Aynelyakîn?
Sual: “Demek esbabın tesiri yok. Müsebbibü’l-Esbabdan başka bir melce olamadığını aynelyakîn gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhid içinde inkişaf ettiği için, şu münâcat birdenbire geceyi, denizi ve hûtu musahhar etmiştir.” Bahsi geçen yerde neden bir Peygamber zahiren “hakkalyakîn” görünen bir hadiseyi “aynelyakîn” müşahede etmiştir?
El-cevap: Sualin cevabına geçmeden önce hususen ehl-i tasavvuf mabeyninde istimali meşhur olan bu ıstılahî kavramların üzerinde biraz durup izah etmeye çalışalım. İman, yalnız icmâlî ve taklîdî bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki âyinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, binbir esmâ-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki, “Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve burhanlı mârifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.
Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var. O meratiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok burhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazan mağlûp olur.
Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esmâ-i İlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.
Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez. Ve ulemâ-i ilm-i kelâmın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip, yalnız o mârifet-i imaniyenin burhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o mârifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân’ın mu’cizekâr cadde-i kübrâsı, gösterdiği hakaik-i imaniye ve mârifet-i kudsiye, o ulemâ ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.
Burada zaten hepimize malum olan iman-ı tahkikinin üç mertebesinden (ilmelyakîn, aynelyakîn, hakkalyakîn) bahsedilmekte fakat özellikle aynelyakîn kavramına baktığımızda gerçekten çok yüksek bir makam olduğunu da görmekteyiz. Yani bütün kâinatı bir Kur’an gibi okuyabilmek manasına gelmektedir ve bu gerçekten çok âli ve yüksek bir tabaka-i îmaniyyedir diyebiliriz. Peki eğer Kur’an gibi okuyabilmek ne demektir ya da Kur’anın vazife-i asliyesi nedir dersek?
Zira Kur’ân’ın vazife-i asliyesi, daire-i Rububiyyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir.
Saniyen: Kur’ân’da esas maksatları ve anâsır-ı asliyesi dört hakikattır: Tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet’tir.
Hem de tahakkuk etmiş: Kur’ân’ın her bir tarafında intişar eden makasıd-ı esasiye ve anasır-ı asliye dörttür. Onlar da, ispat-ı Sâni-i Vâhid ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adalettir. Yani, hikmet tarafından kâinata irad olunan suallere şöyle: “Ey kâinat, nereden ve kimin emriyle geliyorsunuz? Sultanınız kimdir? Delil ve hatibiniz kimdir? Ne edeceksiniz? Ve nereye gideceksiniz?” kat’î cevap verecek, yalnız Kur’ân’dır. Öyleyse, Kur’ân’da makasıddan başka olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ san’atın intizamıyla Sâni-i Zülcelâle istidlâl yolu gösterilsin.
Demek ki, Kur’an kâinata, ahvalllere ve hadiselere baktığı zaman Saniî’ne doğrudan doğruya nazarı çevirtmekte sair mütemmimlere ise istitraden yani tamamlayıcı birer unsur veya asıl makasıdın bir cüz’ü mesabesinde baktırmaktadır. Bu yüzden Kur’an gibi hadiseleri okumak, bu intikali ve irtibatı sağlayabilmek her mü’min üzerine düşen en önemli vezaiften biri olduğunun şuurunda olmamız gerekmektedir.
Gelgelelim neden böyle bir peygamberan-ı âlişan hakkalyakîn değil de aynelyakîn suretinde görmüştür bahsine. Bu mes’eleye üç-dört farklı açıdan bakılabilir:
1- Şunu hiçbir zaman unutmayalım her peygamberin bütün halleri harikulade olmak lazım olmadığı gibi beşeriyet suretinde de bazen zelle adı verilen bazı sürçmeler olabilir. Hatta bu durumlarla ilgili Resul-i Ekrem de dahil olmak üzere inmiş bazı âyetler bulunmaktadır.
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, çendan her hali ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahit olabilir. Fakat her hali, her tavrı harikulâde olmak lâzım değildir. Çünkü, Cenâb-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, tâ insanın ahvâl-i içtimaiyelerinde ve dünyevî, uhrevî saadetlerini kazandıracak a’mâl ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu’cizât-ı kudret-i İlâhiye olan âdiyat içindeki harikulâde olan san’at-ı Rabbâniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlâhiyeyi göstersin. Eğer ef’âlinde beşeriyetten çıkıp harikulâde olsaydı, bizzat imam olamazdı; ef’âliyle, ahvâliyle, etvârıyla ders veremezdi.
Hz Yunus (AS) kavmini terk edip balığın karnına kadar olan geçen süreçte de buna benzer bir durum söz konusudur. Demek ki peygamberlerin de devamlı bir surette terakkileri söz konusudur. Bu da o peygamberin bir nevi miracıdır denilebilir. Ve o hadisedeki ilk intikalinin bu terakki sürecindeki marifeti hususundaki yakîn seviyesinin bir ifadesidir diyebiliriz.
2- Bahsi geçen kıssada esbab her ne kadar bilkülliyye sükût etse de halen esbab dairesindeki vaziyetler devam etmektedir. Yani yine de esbab perdesi altında tasarrufu devam eden bir imtihan söz konusudur. Henüz gece karanlığı, denizin taşkınlığı ve balığın karnındaki vaziyet devam etmektedir. Ta aynelyakîn suretindeki intikali sonrası sahil-i selamete çıkınca hakkalyakîn suretindeki yakîn-i imaniyi elde etmiş olabilir.
İşte bu nedenle o peygamberin ilmelyakîn suretinde keşfettiği intikali bizler de yine o aynelyakîn mertebesini elde edelim diye bahsin devamında buna teşvik edilmektedir. Madem hakikî vaziyetimiz budur. Biz de, Hazret-i Yunus aleyhisselâma iktidaen, umum esbabdan yüzümüzü çevirip, doğrudan doğruya, Müsebbibü’l-Esbab olan demeliyiz ve aynelyakin
لاَ اِلهَ اِلاَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Rabbimize iltica edip anlamalıyız ki, gaflet ve dalâletimiz sebebiyle aleyhimize ittifak eden istikbal, dünya ve hevâ-yı nefsin zararlarını def edecek yalnız o Zat olabilir ki, istikbal taht-ı emrinde, dünya taht-ı hükmünde, nefsimiz taht-ı idaresindedir.
3- Aslında yakîn mertebelerinin izahının çoğu yerde karşılaştığımız şekliyle verilen ateş-duman misali mes’eleyi sadece zihne yaklaştırma şeklindeki bir ifadesidir. Yoksa gerçek manadaki izahı ve sureti değildir. Zihne yaklaştırır fakat hakikat değildir. Hususen hakkalyakîn mertebesinin izah edildiği bahiste geçen yani marifet dediğimiz fakat peygamberlere vehbî ya da ledünnî bir surette gelen bu ilim ancak belirli usûl ve yöntemlerle hâsıl olmaktadır.
Ve ulemâ-i ilm-i kelâmın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip, yalnız o mârifet-i imaniyenin burhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o mârifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân’ın mu’cizekâr cadde-i kübrâsı, gösterdiği hakaik-i imaniye ve mârifet-i kudsiye, o ulemâ ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.
Yakîn mertebelerine ulaşmaya vesile olan usûl ve yöntemler üstteki şekliyle sıralanırsa;
a) İlm-i kelam denilen bürhanî ve aklî yöntem,
b) Ehl-i tasavvufun keşf ve zevke istinad eden seyr-ü sülûk yöntemi,
c) Risale-i Nur’un akıl ve kalb beraberliğindeki cadde-i kübra olan yöntemi.
Dolayısıyla hakkalyakîn mertebesi ancak belirli bir kesbî gayretin neticesinde vehbî bir surette hâsıl olan bir mertebedir. Ve o mertebeye ulaşmak ise belki nihayetsiz gayretler, çabalar, uğraşmalar, zihnî aklî kalbî faaliyetler, bazen kalbî tasfiyeler, bazen ise nefsî tezkiyeler ve amelî uğraşılar neticesinde varılabilecek sonsuz bir mertebedir diyebiliriz. Bu bizler için böyle olduğu gibi evliya, asfiya, sıddıkîn ve enbiya için de geçerlidir. Fakat elbette enbiyanın marifeti ilm-i ledünle olduğu için seyr-ü sülûku da def’i ve âni olabilir. Kısa sürelerde bir insanın ömrü boyunca elde edebileceği meratibi bir anda kat edebilirler.
Yukarıda verilmeye çalışılan izahın haricinde de mutlaka daha güzel ifadeler ve tefeyyüzler olabilir. Umarım bu şekliyle bir derece sualinize cevap olmuştur. Allah’a emanet olunuz. Vesselam.
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Sedad
9 Zilhicce 1443