Altıncı Mes’ele

Meyve Risalesi’nden Altıncı Mes’ele

[Risale-i Nur’un çok yerlerinde izahı ve kat’î hadsiz hüccetleri bulunan iman-ı billah rüknünün binler küllî bürhanlarından birtek bürhana kısaca bir işarettir.]

Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler. (Kendilerine Allah’ı tanıttırmadıkları halde lise talebelerine bu suali sorduran fıtratlarıdır. Buna işareten Üstadımız Altıncı Mes’elenin sonunda İnsanın fıtratını şu cümlelerle konuşturmuştur.

İnsan

  1. Binler çeşit elemler ile müteellim
  2. Ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine
  3. Ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, manevî düşmanları
  4. Ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zahirîve bâtınî ihtiyaçları bulunan
  5. Ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen

bir bîçare mahluk)

Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.

(Fenler, dinlendiğinde fenlerin Cenâb-ı Hakkın marifetini ve huzurunda olduğumuzu ders verdiği görülecektir.)

(Ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil!

Bu derece hadsiz lisanlarla kendini sana tanıttıran ve bildiren ve sevdiren bir Kerim-i Zülcemal, tanımak istenilmezse bu lisanları susturmalı.

Mademki susturulmaz, dinlemeli.

Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın.

Çünki sen kulağını kapamakla kâinat sükût etmez, mevcudat susmaz, vahdaniyet şahidleri seslerini kesmezler. Sözler – 669)

(Ey coğrafyacı efendi!

Bu zemin kafası yüzbin ağız, herbirinde yüzbin lisan ile Allah’ı tanıttırsa ve sen Onu tanımazsan, başını tabiat bataklığına soksan, derece-i kabahatını düşün.

Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstehak eder, bil, ayıl ve başını bataklıktan çıkar. آمَنْتُ بِاللّٰهِ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ de. Sözler – 675)

Altı fennin şehadeti

(Bu altı fennin şehadeti Semavat ve arzın Rabbi âyeti kerimesinden çıkartılmıştır. Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan çok tekrar ile en ziyade âyetleri ile semavat ve arzdaki terkibata dikkat çekiyor.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ

Şu âyet-i kerime, (Kur’an-ı Hakîm’den alınan kuvvetli bir bürhan) istifham-ı inkârî ile “Cenab-ı Hak hakkında şekk olmaz ve olmamalı” demekle; vücud ve vahdaniyet-i İlahiye, bedahet derecesinde olduğunu gösteriyor. Lemalar – 177

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ

âyeti Semavat ve arzda vücud ve vahdaniyet-i İlahiyeyi istifham-ı inkârî ile görmeyi emrediyor. Şöyle ki;

  • Semavat ve arzdaki terkib manasını görüpte terkib eden Hakîm-i Zülcelal’i inkâr mı ediyorsun.
  • Semavat ve arzda fabrika tarzında idareyi görüpte idare eden ustasını ve sahibini inkâr mı ediyorsun.
  • Semavat ve arzı depo ve iaşe anbarı tarzında görüpte sahibini, mutasarrıfını, müdebbirini inkâr mı ediyorsun.
  • Semavat ve arzı dörtyüzbin nevden mürekkeb bir ordu şeklinde görüpte bu ordu-yu Sübhanînîn Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdes’ini inkâr mı ediyorsun.
  • Semavatta dünya sarayının damındaki yıldız lâmbalarını görüpte bu meşher-i a’zam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâni’ini, inkâr mı ediyorsun.
  • Semavat ve arzı mükemmel, muntazam bir kitab hükmünde görüpte bu mücessem Kur’an-ı Ekber-i Âlemin nakkaşını, kâtibini inkâr mı ediyorsun.)

Fenn-i tıp mikyasıyla küre-i arz, içerisinde bulunan dörtyüz bin çeşit nebatat ve hayvanatın hârika ve hassas mizanlarla yaratılmış olmaları cihetiyle küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelal’i tanıttırır. (Terkib delilleri marifeti arttırıyor. Şöyle ki; Küre-i arzın büyüklüğü ile beraber herbir nevin farklı farklı elementlerden farklı miktarda alınarak zihayat mahlukatın vücuda gelmesinde ferdler adedince imkanat yolları içinde en güzel surette yaratıldığını görmek marifeti arttırır.) Eczane misalinde; eşyanın terkibatına ve burada cereyan eden hassas ölçülere bakıyoruz. Bir eczanede bulunan bir ilaç en fazla kaç maddeden terkib edilebilir. Ve devamlı olarak bu terkib değişebilir mi? Yapılıyor ve rafa konuyor sonra değişiklik yok. Kainat eczanesi, hem çok büyük hem ilaçlardaki terkib maddeleri çok fazla hem devamlı terkibatı değişiyor. Mesela ağacı düşünsek; yaprağı farklı, çiçeği farklı, meyvesi farklı.. Elbette bunu yapan biri var. Bu şekilde diğer misallere de mukayese ederek bakmak gerekir.

Meselâ: Nasılki mükemmel bir eczahane ki, her kavanozunda hârika ve hassas mizanlarla alınmış hayattar macunlar ve tiryaklar var. Şübhesiz gayet meharetli ve kimyager ve hakîm bir eczacıyı gösterir.

Öyle de, küre-i arz eczahanesinde bulunan dörtyüz bin çeşit nebatat ve hayvanat kavanozlarındaki zîhayat macunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahaneden ne derece ziyade mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıp mikyasıyla küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelal’i hattâ kör gözlere de gösterir, tanıttırır.

  • Fenn-i makine mikyasıyla küre-i arz, içerisinde bulunan binler çeşit çeşit mahlûkatın basit bir maddeden yaratılmış olmaları cihetiyle küre-i arz denilen bu seyyar makine-i Rabbaniyenin ustasını ve sahibini bildirir ve tanıttırır. (Terkib delilleri marifeti arttırdığı gibi ihtiyaçların karşılanması cihetiyle de kendini insana sevdirir. Bu misaldeki idarenin müşkilatını arttıran keyfiyet şunlardır: Küre-i arzdaki binler çeşit mahlûkatın basit bir maddeden yaratılmasıdır.)

Hem meselâ: Nasıl bir hârika fabrika ki, binler çeşit çeşit kumaşları basit bir maddeden dokuyor. Şeksiz, bir fabrikatörü ve meharetli bir makinisti tanıttırır. Öyle de, küre-i arz denilen yüzbinler başlı, her başında yüzbinler mükemmel fabrika bulunan bu seyyar makine-i Rabbaniye, ne derece bu insan fabrikasından büyükse, mükemmelse, o derecede okuduğunuz fenn-i makine mikyasıyla küre-i arzın ustasını ve sahibini bildirir ve tanıttırır.

  • Fenn-i iaşe mikyasıyla küre-i arz, içerisinde bulunan binbir çeşit erzak etrafından celbedip içinde muntazaman istif ve ihzar etmesi cihetiyle küre-i arz denilen bu Rahmanî iaşe anbarı ve bir sefine-i Sübhaniye ve bu depo ve dükkân-ı Rabbanînin sahibini, mutasarrıfını, müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir. (Terkib delilleri marifeti arttırdığı gibi ihtiyaçların karşılanması cihetiyle de kendini insana sevdirir. Bu misaldeki idarenin müşkilatını arttıran keyfiyet şunlardır:  Erzakın çeşit çeşit olması; kür-i arzın muhtelif yerlerinden celbedilmesi; ihtiyaç vaktine göre istif edilmesi; kullanıma hazır hale getirilmesidir.)

Hem meselâ, nasılki gayet mükemmel binbir çeşit erzak etrafından celbedip içinde muntazaman istif ve ihzar edilmiş depo ve iaşe anbarı ve dükkân, şeksiz bir fevkalâde, iaşe ve erzak mâlikini ve sahibini ve memurunu bildirir. Öyle de, bir senede yirmidört bin senelik bir dairede muntazaman seyahat eden ve yüzbinler ve ayrı ayrı erzak isteyen taifeleri içine alan ve seyahatıyla mevsimlere uğrayıp, baharı bir büyük vagon gibi, binler ayrı ayrı taamlarla doldurarak, kışta erzakı tükenen bîçare zîhayatlara getiren ve küre-i arz denilen bu Rahmanî iaşe anbarı ve bir sefine-i Sübhaniye ve binbir çeşit cihazatı ve malları ve konserve paketleri taşıyan bu depo ve dükkân-ı Rabbanî, ne derece o fabrikadan büyük ve mükemmel ise; okuduğunuz ve okuyacağınız fenn-i iaşe mikyasıyla, o kat’iyyette ve o derecede küre-i arz deposunun sahibini, mutasarrıfını, müdebbirini bildirir, tanıttırır, sevdirir.

  • Fenn-i askerî mikyasıyla küre-i arz, içerisinde bulunan nebatat ve hayvanat milletlerinden dörtyüz bin nev’in çeşit çeşit elbise, erzak, esliha, talim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiç birini unutmayarak ve şaşırmayarak verilmesi cihetiyle küre-i arz denilen bu ordu-yu Sübhanînîn Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdes’ini hayretler ve takdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir. (Terkib delilleri marifete baktığı gibi tecelli eden esmanın cemali ve kemali cihetiyle de takdirkarane sevdirir. Bu misaldeki idarenin müşkilatını arttıran keyfiyet şunlardır: Nevlerin kesreti; her nevdeki ferdlerin kesreti; herbir ferdin tek bir noktada değil bir çok noktada idare edilmesidir. )

Hem nasılki dörtyüz bin millet içinde bulunan ve her milletin istediği erzakı ayrı ve istimal ettiği silâhı ayrı ve giydiği elbisesi ayrı ve talimatı ayrı ve terhisatı ayrı olan bir ordunun mu’cizekâr bir kumandanı, tek başıyla bütün o ayrı ayrı milletlerin ayrı ayrı erzaklarını ve çeşit çeşit eslihalarını ve elbiselerini ve cihazatlarını, hiçbirini unutmayarak ve şaşırmayarak verdiği o acib ordu ve ordugâh, şübhesiz bedahetle o hârika kumandanı gösterir, takdirkârane sevdirir. Aynen öyle de, zemin yüzünün ordugâhında ve her baharda yeniden silâh altına alınmış bir yeni ordu-yu Sübhanîde, nebatat ve hayvanat milletlerinden dörtyüz bin nev’in çeşit çeşit elbise, erzak, esliha, talim, terhisleri gayet mükemmel ve muntazam ve hiç birini unutmayarak ve şaşırmayarak bir tek kumandan-ı a’zam tarafından verilen küre-i arzın bahar ordugâhı, ne derece mezkûr insan ordu ve ordugâhından büyük ve mükemmel ise, sizin okuyacağınız fenn-i askerî mikyasıyla dikkatli ve aklı başında olanlara o derece küre-i arzın Hâkimini ve Rabbini ve Müdebbirini ve Kumandan-ı Akdes’ini hayretler ve takdislerle bildirir ve tahmid ve tesbihle sevdirir.

(Üçüncü pencerede idare delilinde geçtiği gibi: Hadsiz bir kudret ve muhit bir ilim ve nihayetsiz bir hikmet sahibinden başka kimin haddi var ki, o hadsiz derecede hârika olan şu idareye karışsın.

Çünki şu birbiri içinde girift olan enva’ları, milletleri, umumunu birden idare ve terbiye edemeyen, onlardan birisine karışsa elbette karıştıracak. Sözler – 656)

(Otuzuncu pencereden imkân delilinde geçtiği gibi: Nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa, hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak menzili olan göze gelip, onu gönderen münekkid akla diyecek: “Beyhude yoruldum, kusur yok” demesiyle gösteriyor ki: Nizam ve intizam, gayet mükemmeldir.

Demek intizam-ı kâinat, vahdaniyetin kat’î şahididir. Sözler – 684)

(Külliyatta ordu misali dört makamda farklı manalara kuvvet vermek için alınmıştır. Cemal (Dördüncü Şuada) Kemal, İman-ı Billah (Üçüncü Pencere) Marifetullah)

  • Fenn-i elektrik mikyasıyla bu âlem şehrinde dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, küre-i arzdan bin defa büyük oldukları ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde, intizamlarının bozulmamaları, birbirlerine çarpmamaları, sönmemeleri, yanmak maddeleri tükenmemeleri cihetiyle bu meşher-i a’zam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâni’ini, o nuranî yıldızları şahid göstererek tanıttırır. Tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir. (Terkib delilleri marifete baktığı gibi tecelli eden esmanın cemali ve kemali cihetiyle de takdirkarane sevdirir. Bu misaldeki idarenin müşkilatını arttıran keyfiyet şunlardır:  Yıldızların çok sayıda olmaları; farklı büyüklükte olmaları; sür’atlerinin farklı olması; farklı yörüngelerde bulunmaları; yanması için gerekli iştial maddelerinin tükenmemesidir.)

Hem nasılki: Bir hârika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler, yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mu’cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir.

Aynen öyle de, bu âlem şehrinde dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı -kozmoğrafyanın dediğine bakılsa-

  1. Küre-i arzdan bin defa büyük
  2. Ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde,
  • İntizamını bozmuyor,
  • Birbirine çarpmıyor,
  • Sönmüyor,
  • Yanmak maddeleri tükenmiyor.

Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre,

  • Küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük
  • Ve bir milyon seneden ziyade yaşayan
  • Ve bir misafirhane-i Rahmaniyede bir lâmba ve soba olan

Güneşimizin yanmasının devamı için,

Her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya

Bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin.

(Güneşin insana menfaati olan maddi keyfiyetinden daha ziyade ehemmiyetli bir vazifesi ziyası ile bize Cenab-ı Hakkı tanıtan akli delilleri olan masnuat-ı İlahiyeyi teşhir etmektir.

İşte ziyanın parlaması, sair hikmetli hidematının delaletiyle, yeryüzünde masnuat-ı İlahiyeyi izn-i Rabbanî ile teşhir ve ilân etmektir.

Demek bir Sâni’-i Hakîm tarafından ziya istihdam ediliyor. Çarşı-yı âlem sergilerindeki antika san’atlarını onun ile irae ediyor. Sözler – 670)

Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları

  1. Gaz yağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran
  2. Ve söndürmeyen
  3. Ve beraber çabuk gezdiren
  4. Ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren

Bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misalden daha büyük, daha mükemmeldir. O derecede sizin okuduğunuz veya okuyacağınız fenn-i elektrik mikyasıyla bu meşher-i a’zam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâni’ini, o nuranî yıldızları şahid göstererek tanıttırır. Tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.

(Otuzikinci Söz Birinci Mevkıf’ın Küçük Bir Zeylinde âyet-i kerime nazar-ı dikkati semanın zînetli ve güzel yüzüne çeviriyor.

  1. Tâ dikkat-i nazar ile, semanın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlak’ın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın.
  2. Hem semanın yüzünde, hikmet içinde bir hareketi görmeyi âyet emrediyor.
  3. Hem semavat yüzünde, öyle bir haşmet içinde bir parlamak ve bir zînet içinde bir tebessüm var ki; Sâni’-i Zülcelal’in ne kadar muazzam bir saltanatı, ne kadar güzel bir san’atı olduğunu gösterir.
  4. Hem diyor ki: Semanın yüzündeki mahlukatın intizamını, dakik mizanlar içinde masnuatın mevzuniyetini gör ve anla ki: Onların Sâni’i ne kadar Kadîr ve ne kadar Hakîm olduğunu bil.
  5. Semanın müzeyyen tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındırıcı bir lâmbayı takmak; gece gündüz hatlarıyla, kış yaz sahifelerinde mektubat-ı Samedaniyeyi yazmasına bir nur hokkası hükmüne getirmek ve yüksek minare ve kulelerdeki büyük saatların parlayan akrebleri misillü, kubbe-i semada Kameri, zamanın saat-ı kübrasına bir akreb yapmak; mütefavit çok hilâller suretinde her geceye güya ayrı bir hilâl bırakıp, sonra dönüp kendine toplamak, menzillerinde kemal-i mizanla, dakik hesabla hareket ettirmek ve kubbe-i semada parlayan, tebessüm eden yıldızlarla, göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz bir saltanat-ı rububiyetin şeairidir. Sözler – 603)

(Onbeşinci Şuaın Birinci Makamında geçtiği gibi “yıldızların hararet mahzeni Cehennem ve nurlar hazinesi bir Cennet’tir” cümlesinin ifade ettiği mana şudur. Cehennem ve Cennetten maddeten hararet ve nurun alınmadığını belki hararet ve nurun tecelli ettiği esmanın daha ziyade Cehennem ve Cennette tecelli ettiğidir.)

  1. Fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet mikyaslarıyla bu kitab-ı kâinat, birtek sahifesi olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak; mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam fihristesi yazılması ve bir kalemin işlemesi cihetiyle şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’an-ı Ekber-i Âlemin nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla tanıttırır. “Allahü Ekber” cümlesiyle bildirir, “Sübhanallah” takdisiyle tarif eder, “Elhamdülillah” senalarıyla sevdirir. (Terkib delilleri marifete baktığı gibi tecelli eden esmanın cemali ve kemali cihetiyle de takdirkarane sevdirir.)

Hem meselâ, nasılki bir kitab bulunsa ki: (Kâinat kitabı)

  1. Bir satırında bir kitab ince yazılmış (Bahar satırında formalar şeklinde yaratılan üçyüzbin nev mahlûkat var)
  2. Ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sure-i Kur’aniye yazılmış, (Kelime ise bir ağaca işaret ediyor.)
  3. Gayet manidar ve bütün mes’eleleri birbirini teyid eder
  4. Ve kâtibini ve müellifini fevkalâde meharetli ve iktidarlı gösteren bir acib mecmua;

şeksiz, gündüz gibi, kâtib ve musannifini kemalâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, Bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir.

Aynen öyle de, bu kâinat kitab-ı kebiri ki;

  1. Birtek sahifesi olan zemin yüzünde
  2. Ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitablar hükmündeki üçyüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak; mükemmel, muntazam
  3. Ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi
  4. Ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam fihristesini

yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz manidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’an-ı Ekber-i Âlem, mezkûr misaldeki kitabdan ne derece büyük ve mükemmel ve manidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmet-ül eşya ve mektebde bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet, geniş mikyaslarıyla ve dûrbîn gözleriyle bu kitab-ı kâinatın nakkaşını, kâtibini hadsiz kemalâtıyla tanıttırır. “Allahü Ekber” cümlesiyle bildirir, “Sübhanallah” takdisiyle tarif eder, “Elhamdülillah” senalarıyla sevdirir.

İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünundan herbir fen, geniş mikyasıyla ve hususî âyinesiyle ve dûrbînli gözüyle ve ibretli nazarlarıyla bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelalini esmasıyla bildirir; sıfâtını, kemalâtını tanıttırır.

(Risale-i Nur çok tekrar ile en ziyade adiyat perdesini yırtan tabirlerle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor;

  1. Küre-i arz eczahane-i kübrasının eczacısı olan Hakîm-i Zülcelal,
  2. Küre-i arz denilen bu seyyar makine-i Rabbaniyenin ustası ve sahibi,
  3. Küre-i arz denilen bu Rahmanî iaşe anbarı ve bir sefine-i Sübhaniye ve bu depo ve dükkân-ı Rabbanînin sahibi, mutasarrıfı, müdebbiri,
  4. Küre-i arz denilen bu ordu-yu Sübhanînîn Hâkimi ve Rabbi ve Müdebbiri ve Kumandan-ı Akdes’i,
  5. Küre-i arz denilen bu meşher-i a’zam-ı kâinatın Sultanı, Münevviri, Müdebbiri, Sâni’i,
  6. Küre-i arz denilen şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur’an-ı Ekber-i Âlemin nakkaşı, kâtibi)

İşte bu muhteşem ve parlak bir bürhan-ı vahdaniyet olan mezkûr hücceti ders vermek içindir ki:

Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan çok tekrar ile en ziyade

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ ٭ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ

âyetleriyle Hâlıkımızı bize tanıttırıyor, diye o mektebli gençlere dedim. Onlar dahi tamamıyla kabul edip tasdik ederek: “Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki; tam kudsî ve ayn-ı hakikat bir ders aldık. Allah senden razı olsun.” dediler. Ben de dedim: (Mana-yı harfiyle kâinata bakmak kudsî bir derstir.)

(İnsanın fıtratının tarifi;)

“İnsan

  1. Binler çeşit elemler ile müteellim
  2. Ve binler nevi lezzetler ile mütelezziz olacak bir zîhayat makine
  3. Ve gayet derece acziyle beraber hadsiz maddî, manevî düşmanları
  4. Ve nihayetsiz fakrıyla beraber hadsiz zahirîve bâtınî ihtiyaçları bulunan
  5. Ve mütemadiyen zeval ve firak tokatlarını yiyen

bir bîçare mahluk iken,

birden iman ve ubudiyetle böyle bir Padişah-ı Zülcelal’e intisab edip

  • Bütün düşmanlarına karşıbir nokta-i istinad
  • Ve bütün hacatına medar bir nokta-i istimdad bularak,

herkes mensub olduğu efendisinin şerefiyle, makamıyla iftihar ettiği gibi; o da böyle nihayetsiz Kadîr ve Rahîm bir Padişaha iman ile intisab etse ve ubudiyetle hizmetine girse ve ecelin i’dam ilânını kendi hakkında terhis tezkeresine çevirse ne kadar memnun ve minnettar ve ne kadar müteşekkirane iftihar edebilir, kıyas ediniz.”

O mektebli gençlere dediğim gibi musibetzede mahpuslara da tekrar ile derim: Onu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.

(Sekizinci Sözde geçtiği gibi “Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da; Dünyasını, Cennet’in intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder…” Sözler – 39)

Hattâ bir bahtiyar mazlum i’dam olunurken bedbaht zalimlere demiş: “Ben i’dam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben de sizi i’dam-ı ebedî ile mahkûm gördüğümden sizden tam intikamımı alıyorum.” لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّٰهُ diyerek sürur ile teslim-i ruh eder.

(Nokta-i istinad sahibi bir insanın aldığı kuvvete misal olarak Dördüncü Şua’da şöyle denilmiştir. İşte sen, intisab-ı imanî tezkeresiyle böyle bir nokta-i istinad bulabildiğinden hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilirsin.Ben de âyetten bu dersimi aldıkça öyle bir kuvve-i maneviyeyi buldum ki, değil şimdiki düşmanlarıma belki dünyaya meydan okutturabilir bir iktidar-ı imanî hissederek bütün ruhum ile “Hasbünallahü ve ni’melvekil” dedim. Şualar 65)

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

* * *

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir