’i okuduğum zaman, üstadımı temsil eder bir hâl alıyorum. Tabiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum. Bazan verdiğiniz salahiyetin manevî kuvvetiyle namınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telakki ve tesir bu mahiyettedir. Bu mektubu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda müezzin minarede “Allahü Ekber” demişti. Ben de “Allahü Ekber (Celle Celalühü)” ile mukabele etmiş idim. Bu hal işdeki kudsiyete açık bir işaret değil mi?

 Dördüncü Hususî Mes’ele: Eski Said lisanıyla da olsa ne kadar muvafık istimal-i silâh ediyorsunuz, bârekâllah. Manevî taşlarınız وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلكِنَّ اللّهَ رَمَى âyet-i kerimesinde işaret buyurulduğu üzere hedeflerine isabet ettiğine kaniim. Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıcı ile kessin. Böylesi hâin ve zalimleri Kahhar ismine tevdi’ ederiz. Hizmette füturum yok, fakat manilerin hadd ü pâyanı yok. Fakat dünyayı sırtıma yükleseler, her tarafımı ateşle sarsalar bu ulvî düşünceme mani’ olamazlar. Amma buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare nefis ve cinn ve ins şeytanları müdhiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, hakikî hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır.

وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Hulusi

* * *

(Altı sene bana kemal-i sadakatla hasbî olarak hizmet eden ve hârika olarak benim gibi bir asabî adamı hiç bir vakit gücendirmeyen ve müsvedde kâtibliğini daima yapan Süleyman Efendi’nin fıkrasıdır)

Efendim Hazretleri!

Evvelâ mübarek ellerinizi öper, mukaddes dualarınızı beklerim. Fakir hademeniz ve talebeniz ve kardeşiniz olan Süleyman, şimdiye kadar te’lif olunan mübarek Nurları birer birer mütalaa ederek her birisinden ayrı ayrı ve büyük nurlu güneş gibi ışıklar gördüm ve çok büyük istifade ettim. O nurlar uhrevî yolumu irae ettiler. Allah sizden razı olsun. Âhiret yolunda bulunan çok noksanlarımı gösterdiler, teşekküründen âcizim. O nurları temsil ve tasvir edecek kudreti kendimde görmediğimden, ruhumu yoklayarak hissiyat-ı kalbiyemi şöyle tasvir etmeğe -min-gayr-i haddin- cür’et eyleyeceğim. Hata vaki’ olursa da afvımı istirham ediyorum.

Efendim, görmüş olduğum Risale-i Nur deryasındaki lezzet ve saadetin dünyada hiç emsalini göremediğim gibi, kendi vicdanî muhakemem neticesinde kat’iyyen anladım ki; o Risaleler her biri başlı başına ve ayrı ayrı birer tefsir-i Kur’andır. Mahlukat içerisinde hilkaten insan şeklinde ve hakikat noktasında insaniyetten sukut eden ve serâpâ manevî yaralar içinde bulunan insanlara bu Nurların mütalaası seri’ şifalı bir ilâç ve yaralarına gayet nâfi’ bir tiryak ve merhem olduğunu ufacık karihamla anlayabildim. Bu Nurların kıymetini zaman gösterecek ve dillerde destan olarak şark ve garbı gezecek itikadındayım. Ve inşâallah Avrupa’ya karşı dahi Kur’anın ne kadar parlak bir güneş olduğunu gösterecektir.

Tekrar ellerinizi öperek, duanızı isterim efendim hazretleri.

Süleyman

* * *

(Şu fıkra aklen Hulusi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Re’fet Bey’in mektubudur)

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmibeşinci Söz’ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’an elhak bir şâheserdir. İhtiva ettiği hayretbahş hakaik itibariyle âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymetdar bir eserdir. Şu kadar ki, mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’an’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülât ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir. Bu eserinizle وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍٍ âyet-i celilesinin muhtevi olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye isbat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtiraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulât-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilm ü irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin edecek maâliyat ve desatir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-u ârifane ile mütalaa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz.

İ’caz-ı Kur’an’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı hakkını vermeye çalışırdım; olmadığı için âcizane olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’an’da sabit olmam hakkındaki duanızı taleb ve istirham ederim, efendim.

Re’fet

* * *

(Binbaşı merhum Âsım Bey’in fıkrasıdır)

Envâr-ı Kur’aniye mizan ve bürhanlarından ve kıymeti takdir edilemeyen Sözler namındaki risale-i şerifeler fakiri ihya ediyor, kalbimi nurlandırıyor. هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى Çoktan beri aramakta iken lehülhamd Cenab-ı Hak Sözler’i bu fakire ihsan buyurdu. Kalb ve gönlüme âciz kalemim ve kalim tercüman olamıyor.

Âsım

* * *

Bahtiyar kardeşim Hüsrev!

Şu risale, {(*): Yani Yirmiyedinci Mektub’un umumu.} bir meclis-i nuranîdir ki, Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kur’an’ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymetdar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekâllah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin.

Said Nursî

* * *

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir